Faşizmin
antientelektüel karakteri
Mustafa Özkul
Faşist ajitatör, genelde kendi
psikolojisinin bozukluklarını ustaca
pazarlamasını bilen bir satıcıdır. Adorno
Faşizm kendini kültürel ve
psikolojik boyutuyla dayatan bir fenomen
değilse nedir? Kendisine ait bir
ekonomik programının olmamasını
neyle açıklayacağız? Liberalizmin
ekonomisini, Marksizm'in de
liberalizme tepkisini çalmasına
rağmen, liberalizme ve Marksizm'e
düşman olmasının "rasyonel"
bir açıklaması olabilir mi?
İsrailli siyaset bilimci Zeev
Sternhell, Almanca'ya "Die Entstehung
der faschistischen
Ideologie" (1) olarak çevrilen, faşizmin İtalya
ve Fransa'da doğuş öyküsünü
inceleyen çalışmasında, faşizmin
antientelektüel karakterinin,
Marksizm'i antimateryalist revizyona
tabi tutarak ondan geriye sadece
bir "şiddet teorisi" bırakan
Georges Sorel'in, bu şiddet teorisini iktidara taşımak için,
psikolojiden yararlanarak, devrim
için yeni "enerji kaynakları"
bulma çabalarıyla başladığını
söylüyor.
Sorel, Marksizm'de başlıca
belirleyici olan ekonominin yerine
psikolojiyi oturttu. Bu alanda "Yaşam
Felsefesi'nden", özellikle de
bu akımın önde gelenlerinden,
Henri Bergson'dan yararlandı.
Bergson'a göre maddi dünyanın
anlaşılması bilincin işidir, ama o
bilinç yaratıcı bir süreç olan "yaşanılan
yaşamı" anlamaya yetmez.
"Yaşanılan yaşamı" anlamanın
organı "sezgi"dir.
"Sezgi" (intuition) burada içgüdü ve intellekt'in bir karışımıdır.
Bergson'a göre "akıl"
bir araçtır ve "yaşam"ın emrindedir. Amerikan
pragmatizmi de aşağı yukarı benzer
şeyler söyler. İnsan intellektle
sadece ölmüş, organik olmayan
doğanın donuk mekanizmasına
ulaşabilir, ama "yaratıcı"
yaşamı kavrayamaz.
Sorel'in Türkçe'ye "Şiddet
Üzerine Düşünceler" olarak çevrilen
başyapıtı, Bergson'un Yaşam
Felsefesi'nin biraz da Proudhon ve
Bakunin'den etkilenerek sosyal
yaşama ve onun problemlerine
uygulanmaya çalışılmasıdır. Her
türlü sistemli birliğe, bürokrasiye,
orduya, polise, modern devletin
üniformalılaştıran
merkeziyetçiliğine ve "metafizik
merkeziyetçilik" diye
nitelendirdikleri tanrıya inanca
karşı olma, daha Proudhon ve
Bakunin anarşizminin bilinen
özellikleriydi. Tanrıya ve devlete
karşı savaş, süregelen eğitim
sisteminin birer taşıyıcıları
oldukları için, doğal olarak
antientelektüel bir karakter de
alacaktı. Gene, bilimin yönetmeye
hakkının olmadığı, çünkü onun
genelin hizmetinde olduğu ve
sosyal yaşamın bireysel boyutunu
gözardı ettiği, Bakunin'in bilinen
düşünceleriydi. Bu yüzden sanatın
insan yaşamı için daha gerekli ve
önemli olduğu da. Bunlar
Bergson'un felsefesine de yakın
düşüncelerdi.
Sorel, Marks'ı eleştiriyor
Sorel, revizyona Marx'ın ekonomik
programına eleştiriyle başlar.
Kısaca, ekonominin sorunlarına kati
bilimsel yaklaşılamayacağını
düşünür. Sadece değer ve artıdeğer
teorisine karşı gelmez;
mülkiyetin sosyalleştirilmesinden
de vazgeçilmesi gerektiğini
söyler. Özel mülkiyete dokunmadan,
sadece "çevre"nin
sosyalleştirilmesinin pek çok reformu gerçekleştirmeye
yeteceğine
inanır. Kapitalizmin bir
zorunluluk olduğu ve bu zorunluluğun pek
çok tesadüfün biraraya gelmesinden
kaynaklandığını belirtir. En çok
da "işçinin tarihsel
gelişmeye bilinçli katılımı" bu zorunluluğu
meydana getiriyor. Ekonomik
güçlerin serbest oyunudur işçinin
bilinçleşmesini sağlayan, der. Hem
temeli sınıf savaşı olduğuna
göre, Marksizm'in sosyal
karşıtlıkların sertleşmesi için Darwinist
bir ekonomiye ihtiyacı vardır ve
liberal demokrasiyle, demokratik
sosyalizme karşı olmak zorundadır.
Böylelikle Sorel liberal
ekonomiyi devrim için bir
zorunluluk olarak gören, ama politik
liberalizmin tümden ortadan
kalkması gerektiğini öne süren yeni bir
devrim anlayışı geliştirmiş oldu.
Bu anlayış İtalya'da Devrimci
Sendikalistler tarafından da
benimsenir. Ki zaten Sorel'i bu
derecede önemli kılan da, bir iki
kitap yazmış olması değil (ünüyle
kıyaslandığında çok az yazmıştır
Sorel), onun İtalya ve Fransa'da
Sendikalistler üzerindeki doğrudan
etkisidir. Nitekim İtalya'da onun
etkilediği Sendikalistler,
Mussolini önderliğinde işi iktidar olmaya
kadar götürürler.
