SAVAŞIN YOL AÇTIĞI PSİKOLOJİK YIKIMLAR

 

Doç. Dr. Doğan Şahin

İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri AD

Sosyal Psikiyatri Servisi

 

GİRİŞ

Savaş insanların ölmesi, yaralanması, sakatlanması, yakınlarını, evini kaybetmesi ve aynı zamanda korku, terör, dehşet, acı ve gözyaşı demektir. Tüm bunlar nedeniyle savaş, çok ciddi ve yaygın bir biçimde psikiyatrik sorunlara yol açar. Savaşa bağlı gelişebilen 15 ayrı psikiyatrik bozukluk söz konusudur. Bu bozukluklardan Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) halk arasında daha iyi bilinir. Bu yazıda,  başta  TSSB olmak üzere savaşa bağlı gelişebilecek psikolojik sorunlardan ve bunların kimi özelliklerinden bahsettikten sonra, daha önemli bulduğum iki konuya değineceğim. Savaşın uzun süreli ve geç etkilerini oluşturan ve üzerinde pek durulmayan bu iki sorun,  insanlığın geleceği ve toplum sağlığı açısından, binlerce kişinin hayatını kaybetmesi, milyonlarca insanın tıbbi ve psikolojik olarak zarar görmeleri kadar önemlidir. Dolayısıyla savaşa bağlı psikiyatrik sorunları 3 başlıkta ele alacağım:

1. Psikiyatrik bozukluklar

2. Şiddet davranışlarındaki artış

3. İnsani değerlerin kaybı ve dolayısıyla yetişmekte olan neslin kişilik gelişimi üzerindeki etkileri.

Savaşın yol açtığı psikolojik sorunları inceledikten sonra kısaca özellikle bu savaşın yaratacağı psikolojik sorunlardan korunma yolları hakkında bilgi vereceğim.

SAVAŞIN SIKLIĞI

İnsanlık tarihinin kayda alınan 5600 yılında 14 600’den fazla savaş yaşanmıştır. Her yıla yaklaşık 2.6 savaş düşmektedir. Her otuz yılı bir kuşak olarak kabul edecek olursak bu sürede yaşamış 185 kuşaktan sadece 10’u savaşsız bir ömür sürebilmiştir. Neredeyse hayatı boyunca savaş görmeyen bir insan yaşamamış gibidir.

20. yüzyılda yaşanan iki büyük Dünya Savaşı’ndan sonra, insanlık sanki barış ve huzur içinde yaşamaktaymış gibi bir yanılsama sık sık dile getirilir. Oysa  II. Dünya Savaş’ından bu yana 150’ye yakın savaş gerçekleşmiştir ve bu savaşlara bağlı olarak 60 milyondan fazla kişi hayatını kaybetmiştir. İkinci Dünya Savaş’ından bu yana savaşlarda ölen insan sayısı, II. Dünya Savaşı’nda ölen insan sayısının 3- 4 katıdır.

Savaş ve politik şiddet neden olduğu on milyonlarca can kaybı yanında bu rakamların birkaç katı kadar yaralı ve bundan daha da  fazla psikolojik olarak hasarlanmış insan yaratır. Ayrıca milyonlarca kişi, şiddete maruz kalma endişesiyle yerinden yurdun  olmakta, can güvenliğini sağlamak için çok travmatik göçler yaşamaktadırlar. Savaşa ve şiddete bağlı göçlerin yaygılığı açısından bir örnek verecek olursak, 1990  yılında sığınmacıların ve kendi yurtlarında yerlerinden edilenlerin sayısı 30 milyon iken bu sayı 1993 yılında 43 milyona çıkmıştır.

