Sol elitin sınıf mücadelesi

 

            Ahmet Çakmak

                  

            Sol elitimizin siyasal demokrasinin kendisine olan titizliği öyle ön

            planda ve fazla ki, insan yaşadığımız öteki gerçekler ortada iken,

            bunun sebeplerinin çıkar duygusu ile ilgili olduğunu düşünmeden

            edemiyor

           

            Yıllar önce bir arkadaşım içinde bulunduğumuz küçük alanı işaret

            ederek "eskiden Kozyatağı denen yer işte bu küçük meydanla

            etrafındaki birkaç evden ibaretti" dedikten sonra neredeyse uçsuz

            bucaksız apartman yığınlarına baktı ve "işte Ahmet, onun için bu

            kalabalıkta demokrasi olmaz!".

           

            Daha beteri zamanla kalabalık giderek arttı ve varoş denen uçsuz

            bucaksız derme çatma mahallelere sığınmaya çalıştı. Deniz Baykal

            2004 Dünya ikincisi, 40 yılın Türkiye birincisi yüzde 9'luk büyümeye

            rağmen işsizliğin azalmadığını görünce "işsizliği bu büyümeyle

            azaltmayacağız da ne zaman azaltacağız" demiş. Valla, öyle görünüyor

            ki uzun süre azaltamayacağız, hatta bir süre daha da artabilir.

            Yüzde 9 büyüme işsizliği azaltmayınca insanlar paniğe kapıldı. Bu

            rakamın yanlış olduğunu, işsizliğin değişmediğini söylediler. Ama

            maalesef gerçek budur: 1980'lerin galiba sonlarına doğruydu, bir

            araştırma yaptım. O çalışmada Türkiye'de işsizliğin azalmaya yüz

            tutması için gereken büyüme oranı yüzde 8 çıktıydı. O zamanlar yüzde

            5 büyüme bayağı iyi performans sayılırdı, o yüzden bulduğum yüzde 8

            rakamı bana fazla gözüktü. Hesaplamalarımı daha tecrübeli iki

            meslektaşıma gösterdim, doğru dediler, ben de yayınladım. Şimdi yüz

            9 bana mısın demedi, demek ki doğru hesaplamışım. Ve önümüzdeki

            birkaç yıl için Türkiye'nin büyüme temposu yüzde 5 civarında

            öngörülüyor. Öyleyse işsizlik daha da artacak, eğer bazı geleneksel

            olmayan imalat dallarındaki gelişmeler nihayet tekstile, turizme ve

            beyaz eşya ile otomobil montajcılığına bel bağlamaktan kurtulmakta

            olduğumuzun habercisi değilse.

           

            Bu durumun değişmesi isteniyorsa yapılması gereken iki şey var:

            Birincisi Vizyon 2023 çalışmasını daha da geliştirip derinleştirerek

            ülkemizin öncelikli sektörlerini saptamak ve bu sektörlerin

            gelişmesi için gereken kaynakları ayırmaktan korkmamak. İkincisi de

            bu sektörlerin geliştirilmesi hedefi gözetilerek seçilmiş doğrudan

            dış yatırımların gelmesi için özel program uygulamak.

           

            Siyasal demokrasi böyle bir atılıma destek vermiyor, böyle bir

            atılıma karşı en azından kayıtsız kalıyor. Çünkü bunları yaparak

            seçimlerde oy toplayamazsınız. Bunları yaparsanız uzun vadede oyları

            patlatırsınız ama siyasal demokrasi, en azından şimdiki haliyle buna

            imkan tanımıyor. Çünkü 4-5 yılda bir seçim kazanmak bu rejimdeki

            hükümetlerin ana hedefidir ve bu hedefe giden yol bahsettiğim atılım

            programından geçmiyor. Tersine bu atılım programlarına ayrılacak

            kaynaklar öteki işlere gidecek kaynakları azaltacağından

            hükümetlerin seçim şansları azalacaktır.

           

            Zaten halk da siyasal demokrasiden umudunu giderek kesiyor. Dünyada

            seçimlere katılma oranları giderek azalıyor. Halk sandık başına yine

            gelir belki ama bu aralar gelmiyor, gelse de yasak savıyor. Çünkü o

            insanlara "neoliberalizm" dediğinizde belki ilk defa duyduğu için

            "pardon" der ama, saatin çalışmakta olduğunu, kaset dolmadan mevcut

            kuralların değişmeyeceğini, bu işin partiler üstü bir durum olduğunu

            hissediyor. Bunu neoliberalizm hakkında 2 saat konuşabilecek birçok

            kişiden de daha iyi görüyor, anlıyor. Türkiye'de son on yıldır

            yapılan "sizce memleketin en önemli meselesi nedir?" anketlerinin

            hepsinde demokrasi bırakın ilk sırayı, son sıralarda yer aldı.

           

            Siyasal demokrasiyi kim savunuyor? Kürtler savunuyor. İşin bu kısmı

            anlaşılır bir şey. Orada Kürt ileri gelenleri Kürt halkının önemli

            bir kısmını kimlik sorununun önemine ve bunun da siyasal

            demokrasiden geçtiğine ikna etmiş görünüyor.