Sosyalizm böylelikle onun için
sadece bir "moral" sorunudur ve böyle
olduğu için de Marksizm'in önemi
daha çok semboliktir. Marksizm'e
"efsaneler"
taşıması bu antimateryalist revizyondan ve bu arada da
proleteryanın belirmekte olan
sosyal demokrat çizginin etkisine
girmesinden sonra, devrime yeni
taşıyıcılar bulma çabalarıyla
başlıyor. Ona göre "coşkular"
içgüdüseldir ve onları sadece derin
yaşama arzuları meydana
getirebilirler; rasyonal kâr-zarar
hesaplamaları değil. Moral
değerler ve efsaneler de böyle meydana
gelirler.
Kitle, ona onu ileriye taşıyacak
enerjiyi ve şiddet kullanmak için
gerekli olan cesareti verecek
efsanesini doğrudan kendisi
yaratacaktır. Yapılması gereken,
sadece bu efsanelerin nerede
yaşadıklarını bilmektir. Bu, para
ve mülkünü koruma derdine düşmüş,
"moralsiz",
korkak burjuvazi olmayacaktır. Sorel bu efsanenin
taşıyıcılarının sanayi
proleteryası içerisindeki sosyalist kitleler
olduğuna inanır. Efsane de "genel
grev"dir. Bütün sosyal ve ekonomik
hayatı felç edecek tek ve sosyalist araçtır. Hem bu ne
entelektüel
bir buluştur ne de rasyonel aklın
ürünü bir ütopyadır. Kitleler
kendileri ağır yaşama koşullarında
yaratmışlardır onu.
Efsaneler eyleme teşvik eden
araçlar olmakla birlikte, bu tümüyle
duygu ve hisler alanında
gerçekleşen bir durumdur. Rasyonel olan her
yaklaşım, her rasyonel okuma ona
göre yaşamın sadeliğini,
doğrudanlığını bozar. Bu yüzdendir
ki Sorel entelektüelizmden ve
merkeziyetçilikten nefret eder.
Onun istediği "moral" ve
"disiplin"dir.
Yaratıcı şiddeti "coşkulu kitle" kendiliğinden
yaratmalıdır. Böyle olduğu için de
bu diktatörlük olmayacaktır.
Diktatörlük ona göre rasyonel
aklın ürettiği bir bürokratik
asker-polis aygıtıdır. Kitlelerin
devrimci şiddeti ise çoğu zaman
vahşi ve kaba ama hiçbir zaman
sistemli ve hunhar değildir.
Burada aslolan efsanenin kendisidir.
Efsanenin niteliği zamana ve
mekâna göre değişebilir. Nitekim
Sorel'in beklediği genel grev bir
türlü gerçekleşmeyince, proleterya
devrimci şiddetin aktörü olmaktan
çıktı, yerine İtalya'da olduğu gibi
ulus ve ulusal efsaneler geçti.
Ama bu, faşizmin, Marcuse'nin de
dediği gibi, işçi sınıfına değil;
liberalizme karşı bir tepki olarak
doğmuş olduğu gerçeğini ortadan
kaldırmıyor. Belirtmek gerekir ki,
rasyonalizmi ve entelektüelizmi
savaşılası düşmanlar olarak
görmediği sürece, şiddet kullanımını
"sistem" haline
getirmedikçe, sezgi ve içgüdülerle hareket etmek
faşist olmak anlamına gelmiyor.
Sorel'in takipçileri
Sorel'in bu alanda yalnız olmadığını
da belirtmiş olalım. Avrupa'nın
dört bir yanından aydınlar şu veya
bu şekilde benzer çabalar
içerisindeydiler. Yazar olma
girişimleri sonuç vermeyen Goebbels'le
kıyaslandıklarında, çok daha
donanımlı entelektüeller ya oluşumunda
yer aldılar ya da cazibesine
kapıldılar. Birkaç isim saymak
gerekirse: Alman teorisyen Roberto
Michels, Fransız milliyetçiler
Maurras ve Barres, İtalyan
Corradini ve Labriola, Belçikalı Hendrik
de Man gibi. Chamberlain ve
Rosenberg'in ırkçı düşünceleri Nazizme
göre dikilmiş bir elbise
gibiydiler. Ve Marinetti ve Ezra Pound ve
diğerleri. Ayrıca, bu kişilerin
amaçları için istedikleri gibi
özetleyebilecekleri bolca da teori
vardı: Pareto'nun Elit teorisi,
Nietzsche'nin moralizm
eleştirileri gibi.
Fütürist Marinetti ve çevresi de
oluşmakta olan bu sentezin kültürel
ve estetik boyutunu oluşturdular.
Marinetti'nin 1909 yılında kaleme
aldığı ünlü "Fütürist
Manifesto" bir bakıma faşizmin moral
değerlerini özetliyordu. Bu
manifestoda Marinetti dünyanın en
hijyenik şeyi olarak nitelendirdiği
savaşı, militarizmi, gençliği,
enerjiyi, hareketi yüceltirken,
dişi olanın da aşağılanmasını ister.
Müzeleri ve kütüphaneleri yerle
bir etmek istediklerini yazar. Gene
moralizm, feminizm ve çıkarcı dediği
oportünistlerle de sonuna kadar
savaşacaklarını söyler.
Gençliğin, savaşın, dinamizmin
yüceltildiği, nonkonformist,
avantgardist ve modernist bir
sentez olarak faşizm, liberalizmle
Marksizm arasında böylelikle
üçüncü bir yol olarak kendisine yer
açabildi.
Faşist elitizmin "aşağıdakilere"
de elite dahil olma şansı vermesi,
onu orada çekici kılan başka bir
unsur olsa gerek. Öyle olmasaydı,
Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı diye
birilerini ne diye ve nasıl
tanıyacaktık ki?
1. Türkçe'ye
"Faşist ideolojinin doğuşu" olarak çevrilebilir.