 


 

BÖLÜM –I

SAVAŞA BAĞLI GELİŞEN PSİKİYATRİK BOZUKLUKLAR

Savaşa bağılı olarak gelişen psikiyatrik bozuklukları şöyle sıralayabiliriz:

  1. Travma Sonrası Stres Bozukluğu
  2. Akut Stres Bozukluğu
  3. Post-travmatik Depresyon
  4. Uyum Bozukluğu
  5. Yaygın Anksiyete Bozukluğu
  6. BTA Aşırı Stres Bozukluğu
  7. Kısa Psikotik Bozukluk

8.         Dissosiyatif Amnezi 

9.         Dissosiyatif Füg

10.   Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu

11.   Depersonalizasyon Bozukluğu

12.   Uykuda Korku Bozukluğu

13.   Somatizasyon Bozukluğu

14.   Farklılaşmamış Somatoform Bozukluk

15.   Konversiyon Bozukluğu

 

 

1. Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)

 

Tanım

TSSB, aşırı travmatik bir stresin ardından, özgün bir takım belirtilerin gelişmesiyle giden bir bozukluktur. Kişinin travma yaratıcı olaya (savaşa) tepkileri aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme şeklindedir.Ortaya çıkan özgün belirtiler; travmatik olayı çeşitli biçimlerde sürekli yeniden yaşama; travmaya eşlik etmiş uyaranlardan sürekli kaçınma; genel tepki düzeyinde azalma ve artmış uyarılmışlık belirtilerini içerir. Tanı koyabilmek için belirtilerin bir arada en az bir aydır bulunuyor olması ve klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarda ya da işlevselliğin diğer önemli alanlarında bozulmaya neden olması gerekir.

 

Sıklık ve yaygınlık

Genel nüfus içinde TSSB’nin yaygınlık  oranı çeşitli ülkelerde genellikle % 1 civarında tespit edilmektedir. Buna karşın çeşitli travmalara maruz kalan topluluklarda travmanın çeşidine göre TSSB oranı artmaktadır:

Genel nüfusta                                                       % 1-3

Savaşa katılmış kişilerde                              % 17-45,

İşkence görmüş gruplarda                           % 23-54,

Tecavüz kurbanlarında                                 % 25-50,

Doğal afet populasyonunda                       % 3-59

 

Vietnam’da  yaralanan ABD askerlerinde ortalama  %20 oranında TSSB saptanmıştır. Bu genel rakam şiddetli savaş alanı stresiyle karşılaşan erkeklerde  % 30.9’a çıkmaktadır. Vietnam’da savaşan askerlerle ilgili yapılmış binlerce araştırma bulunmaktadır. Bu araştırmalar  Vietnam’da görev yapmış 3 150 000 eski muharipten 478 000’inde TSSB bulunduğunu göstermektedir.

Savaşın şiddetine maruz kalmış sivil halkta TSSB oranı askerlere oranla çok daha yüksek olmaktadır. Bosna’da iç savaştan sonra yapılan bir çok araştırmada sivil halk arasında TSSB oranı % 60’tan yüksek bulunmuştur. Askerler önceden savaş ortamına  hazırlanırlar, aldıkları eğitimin yarattığı hazırlanmışlık yanında savaş ortamında kendilerini koruma olanaklarına sahiptirler. Oysa sivil halkın bombalara ve kurşunlara karşılık verecek bir olanağı yoktur. Onlar pasif bir şekilde başlarına felaketi beklerler.   

 

Klinik Özellikler

TSSB, A tanı ölçütünde  belirtilen (1: Kişi, gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma ya da kendisinin ya da başkasının fizik bütünlüğüne bir tehdit olayını yaşamış, böyle bir olaya tanık olmuş ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelmiştir ve 2. Kişinin tepkileri arasında aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme vardır) özelliklerini gösteren bir travmayı takiben ortaya çıkar. Savaş koşulları ister savaşan askerler için olsun ister savaş ortamında kalan siviller için olsun TSSB’nin A kriterini karşılayan tipik travmalardandır..

B tanı ölçütlerinde belirtildiği gibi (1.olayın, elde olmadan tekrar tekrar anımsanan sıkıntı veren anıları; bunların arasında düşlemler, düşünceler ya da algılar vardır; 2. olayı sık sık sıkıntı veren bir biçimde rüyada görme; 3. travmatik olay sanki yeniden oluyormuş gibi davranma ya da hissetme [uyanmak üzereyken ya da sarhoşken ortaya çıkıyor olsa bile, o yaşantıyı yeniden yaşıyor olma duygusunu, illüzyonları, hallüsinasyonları ve dissosiyatif “flashback” epizodlarını kapsar]; 4.travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla karşılaşma üzerine yoğun bir psikolojik sıkıntı duyma; 5. travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla karşılaşma üzerine fizyolojik tepki gösterme) hasta çeşitli biçimlerde olayı tekrar tekrar yaşar.

