FENERBAHÇE NEDİR?
İnsan
ya hayrandır sana, ya düşman.
Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
ya bir dakika bile çıkmazsın akıldan...
Madalyonun hep iki yüzü vardır derler. Eğer madalyon için söylenmiş
olmasaydı; bu atasözü Fenerbahçe'ye yakışırdı. Yakışırdı, çünkü hep ikiliklerin, çelişkilerin, çatışmaların
takımıdır Fenerbahçe. Seveni öldüresiye (kill for you) sever, nefret edeni kin
kusar; en çok Fener'i yenmek zevk verir, en “acı” Fener yener; beş atar, dört
yer. İyi ya da kötü, hakkında en fazla tezahürat üretilen takımdır Fenerbahçe.
Zaten “Fenerlilik” de bu zıtlıklardan türer. İyi Fenerbahçe-kötü Fenerbahçe, en
büyük Fener- i..e Fener, yıldızlar takımı- acıların takımı, efsane-kestane...
Fenerbahçeli olunmaz, doğulur denir, doğrudur. Ancak doğuştan gelen
özelliklerle Fenerli olunur. Sonradan
sempati göstermek çok zordur. Çünkü bir kez dışarıda kaldıysanız,
çemberin içine girmek güçleşir. Çemberin içi dışarıya, dışı da içeriye sevecen
bakmaz. “Dış görünüşüyle” yargılanmak en çok Fener'in kaderidir. Oysa
“içeriden” bakanlar, yani sevdalılar için her şey toz pembedir. Fener'den öteye
hayat yoktur. Hatta başka bir takımı insan neden tutar, bu bile merak
konusudur. Zaten içgüdüsel, gözü kapalı sevmek karasevdalılarla
Fenerbahçelilere yakışır.
Fener’i sevmenin de sevmemenin de
binbir zorluğu vardır. Çünkü Fenerbahçe eğlendirir: Renklidir; şaşaası,
cümbüşü eksik olmaz. Taraftarı sevinirken dozunu kaçıracak, zevkten bayılacak
kadar abartır. Gole doymaz, 103 gol bile ancak tatmin eder, 4-0 biten ilk yarı
Fenerli için en ideal maçtır. Ama Fenerbahçe ağlatır da: büyükler içinde en
“ağır” yenilgileri o alır, en komik durumlara o düşer, en kötü yönetim ondan
çıkar, tribünde en çok cefayı Fener seyircisi çeker; Pendik faciası ya da Aydın
acısı yüreklerde hâlâ yaradır.
Ama Fener seyircisi affedicidir; en aciz durumlarda bile, Galatasaray
galibiyeti her şeyi unutturur, ortalık toz pembe/duman olur. Sadece bir maça bu
kadar anlam yükleyen başka hiçbir taraftar yoktur.. Zaten affetmek bir
erdemdir. Evet, ama kindarlık da yabana atılacak bir şey değildir!..
Şampiyonluğa mal olacak hatayı yapanı sokakta görse selam vermez (garibim
Erol'un bir GS maçında yaptırdığı penaltı neler açtı başına hatırlayın), ligin
ilk yarısında deplasmandaki maçta, kendisine sert giren rakibini Fenerli oyuncu
unutur, taraftar unutmaz. Mazisini aklında tutan takımdır Fener (“mazinde bir
tarih yatar...”). Ama unutkandır da. En çok da bu huyundan vazgeçmez. Çok
başarısız bir sezon bile bir sonraki için kriter olmaz. Her sene, her şeye yeniden
başlanır. En azından böyle olması istenir. “Bu maçı unuttuk, önümüzdeki maçlara
bakıyoruz” en çok Fenerlinin ağzına yakışır. Gelen ağamdır ama gidene paşam
denmez kolay kolay. “Mazi kalbimde yaradır” ama unutursam geçer.
Her şeye rağmen vefalıdır da. Bordeaux zaferinin yaratıcıları Hüseyin,
Selçuk, Şenol'u kimse unutmaz, Aykut hep “kocaman”dır, Lefter’i anmayana hain
gözüyle bakılır. Vefanın üvey kardeşi nankörlükse, nankörlük de Fener'e
yakışır. On sene takımın tüm yükünü taşıyan Oğuz Çetin Sakaryalı grubunun
başıdır ve bütün kötülüklerin anasıdır, eski futbolcuların hepsi kulübün altını
oyar, bir önceki maç beş gol atan adamın sonrakinde en fazla iki pozisyon
kaçırma lüksü vardır; üçüncüde yuhalanır... Geçen senenin şampiyon kadrosu üç
maç kötü sonuç alsın dağıtılır...