 

            Kürtler, dinciler, sol elit

 

 

            Başka kim savunuyor? Dinciler savunuyor. Neden? Onların da

            kimliklerini savunabilmeleri için siyasal demokrasinin genişlemesi

            gerekiyor. Burada Kürtler ve dinciler bağlamında siyasal

            demokrasinin amaç değil, araç olduğunu da kaydetmek gerekir. Şundan

            dolayı kaydetmek gerekir, amaç gerçekleştiğinde aracın önemi kalmaz.

            Demokrasiye samimiyetle inanmış Kürtleri ve dincileri ayrı tutarak

            konuşuyorum tabii ki ama bunu sadece ayıp etmemiş olmak için

            söylüyorum. Çünkü siyasal demokrasiyi araç olarak görenlerin hakim

            olduğu yeterince açık görünüyor.

           

            Başka kim savunuyor? Sol elit savunuyor. Onlar niye savunuyor? Çünkü

            onlar da siyasal demokrasi olmazsa varolamaz, kimliklerini

            yaşayamaz, gerçekleştiremez. Bu kötü bir şey mi? Değil tabii.

            Siyasal demokrasiyi yaşam biçimi olarak savunmanın (bunu önemli bir

            kısmının eşine, sevgilisine, annesine, çocuğuna, işçisine,

            öğrencisine sistematik olarak kötü davranmakta olduğunu görmezden

            gelerek söyleyebiliriz ancak) neresi kötü? Burada ölçü şu: Eğer

            senin varlık nedenin olan siyasal demokrasiyi savunmaya çalışmaktan

            başka bir şey yapmıyorsan amacının ne olduğu konusunda şüphe doğar.

            İzah etmeye çalışacağım.

           

            Ekonomideki gelişmeler Türkiye'nin AB zoruyla ayakta duran sınırlı

            siyasal demokrasinin bile altını oyuyor. İşsiz ya da yoksul geç

            insanlar, kimliksiz ve eğitimsiz milyonlarca genç insan saatli bomba

            gibi vurduğu yeri patlatıyor. Ya komşunun kızını başkasına baktı

            diye vuruyor, ya oruç tutmadı diye satırla saldırıyor, ya yenildi

            diye takımının otobüsünü taşlıyor ya da bayrağa hakaret var diye

            linç etmeye kalkıyor, yarın ne yapacağı da belli değil. Bundan

            kurtulmayı bırakın bir yana, birlikte yaşanabilir düzeylerde

            tutabilmek için bile ekonomide hızla önemli değişimler yaşanması

            lazım. En önemli iki tanesini yukarıda saydıklarım ama bununla

            kimsenin ilgilendiği yok.

 

            Demokrasi ve insan hakları

 

            Emperyalizm "demokrasi ve insan hakları" bayrağını taşıyor. Tabii

            burada taşımak bayrağın ayakta kalmasını o sağlıyor anlamında değil

            ve demokrasi ve insan hakları da tırnak içinde. Ama bu bayrakla

            toplumların kaderiyle oynuyor. Kendi çıkarına görmediği rejimleri bu

            bayrakla yıkıyor. Demek ki bu oyunun geri tepebileceğinden de

            korkmuyor. Nitekim Latin Amerika ile yakından ilgilenmeye başladı

            ama bu Chaves'in giderek can sıkmaya başlaması ve Çinlilerin Latin

            Amerika ile anlaşmalar imzalamaya başlamasından sonra oldu. Maksat

            siyasal demokrasiler kurarak toplumların enerjilerini birbirlerini

            yemek için tüketmeleri. Bununla da kimse ilgilenmiyor.

           

            Türkiye'de asıl demokrasi sorununun çocuklarımızın, gençlerimizin ve

            kadınlarımızın çoğu Sünni Türk erkekleri tarafından ezilmesi

            olduğunu düşünüyorum. Ben Mor Çatı açmaya tabii karşı değilim ama bu

            tür çabalar sol elitin bu işlere kafa yormadığı gerçeğini

            değiştirmeye yetmiyor.

           

            Aklımı peynir ekmekle yemedim. İfade özgürlüğünü ve dolayısıyla,

            şimdiki biçimi bence tartışmaya çok açık olsa da, siyasal

            demokrasiyi ilke olarak savunuyorum. Savunuyorum ama bu ülkemiz sol

            elitinin siyasal demokrasiye düşkünlüğünün onun kendi sınıf

            mücadelesi olduğunu düşünmekle çelişmiyor. Çünkü sol elitimiz emekçi

            sınıfların kaderini çok belirleyen ve bir kısmını saymaya çalıştığım

            şeylerle ilgilenmiyor. Hiç ilgilenmiyor demiyorum ama sol elitimizin

            siyasal demokrasinin kendisine olan titizliği öyle ön planda ve

            fazla ki, insan yaşadığımız öteki gerçekler ortada iken, bunun

            sebeplerinin çıkar duygusu ile ilgili olduğunu düşünmeden edemiyor.

 

            Öneri, katki ve elestiri

            Yakamoz

            Anasayfa