Tekrarlanan yaşantılar hastayı bazan yaşadığı andan tamamen uzaklaştırabilir. Bir hatırlatıcı kişinin aniden travmanın duygusal ortamına girip çözülmesine (dissosiye olmasına) yol açabilir ya da kısa süreli geçici anımsamalar ya da yaşantıların canlanmasına neden olabilir. Bu anımsamalar sırasında bedensel tepkiler verebilir veya kendilerini korumaya çalışabilirler. Ancak bu denli ağır dissosiyasyonlar nadir görülür.

C tanı ölçütlerinde belirtildiği gibi (1. travmaya eşlik etmiş olan düşünce, duygu ya da konuşmalardan kaçınma çabaları; 2. travmayla ilgili anıları uyandıran etkinlikler, yerler ya da kişilerden uzak durma çabaları; 3. travmanın önemli bir bölümünü anımsayamama; 4.önemli etkinliklere karşı ilginin ya da bunlara katılımın belirgin olarak azalması; 5.insanlardan uzaklaşma ya da insanlara yabancılaştığı duyguları; 6. duygulanımda kısıtlılık (ör: sevme duygusunu yaşayamama); 7. bir geleceği kalmadığı duygusunu taşıma (örneğin bir mesleği, evliliği, çocukları ya da olağan bir yaşam süresi olacağı beklentisi içinde olmama) hastalar travmadan ve eşlik eden uyaranlardan kaçınma gösterirler. Travmayı veya eşlik eden anıları anımsatacak etkinliklerden uzak durmaya çalışırlar. Olaylarla ilgili haberleri okumaktan, konuşmaktan kaçınmak isteyebilirler. Ayrıca genel olarak ilgileri azalabilir, duygularını genel olarak bastırabilirler ve insanlarla ilişkiden uzak durabilirler.

D tanı ölçütlerinde belirtildiği gibi (1: uykuya dalmakta ve uykuyu sürdürmede zorluk, 2: irritabilite ya da öfke patlamaları, 3: düşüncelerini belli bir konu üzerinde yoğunlaştırmakta zorluk, 4: hipervijilans, 5: aşırı irkilme tepkisi gösterme) genel bir uyarılmışlık hali vardır. Uyku bazan kabuslarla bozulur, bazan hiç tepki vermedikleri halde, bazan çabuk öfkelenebilir ve kendilerine veya etrafa  zarar verebilirler, hep tetikte hissederler (örneğin defalarca bombalanmış bir şehirde yaşamış biri ufku dolayısıyla gelecek uçakları görebileceği bir ortamda olmadığında huzursuz hissedebilir), her an kötü bir şey olacak ya da travma tekrarlayacak endişesi vardır, küçük seslerden ve ilgisiz uyaranlardan irkilebilirler.

TSSB tanısı koymak için B, C, D tanı kriterlerinin bir arada en az bir aydır bulunuyor olması ve klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarda ya da işlevselliğin önemli diğer alanlarında bozulmaya neden olması gerekir

Semptomlar 3 aydan daha kısa sürerse akut; üç ay ya da daha uzun sürerse kronik; stres etkeninden en az 6 ay sonra başlamışsa gecikmeli başlangıçlı olarak adlandırılır. Bazan TSSB travmadan yıllar sonra özellikle yeni bir travma ya da travmayı anımsatan bir olayı takiben ortaya çıkabilmektedir.

TSSB Gelişmesindeki Risk Faktörleri

TSSB gelişmesi açısından en önemli etmen, karşılaşılan travmanın şiddetidir.

Çoğu çalışma, hastalık gelişme olasılığının stresörün şiddetine  göre arttığını göstermektedir. Travmanın şiddeti azaldıkça kişisel etkenler önem kazanmakta, travmanın şiddeti artıkça kişisel farklılıkların önemi azalmaktadır.

 

Travmanın özelliklerine  bağlı etkenler

Savaş deneyiminin şiddeti,

Savaşmayan insanları öldürme, yaralamaya ve zulme katılma ya da bunlara tanık olma,

Yaralanma,

Ölüm tehlikesi atlatma .