Türkiye birinci
futbol ligi tarihinin en başarılı takımıdır Fenerbahçe (boşuna kızmayın, son
senelerde biraz sarsıntıya uğrasa da Fenerlilere göre bu hâlâ böyledir!). En
çok şampiyon olan iki takımdan biridir, en çok galibiyet alan takımdır, ezeli
rakiplerini en çok yenen takımdır, en çok gol atarak şampiyon olmuştur.
Fenerliye göre tek önemli şey, hatta her şey olan şampiyonluk için, rakipleri
bazen yıllarca beklese de, Fenerbahçelinin gönlü 5-6 seneden fazlayı kaldırmaz.
Sarı lacivert zeminden baktığınızda hikâye böyle gözükür ama işin öteki yüzü
farklıdır. Son yirmi yılın en başarısız büyüğüdür Fener! Birinci Lig tarihinin
en ağır yenilgilerini bu dönemde almıştır, şampiyon olmadığı neredeyse bütün
senelerde taraftarını kahretmiştir, önce Karakartal sonra Cimbombom'lu “altın
yıllar”a gıptayla bakmıştır, sistemli başarıya hasret kalmıştır... Zaten
Fenerbahçe ve sistem aynı cümlede ancak olumsuzluk ekiyle kullanılır. Birinci
ligin 43-44 senelik tarihinde iki kez arka arkaya şampiyonluğa sadece iki kez
ulaşmıştır. Fenerbahçe şampiyonluk sonrasında rehavetin dozunu kaçırır.
Şampiyon takımın ertesi seneki görüntüsü nasıl bu kadar içler acısıdır,
anlaşılamaz; şaşkınlık en çok Fenerbahçe'ye yakışır.
Sarı Lacivert
renkler en çok Fenerbahçe'ye gider. Evet Fener zıtlıkları sever, ama siyah
beyazı yutar. Fenerbahçe'nin Lacivert'i asilliği, Sarı'sı rakiplerin gıpta ve
kıskançlığını simgeler derler (en azından armadaki renklere verilen anlam bu).
Ama Sarı'yla Lacivert'i karıştırırsanız yeşil çıkar ve yeşil Fenerbahçe için
sadece ve sadece başarıyı simgeler. Başarı dindir imandır, tevazu anlamsızdır,
galibiyet tek yoldur, tersini söyleyenler (ne acı ki) hep azınlıkta kalır.
“Tamam şampiyon olmayalım ama en iyi topu biz oynayalım” lafı bir Fenerlinin
verebileceği tavizin sınırıdır. Şan, şöhret, para, pul varken tevazudan
bahsetmek ayıptır.
Evet “Fenerbahçe
Türkiye’dir” ama Cumhuriyet’in “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle”
esprisi en çok Fenerbahçe’de iğreti durur. Sınıflar da vardır, imtiyazlılarda;
ama ne hikmetse şampiyon olunca şak diye kaynaşırlar!.. Ama hatırda kalan hep
“kötü gün” hikâyeleridir. Homo homini lupus (“insan insanın kurdudur”)
deyişini bulan Hobbes bugün yaşasa kesin Fenerli olurdu; malum Fenerlinin
Fenerliden başka dostu da yoktur, düşmanı da. Ama Fenerbahçe de rahat durmaz
hani. Kendisi dışında başarılı giden kim varsa kanca atar, çelme takar, nazar
fırlatır, denge bozar. Bir yerlerde bir şeyler fazla iyi gidiyorsa Fenerbahçe
bundan mutlaka pay almak ister. Bu pay bazen futbolcu olur, bazen antrenör...
Ersun Yanal’ın ve Gençlerbirliği’nin muhtemel tepetaklak dönen rotasını, bir
zamanların Sakaryaspor’u ya da Aydınspor’u en iyi anlar. Her şeye, herkese
heves eder Fener; mümkün olsa dört antrenör, 15 futbolcuyla sahaya çıkmak ister.
Gündüz gibidir
Fenerbahçe... Sevenlerin içini açar, iş yoğunluğu tadında sevgi ister, bazen
gözünüzü kamaştırır... Fenerbahçeli takımını hep gündüz gözüyle görür. Sürekli
sever, her güzelliği ona atfeder. Her şeyi iyiye yorar, ama bir yere kadar.
