Eli sopalı
hassasiyet
Ahmet İnsel
Milliyetçilik,
hem uygarlık tarihinin belli bir döneminin ürünüdür hem de ulaşılması
hedeflenen barış, eşitlik, karşılıklı saygı, sorunların kaba güce başvurmadan
çözümü gibi uygarlık hallerinin zehridir
6 Nisan'da
Trabzon'da bir linç girişimi yaşandı. Bu linç girişiminin nasıl geliştiğini
günlük basını izleyen herkes aşağı yukarı biliyor. Olayı izleyen gün Yeniçağ
gazetesi haberi şöyle verdi: "Sabır taştı. AB'nin ardına saklanan
hainlerin, Türklere ahlâksızca saldırması sonunda bardağı taşırdı. Trabzon'da
isyan eden halk, bölücüleri destekleyenleri linç etmek istedi... Olaylar, dört
kişinin bölücü örgüt adına bildiri dağıtmak istemesiyle patlak verdi. PKK ile
mücadeleye yüzlerce şehit veren Trabzonlular, 'Hapishanelerde neler oluyor
bilmek hakkımız, Tecritte ölüm var' diye bağıran militanlar tarafından tahrik
edildi."
Yeniçağ
gazetesinin olayın arka plânını verirken çizdiği tablo, kasıtlı olarak
yayıldığı ihtimali yüksek bayrak yırtma rivayetini es geçerek, olayların
sorumlularını açık biçimde ortaya koyuyor: "AB'nin ardına saklanan
hainler". Daha önceki bir yazıda (Radikal, 27.3.2005) "Metal
Fırtına" kitabının devamının büyük ihtimalle bu kez Türkiye ile AB
güçlerini karşı karşıya getireceğini tahmin etmenin zor olmadığını söylerken,
bu kitabın besleneceğine işaret edilen zihniyet dünyası tam da buydu.
Tehlikeli
dil
Olayların
bir polis memurunun bildiri dağıtımının yasak olduğu gerekçesiyle müdahale
etmesiyle çıktığı, ardından "Bayrak yakıldı" söylentisi
üzerine "bir anda" olay yerine akın eden yaklaşık 2,000
kişinin, "Hepimiz askeriz, PKK'ya yeteriz" sloganlarıyla
TAYAD'ın bildirisini dağıtan beş kişiyi linç etmeye giriştiklerini artık
biliyoruz. Olay yerine, nasıl olduysa "bir anda" gelen grubun
büyük çoğunluğunun da Ülkü Ocakları üyesi veya sempatizanı olduğunu da.
Vatan
gazetesi bu olayı şöyle haber yaptı: "Mersin'de Nevruz bayramı
kutlamaları sırasında Türk Bayrağı'na yapılan hain saldırı nedeniyle son
derece hassas olan vatandaşlar, 'bayrak yakıldı' söylentisi sonrası beş genci
linç etmek istedi". Kışkırtma kastının çok güçlü karineleri olduğu bu
olaya masumane bir görünüm vermek isteyen bu dil de dikkat çekiciydi. Temkinli
bir dille, olayların tehlikeli bir eğilime işaret ettiğini belirtmeye
çalışanların yanında, "son derece hassas olmayı" ve bu hassasiyet
nedeniyle linç girişiminde bulunmayı neredeyse doğal kabul edecek bu dil de
sorunun önemli bir parçası değil mi?
Bugün yaşı
35'ten küçük olanların pek hatırlamaması doğal olan, 22-26 Aralık 1978'de
Kahramanmaraş'ta patlak veren olayları kısaca hatırlatmakta, belleğimizi
çalıştırmakta sanırım yarar var. 19 Aralık günü Kahramanmaraş'ta bir sinema
bombalandı. Biri ağır yedi kişi yaralandı. "Alevi komünistler sinemaya
bomba attı" söylentisi üzerine toplanan kalabalık, CHP, TÖB-DER ve PTT
binalarını taşladı. Olaylar sonrası yapılan soruşturmada, sinemaya bomba atan
kişinin sağcı olduğu ileri sürüldü. Şehirdeki Milliyetçi Cephe (AP-MHP-MSP
koalisyonu) taraftarlarının yaydığı rivayet, bomba atanların Endüstri Meslek
Lisesi'nden iki öğretmen olduğuydu. 21 Aralık gecesi, bu iki öğretmen, Hacı
Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu evlerine giderken vuruldular. İkisi de öldü.
Ertesi gün, öğretmenlerin cenaze töreni için toplanan 5,000 kişiye yakın grubu
bunun iki misli bir grup cami önünde karşıladı. Bu grup, "Komünistlerin
ve Alevilerin bu camide namazları kılınamaz" diyerek, saldırıya geçti.
Çıkan çatışmalar, 26 Aralık gününe kadar devam etti ve kentte resmî kayıtlara
göre 105 kişi öldü, 200'e yakın kişi yaralandı ve 300 civarında ev ve işyeri
tahrip edildi. 11 ilde sıkıyönetim ilan edildi. 803 katliam sanığının davası
Adana'da 1979'da başladı.
O dönemde bu
olayların benzeri Çorum'da, Sivas'ta da yaşandı. Daha sonra 1992'de Sivas'ta
Madımak otelinin yakılması ve 39 kişinin yangında ölmesi de benzer bir organize
provokasyon sonucuydu. Daha eski bir tarihe gidersek, 1 Nisan 1955'de EOKA'nın
Kıbrıs Türk cemaati üyelerine saldırısıyla başlayan kuruluş eylemlerine karşı
Türkiye'nin toplumsal tepkisini göstermek için, Türk istihbarat örgütlerinin
bir gazeteci vasıtasıyla yaydıkları, "Selanik'te Atatürk'ün evi
bombalandı" yalan haberini izleyen 6-7 Eylül olayları da aynı tahrik
yöntemiyle, "son derece hassas" milli yurttaşın belli
hedeflere karşı anında taşla, sopayla saldırması değil miydi? Bu senaryonun
benzeri, 1945'de Tan matbaasının basılması vesilesiyle de sahnelenmişti.