 

Kişisel özelliklere ilişkin etkenler

Ailede psikiyatrik hastalık öyküsü,

Çocukluk çağında uyum sorunları öyküsü,

Yoksul bir aileden gelme,

Nörotisizm ve geçmişte psikiyatrik bozukluk,

Erken cinsel ya da başka çocukluk çağı travması,

Çocukluk çağı ve ergenlik dönemi davranış bozukluğu öyküsü,

On yaşından küçükken ayrılık ya da anne–baba ayrılığı yaşantısı,

15 yaşın altında kendine güven azlığı,

Travma öncesi ve sonrası dönemde yaşam stresleri,

Kadın olmak.

 

Öznel değerlendirmeye ilişkin etkenler

Hazırlanmamışlık

Aşırı korku, terör

İnkar ve kaçınma

Kontrol edememe duygusu

Edilgenlik

TSSB’nin Gidişi

Travmatik bir olayla karşılaşan insanlardan çoğunda, geçici bir süre hiç değilse bazı semptomlar ortaya çıkar. TSSB ölçütlerini dolduranların çoğu düzelirken bazılarında kronik TSSB gelişir.

Bir araştırmada klinik yardım isteyen tecavüz kurbanlarında tecavüzden sonra iki hafta içinde Akut Stres Bozukluğu ölçütlerini doldurma oranları %95 iken,  bir, üç ve altı ay sonra sırasıyla %63.3, %45.9 ve %41.7 olarak saptanmıştır.

İkinci Dünya Savaşı mahkumlarıyla yapılan ve 40 yıllık bir süreyi kapsayan izleme çalışmaları, şiddetli travmatizasyonun kalıcı TSSB’ye yol açabileceğini göstermiştir. Deneklerin %67’si ülkelerine iade edildikleri sırada TSSB ölçütlerini doldurmaktaydılar. İzleme döneminde bu oran 30 yıl sonra %32’ye, 40 yıl sonra da %20’ye düşmüştü.

TSSB ile ilgili çok sayıda çalışma TSSB vakalarının yaklaşık % 20 gibi azımsanmayacak bir bölümünün, kronikleştiği ve iyileşmediklerini göstermektedir. Bugün ABD’de hala Vietnam savaşına katılmış askerlerin tedavisi ile ilgili psikiyatri kurumları bulunmaktadır.

Diğer Psikiyatrik Bozukluklar

2.  Akut Stres Bozukluğu: TSSB’den farklı olarak semptom örüntüsü stres etkeninden 4 hafta içinde ortaya çıkar ve 4 haftalık bir dönem içinde yatışır. Semptomlar bir aydan uzun sürerse ve TSSB ölçütlerini karşılarsa tanı TSSB olarak değiştirilir.

3.  Post-travmatik Depresyon: Travmatik yaşantıların ardından oldukça yüksek oranda Majör Depresyon ortaya çıkmaktadır. En az iki hafta boyunca hemen her gün keder, üzüntü duyguları veya hayattan zevk almada azalma ve isteksizlik duyguları yanında uyku, iştah bozuklukları, enerjisizlik, çabuk yorulma, dikkat konsantrasyon zorlukları, değersizlik, ümitsizlik, karamsarlık, intihar fikirleri, cinsel istekte azalma gibi belirtilerle seyreder.

4. Uyum Bozukluğu: TSSB’de stres etkeni çok aşırı bir nitelikte olmalıdır. Uyum bozukluğunda ise stres etkeni herhangi bir derecede olabilir. Aşırı stres etkenine gösterilen tepki TSSB’nin (ya da başka bir özgün mental bozukluğun) tanı ölçütlerini karşılamadığı zamanlarda ve aşırı olmayan bir stres etkenine (eşin terketmesi, işinden çıkarılma gibi) bir tepki olarak TSSB semptom örüntüsünün ortaya çıktığı durumlarda uyum bozukluğu tanısı konması daha uygundur.

 

5. Yaygın Anksiyete Bozukluğu

En az altı aylık bir süre boyunca, hemen her gün ortaya çıkan bir çok olay ya da etkinlik hakkında endişelerle birlikte, huzursuzluk, kolay yorulma, konsantrasyon zorluğu, irritabilite, kas gerginliği ve uyku bozukluğu gibi belirtilerle seyreden bir bozukluktur.