Yüreğine gece karanlığı çökerse bir anda değişir, dönüşür. Öfkesi taşar, her
şey “burasına” gelmiştir, yakar yıkar. Kendi kalecisini döver, kulübü basar,
yönetimden hesap sorar, kısacası zıvanadan çıkar. Fenerlinin zıvanası yarı
açıktır zaten. Çıkmaya biraz da bahane arar. Soğukkanlılığın anlamı yoktur,
hatta değil sıcak olan, kaynamayan kandan şüphe edilir. Fenerbahçeli
şüphelenmeye bayılır. Hakemler, rakip, federasyon hepsi onun arkasından bir
dolap çevirir. Ama oyuna gelmez. Esas oğlan sonunda mutlaka, herkese ve her
şeye rağmen kazanacaktır. Kazanamamışsa eğer, kesin komplo vardır ve bunun
hesabı en kısa zamanda sorulacaktır.
Düşünüyorum da,
kendisi dışında bir takım olsa Real Madrid, ülke olsa Brezilya olurdu
Fenerbahçe. Real Madrid, ama eksik bir Real Madrid... Bu kadar zenginlik içinde
yüzerken dahi altyapıya çok önem veren, Avrupa başarıları ile dünyanın en büyük
üç takımından biri olan ve dört bir yanda taraftarı bulunan Real Madrid'le
Fener'in ilişkisi (en iyimser yorumla) biraz abi-kardeş ilişkisi gibidir, ama
kim benzerlikleri yadsıyabilir ki? Devletle içli dışlı olmak, hiçbir başarıya
doymamak, en çok gole tapmak, su gibi para harcamak... Olamasa da hep Brezilya
gibi olmak istedi Fenerbahçe. Onun gibi fiyakalı, onun gibi gözü doymak
bilmeyen, onun gibi çalımcı, onun gibi karanlık, onun gibi sarı (kıskandıran),
onun gibi lacivert (asil). Takım yıldızı değil yıldız takımı olmak yani...
Futbolcu olsa
kaleci, sistem olsa 2-3-5 olur, antrenör olsa kovulurdu Fenerbahçe... Kaleci'nin
yalnızlığı ve sınırda duran hali dillere destandır. Cihatlar, Scumacherler,
Rüştüler hep daha fazla sevilir bu yüzden. Ama hata kaldırmaz kalecilik; tıpkı
Fener gibi. Rüştü'nün yediği ve kaleciliğine yakışmayan ne kadar gol varsa
Fenerbahçe'de kulüp olarak bu golleri yer. Şampiyonlar ligine kalır, sıfır
çeker; kupada final oynar kaybeder, son haftadan önce şampiyon olmasına pek az
rastlanır... O son çizginin/sınırın sevdalısıdır. Kalecilere en çok 2-3-5
denen, şimdilerde kimsenin uygulamadığı mazide kalmış bir sistemde iş düşer. Fenerbahçe'de
herkes gol atmak ister. Takım kötü giderken hep forvet arayışına gidilir.
Takımı takım yapan unsurlar defans ve orta saha hep ikinci plandadır. Mümkün
olsa hâlâ dört beş forvetle oynamak ister Fenerbahçe ama hiçbir antrenör bu
riski almaz. Zaten Fenerbahçe'den antrenör olmaz. Olsa da hemen kovulur...
Ama en önemlisi
haber olsa asparagas olurdu Fenerbahçe...
Attığı her adım, söylediği her söz haber olur ama yalan haber olur. Bir
takımdan bu kadar haber çıkabileceğine bir tek İtalyanlar inanır. Fenerbahçe
basının göz bebeğidir, ekmek kapısıdır. Fenerbahçe'de yaprak kımıldamasa neden
kımıldamadığının bile “haber değeri” vardır. Ama şu kesindir; değil “bir kısım”
medya, “32 kısım tekmili birden” Fener düşmanıdır. Derler ki spor müdürleri hep
Fenerlidir; iyi de ne fark eder ki? Kötü günde de, iyi günde de hep Fener ilk
haberdir; “olay” vardır, “operasyon” vardır, “kadro dışı” vardır, “satış
listesi-alış listesi” vardır... Fenerbahçe hep “gündem”dir ve maazallah kulüp
kapansa basındaki işsizler ordusu ortalığı Arjantin'e çevirir, ama Fener
Brezilya'yı sever ve onları yüzüstü bırakmaz. Nasıl ki, asparagas, sırf yalan
ve uydurma olduğundan hiçbir anlamı yoktur, “Fenerbahçe basını” da
Fenerbahçe’ye neredeyse hiçbir katkıda bulunmaz. Zaten hepsi Fenerbahçe düşmanıdır.
Fenerli bunu bilir, bunu söyler.
Peki nedir
Fenerbahçe? Bir takımdan öte bir şey mi?
Bir yaşam/varoluş biçimi mi? Ya da dünyanın en karmaşık takımı mı? Yazı
mı, tura mı?