Türkiye
yakın tarihinde, bunların yanında, irili ufaklı benzer bir dizi organize tahrik
daha var. Bunları bir bütün içinde ele aldığımızda ortaya birbirini tamamlayan
iki olgu çıkıyor. Milliyetçiliğin egemen konumda olanıyla ezilen konumda olanı,
"öteki" milliyetçilikten tepkisel biçimde beslenir. Milliyetçilikler birbirlerinin
gıdasıdırlar. Ama bu tespit yeterli değil. Bunun yanında ikinci bir olgu daha
var. Bu anında tahrik olma veya sürekli tahrik edilmiş biçimde yaşama hali,
milliyetçilik olgusunu aşan bir siyasal ve toplumsal varoluş biçimi.
Milliyetçilikten bu ruh haline geçilebildiği gibi, başka kalıplardan da,
örneğin dini bir tavırdan, militanlıktan veya taraftarlıktan da aynı ruh haline
geçilebiliyor. Bu sürekli hassasiyet ve o hassasiyetle bağlantılı olarak eli
sopada olma hali başlı başına ayrıca incelenmesi gereken bir olgu.
Milliyetçilikler
Günümüz
Türkiye'sinde günbegün dalbudak salmasını izlediğimiz gibi, radikal Türk
milliyetçiliğiyle Kürt milliyetçiliği varlıklarıyla birbirini besliyor.
Gıdalarını birbirlerinden alıyorlar. Önümüzdeki dönemde bunun daha da artmasına
yol açacak adımlar iki taraftan da atılıyor. Radikal Türk milliyetçiliği
kanadındaki gelişmeleri, "Apo'nun doğum gününü mü kutluyorsunuz? Eşimin
doğum gününü kim kutlayacak?" diye TAYAD'lılara saldıran şehit
eşinin zihin dünyası sergiliyor. 1 Nisan'da yeniden kurulduğu ilan edilen
PKK'nın ve birdenbire bazı Kürt çevrelerinin benimseyiverdiği Demokratik
Konfederalizm Önderliği türünden yaklaşımların, bu ortamları sevenlerin
ellerini daha bir keyifle oğuşturmasına yol açtığını görüyoruz. Almanya'da
yayımlanan Özgür Politika gazetesinde, geçtiğimiz günlerde yayımlanan,
Demokratik Konfederalizm Önderliği'nin açıklamasında yer alan, "olumlu
bir barış ve tam demokrasiye geçmek için PKK silahlı güçlerinin yeterli nicelik
ve nitelikte güç kazanmasını zorunlu" kılan görevler
sayıldıktan sonra, "Türkiye'nin en temel projelerinden birinin sivil
toplumun geliştirilmesi olduğu tartışmasızdır" ifadesi yer
alabiliyor. Silahlı kuvvetlerin nitel ve nicel gelişmesi gölgesinde gelişecek,
güçlenecek bir sivil toplum, demokrasi ve barış!... Sorun tam da bu değil mi?
Türkiye'de
birbiriyle çatışmalı milliyetçiliklerin "silahlı kuvvetlere dayalı
sivil toplum anlayışı" onların ortak paydasını oluşturur. Bu ortak
paydanın bir unsuru, "sivil toplumun" da, her an hassasiyetini
en azından taşlı, sopalı saldırılarla, "sivil yöntemlerle" ifade
etmesinin neredeyse doğal karşılanmasıdır. Bu elbette sadece Türkiye toplumunu
oluşturan farklı unsurlara ait bir özellik değildir. Milliyetçiliğin insanın
hayvani yönüne son tahlilde hitap etmesinin evrensel bir sonucudur. Bunun
Türkiye toplumuna ait bir davranış özelliği olmaması, onun doğal ve normal bir
özellik olarak algılanmasını gerektirmez. Çünkü genel anlamıyla uygarlık denen
olgu, (o tek dişi kalmış canavar olarak bellediğimiz uygarlık değil, insanlık
tarihindeki uygarlaşma olgusu) uzun ve zor bir tarihi süreç içinde insanın bu
hayvani yanının bastırılması çabasıdır. Milliyetçilik hem uygarlık tarihinin
belli bir döneminin ürünüdür hem de ulaşılması hedeflenen, barış, eşitlik,
karşılıklı saygı, sorunların kaba güce başvurmadan çözümü gibi uygarlık
hallerinin zehiridir.
Türkiye
toplumunun üyeleri bu zehirden uzun yıllardan beri belli bir dozda alarak
büyüyegeldiler. Bazı durumlarda, düzenli olarak çok az miktarda alınan zehirin
panzehir etkisi yaptığı iddia edilse de, Türkiye toplumunu oluşturanların belki
çoğunluğunun değil ama önemli bir bölümünün, bu "son derece
hassas" ve kabarıp taşmaya hazır bekleyen öfkeli hali bu zehirden
besleniyor. Çok ufak dozlarda, masumane biçimde verildiğinde bir zararı
olmayacağı, tersine iyi geleceği varsayılan güleryüzlü, hoşgörülü milliyetçilik
de uzun vadede zehir etkisini gösteriyor. Hele söz konusu olan, bu bakımdan son
derece verimli olan bizim topraklarsa...