 

6. Başka Türlü Adlandırılamayan Aşırı Stres Bozukluğu (Disorders of extreme stress not otherwise specified; DESNOS) Uzun süreli ya da tekrarlayan, ensest, tekrarlayıcı çocukluk çağı veya eş suistimalleri, işkence ve esaret gibi ağır travma kurbanlarında TSSB tablosunu aşan bir tablo bulunabilmektedir. Bu tablo bazı yazarlarca DESNOS olarak adlandırılır.

DESNOS, TSSB tablosunun yanı sıra, baş, karın, sırt, pelvis ağrıları, bulantı kusma ve gastrointestinel yakınmalarla giden somatizasyonların, daha sık ve ciddi dissosyasyonların, kronik depresif bir duygudurumun mevcudiyeti gibi semptomların varlığı, boyun eğme ve başkaldırı arasında gidip gelen ve borderline tanısını düşündüren kişilik değişiklikleri ve tekrarlayıcı zarar arayıcı davranışlarla kendini gösterir.

7. Kısa Psikotik Bozukluk: TSSB’ye de yol açabilecek bir stres etkeninin ardından, hezeyanlar, hallüsinasyonlar, dezorganize konuşma ya da ileri derecede dezorganize ya da katatonik davranış gibi psikotik semptomlardan en az birinin bulunması ve en az bir gün en uzun bir ay süren bir tablodur. Psikotik semptomların bulunması ile TSSB’den ayrılır.

8. Dissosyatif Amnezi: Genellikle travmatik olan ya da stres doğuran önemli kişisel bilgileri, sıradan bir unutkanlıkla açıklanamayacak bir biçimde birden anımsayamama epizod ya da epizodlarıyla seyreder. Bozukluk sadece TSSB sırasında ortaya çıkıyorsa dissosiatif amnezi tanısı konmamalıdır.

9. Dissosyatif Füg: Kişinin, kısmen ya da bütünüyle yeni bir kimliğe bürünerek ve geçmişini anımsamayarak birden, beklenmedik bir biçimde, evinden ya da alışageldiği işyerinden ayrılıp gitmesidir. Bu bozukluk TSSB sırasında dahi ortaya çıksa ayrıca dissosiyatif füg tanısı konmalıdır.

10. Dissosyatif Kimlik Bozukluğu: İki ya da daha fazla kimliğin ya da kişilik durumunun varlığı ve bunlardan en az ikisinin kişinin davranışlarını zaman zaman denetim altında tutmasıyla giden bir bozukluktur. TSSB tanısı karşılanıyorsa iki tanı birlikte konulmalıdır.

11. Depersonalizasyon Bozukluğu Kişinin mental süreçlerinden ya da bedeninden ayrıldığı ya da mental süreçlerine/bedenine dışarıdan baktığı hissi ya da isteği dışında kendiliğinden davranma ya da rüyadaymış gibi olma duygularıyla seyreden bozukluk. Bu bozukluk eğer TSSB sırasında ortaya çıkıyorsa ayrıca bu tanı konmamalıdır.

12. Uykuda Korku Bozukluğu: Majör uyku döneminin ilk üçte biri sırasında yersiz korkuya kapılıp çığlık atmayla başlayan uykudan tekrar tekrar ani uyanma epizodları biçiminde seyreder. Bu bozukluk TSSB ile birlikte bulunduğunda ayrıca uykuda korku bozukluğu tanısı da konmalıdır. Uykuda korku bozukluğu tanısının konduğu hastalar ise TSSB açısından da değerlendirilmelidirler.

13. Somatizasyon Bozukluğu: Birkaç yıllık bir dönem halinde ortaya çıkan, tedavi arayışlarıyla ya da toplumsal, mesleki veya diğer önemli işlevsellik alanlarında bozulma ile sonuçlanan ve 30 yaşından önce başlayan çok sayıda fizik yakınma öyküsünün bulunması. Bu bozukluğun ağır travmalara ve uzun süreli erken çocukluk çağı suistimallerine bağlı olabileceğine dair çalışmalar mevcuttur. Bazan somatizasyon bozukluğu ve TSSB birlikte bulunabilir bazan da somatizasyon bozukluğu tanı ölçütlerini karşılamayan somatik yakınmalar TSSB’ye eşlik edebilir.

14. Farklılaşmamış Somatoform Bozukluk:En az 6 ay süreyle, bir ya da daha fazla tıbbi bir duruma bağlı olmayan ve klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da işlevsellik kaybına yol açan  psikojenik kökenli fizik yakınmalarla seyreden bir tablodur.

15. Konversiyon Bozukluğu: Psikolojik etkenlerin varlığında istemli motor ya da duyu işlevlerini etkileyen, nörolojik ya da diğer bir genel tıbbi durumu düşündüren semptom(lar)ın bulunması ile seyreden bir bozukluktur. Konversiyon bozukluğunu düşündüren semptomlar eğer TSSB ile daha iyi açıklanabiliyorsa ayrıca konversiyon bozukluğu tanısı konmamalıdır.

Sonuç olarak, travma sonrasında gelişebilecek birçok sendrom vardır. Bunlar, bazen çeşitli kombinasyonlar şeklinde, bazen de ardışık biçimde ortaya çıkabilmektedirler. Travmanın karakteri, algılanışı, meydana geldiği yaş, kurbanın kişilik özellikleri, destek gibi bir dizi faktör travmaya bağlı gelişecek tabloyu etkilemektedir.Tanı ve ayırıcı tanıda bütün bu sendromların akılda bulundurulması ve ayırım noktalarına dikkat edilmesi gerekir. Ancak bütün bunlara karşın erişkin çağda şiddete maruz kalanlarda en çok ortaya çıkan tablo TSSB’dir.


 

BÖLÜM-II

SAVAŞ SONRASI ŞİDDET DAVRANIŞINDA ARTMA

 

Savaş yol açacağı doğrudan acılar yanında insanlığın geleceğine ilişkin olumsuz gelişmelerin de hazırlayıcısıdır. Yapılan çeşitli araştırmalar göstermiştir ki savaşa katılan toplumlarda, savaştan sonra şiddet ve insan öldürme davranışında ciddi bir artış meydana gelmektedir.

 

ABD’de Vietnam savaşı sırasında cinayet ve saldırı olaylarında iki kat artış olmuştur.1963’te cinayet ve katliamlar 4.5(100 000 kişi başına)’tan 9.3’e çıkmıştır.

ABD’de 1963’ten 1973’e 10 yıl içinde ise  cinayet nedeniyle tutuklanma oranı erkeklerde %101, kadınlarda % 59 artmıştır.

 

1900-1970 yılları arasında 110 ulusta ve 44 büyük şehrin savaş ve suç kayıtları incelenmiştir. Savaş sırasında tutulan kayıtların güvenilir olamayacağı düşünüldüğünden savaşa katılan ulusların cinayet ve suç kayıtları savaştan 5 yıl öncesi  ve 5 yıl sonrası olmak üzere 10 yıl kayıtlara alınmamıştır.

Bulgular savaşa giren uluslarda savaştan sonra en az %10 artış olurken savaşa girmeyen uluslarda en az % 10 azalma olduğunu göstermiştir.

Cinayet ve saldırı faillerinin büyük kısmının genç insanlar olması ve savaşan ulusların savaştan sonra genç nüfuslarını ciddi bir biçimde kaybetmiş olmalarına karşın cinayetlerdeki bu artış, gerçek  oranının aslında daha fazla olduğunu düşündürmektedir.

Savaş sonrası cinayetlerde görülen artış, o ulusun savaşta yenilip yenilmemesi, ekonomik çöküntü içinde bulunup bulunmaması, savaşın büyüklüğü gibi faktörlerden bağımsız olarak meydana gelmektedir. Sadece savaşta kaybedilen insan sayısı ile savaş sonrasındaki cinayet artışı arasında paralellik saptanmıştır.

 

Uluslararası sorunlarını  dayatma, şiddet ve güç kullanma yoluyla çözmeye  alışkın bir devlet olan ABD  giderek bir şiddet toplumuna dönüşmüştür. Badura’nın da söylediği gibi devlet, vatandaşları için örnek alınan bir modeldir. Devletin başka uluslarla problem çözme tarzı, giderek vatandaşları tarafından da benimsenmekte, bireyler de kendi aralarındaki sorunları benzer bir biçimde çözmeye çalışmaktadırlar. Suç oranları en yüksek toplumlardan biri olan ABD’de erkeklerin % 60.3’ünün, kadınların ise % 50.3’ünün yaşamları boyunca en az bir kez TSSB’nin A ölçütünü karşılayan bir travma geçirdikleri saptanmıştır. Bilindiği gibi TSSB A ölçütüne uyan travmalar işkence, tecavüz gibi kişinin fiziksel bütünlüğüne zarar verebilecek ağır travmalardır. Bu araştırmada  erkeklerdeki TSSB’nin en yaygın nedenleri çarpışma, ağır yaralanma ya da ağır yaralanmaya veya ölüme tanıklık etme iken, kadınlardaki en yaygın neden tecavüz ve cinsel taciz olarak bulunmuştur.

 

Savaşın bireyler arasındaki şiddet davranışlarını artırması sadece öğrenme yoluyla olmaz. Savaş amaca ulaşmak için şiddet kullanımını meşrulaştırır ve insan öldürmenin önemsiz bir şey olduğu fikrini yaygınlaştırır.


 

 

BÖLÜM - III

İNSANİ DEĞERLERİN AŞINMASI VE İNSANLIĞIN GELECEĞİNE ETKİLERİ

 

Bu savaşı daha doğrusu saldırıyı diğer savaşlardan ayırt eden önemli özellikler vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

  1. Açık bir zorbalıktır.
  2. Çok büyük ve güçlü bir savaş makinesinin, bunlara karşı teknolojik olarak karşı koyabilecek gücü olmayan çok zayıf kuvvetlere saldırısıdır.
  3. İki ulus arasındaki bir çıkar çatışmasından değil, bir ulusun başka bir ulusun mallarını yağmalamak istemesinden kaynaklanmaktadır.
  4. Bu yağmadan herhangi bir şekilde pay alacak olanlar hariç hiç kimsenin haklı ya da  en azından mazur göremeyeceği bir zulümdür.
  5. İnsanlığa ve insani değerlere küstahça bir meydan okumadır.
  6. Yalanlar ve çarpıtmalar üzerine kuruludur.

 

Dolayısıyla savaşın ve şiddetin yarattığı terör ve korku yanında insanlık değerlerine saldırması nedeniyle de ruhsal yapıyı etkileyecektir. Bu saldırının insani değerleri hedef alması, insani değerleri koruyup koruyamayacağımız konusunda herkesi bir hesaplaşmaya tabi tutmaktadır.  Bu yağma ve zorbalık karşısında insanlığın şimdi alacağı  tutum gelecekte insani değerlerin ne kadar önemli olacağını da belirleyecektir. Bu zorbalık ve yağma karşısında başlıca şu tutumlar alınabilir:

 

  1. Yağmadan pay alabiliriz ya da yağmacılar bize bir ödeme yapar umuduyla yağmacılarla işbirliği yolları aramak ya da işbirliği için pazarlıklar yapmak,
  2. Yağmacıların yaratığı terör ve tehditlerden korkup, ses çıkarmamak ya da onları yatıştıracak bazı ödünler vermek,
  3. Hem çıkar elde etmek hem de zorbaların tehditlerine maruz kalmamak için bu katliama çeşitli biçimlerde yardımcı olmak,
  4. Hiçbir şekilde karışmamaya çalışmak,
  5. Açıkça bu katliama karşı çıkmak.

 

Az sayıda hükümet dışında hemen tüm hükümetler ilk 4 şık arasında bocaladı ve bunlar arasında  tercih yapmaya çalıştı. Hiçbir şekilde karışmamaya çalışanlar dahi bunu yaparken ABD’yi gücendirmemeye çalıştı. Ama açıkça bunun bir zulüm ve zorbalık, bir yağma olduğunu, insanlık dışı olduğunu söyleyen çıkmadı. Dünya barışını korumakla görevli Birleşmiş Milletler ise ABD’nin amacını gerçekleştirmesinde işe yaradığı oranda aktif olabildi. ABD’nin çıkarlarıyla açık bir çatışmadan özenle kaçındı. İnsanlığın yanında yer alamadı.

 

Hükümetler ve bir kurum olarak devletler, bireylerin bunlar hakkındaki bilinçli düşüncelerinden bağımsız olarak, insan zihninde ana-baba imgelerine karşılık gelir. Devlet insanların zihninde hem  besleyici, bakıcı bir ana hem de koruyucu bir babadır.

Ebeveyn imgeleri bu özellikleri yanında süperegomuzun ( yani değerlerimizin, ahlakımızın ve vicdanımızın) şekillendiricileridir. Yani iyi ve kötünün; kabul edilebilir olanın ve olmayanın, meşru ile  gayri meşrunun neler olduğunu gösteren ve öğretenlerdir.  Büyüklerimiz veya yöneticilerimiz, ekonomik çıkarlar elde edebilmek için bir haydutla iş birliği yapmayı seçiyorlarsa, bizlerde ileride benzer bir tercih yapmak durumunda kaldığımızda zalimden yana daha kolay tavır alacağızdır.

 

Şiddet ve terör, insanların yaşamlarını tehdit eder, insani, ahlaki değerleriyle yaşamı arasında bir tercihe zorlarsa, insanların önemli bir bölümü yaşamda kalmak için insani değerlerinden geçici de olsa vazgeçmeyi tercih edebilir. Ahlaklı olma ve insani değerlere sahip çıkma ya da kişinin kendisine karşı saygısını koruması  özellikle günümüz dünyasında, hayatta kalmaktan daha zayıf bir motivasyon kaynağıdır. İnsanın ahlaki değerlerinden vazgeçmesine yol açabilen tek şey yaşamını yitirme korkusu değildir. Günümüz insanı, aç ve işsiz kalma, dışlanma veya baskı görme korkusu nedeniyle de  insani değerlerinden vaz geçebelir ve  kendini ezen güçlerle işbirliği ve uzlaşmaya girebilir.

 

Şiddet, terör ya da çıkar kaybı korkusuyla insani değerlerden vazgeçmeyen insan ve toplulukların bulunması, üstelik bunu yüksek sesle söyleyebilmesi ve tehdidi karşılama cesareti göstermeleri, başka insanların da cesaretini artırır ve insani değerleri korumaya sevk eder. Dolayısıyla bu savaşa karşı yükseltilen her ses, her karşı duruş insanlığın geleceği açısından son derece önemlidir.

Bugün ülkemiz, açıkça siyasi ve ekonomik çıkarlar ya da endişeler nedeniyle, masum insanların öldürülmesi ve mallarının yağmalanmasına katılıp katılmamak arasında bir ikilemin içine düşmüş görünmektedir. Tereddütsüz reddedilmesi hatta karşı çıkılması gereken bir durum maalesef ekonomik zorluklarımız ve ABD’ye olan bağımlılığımız nedeniyle karar verilmesi güç bir ikilem gibi algılanmaktadır. Bir yanda insanlık dışı bir yağmaya ortak olmak ve öldürülen masum insanların kanlarının ellerimize bulaşması pahasına ekonomik olarak rahatlamak ve belki bazı siyasi çıkarlar elde etmek, diğer yanda insanlığımızı yitirmemek ama ekonomik zorluklarımızla baş başa kalmak hatta dünyanın egemen gücünün husumetini üstümüze çekmek riski.

Aslında sadece bizim halkımız değil bütün dünya halkları kararlarını çoktan verdiler ve daha savaş başlamadan, daha ölen, parçalanan çocuk bedenleri vicdanımızı yaralamadan bu savaşa karşı çıktılar. Onlarca milyon insan ne verilecek rüşvetlere ne yapılan tehditlere aldırmadan insanlıktan yana tavırlarını açıkça sergilediler. Kendilerine yapılmasa bile bu zorbalığı kabul edemeyeceklerini, dünyanın en büyük gücü de yapsa bu zalimliğe boyun eğmeyeceklerini gösterdiler ve  Irak’ta katledilen insanlara ellerini uzattılar. Çünkü biliyorlar ki bu saldırı ABD-İngiltere koalisyonu ile Saddam Diktatörlüğü arasındaki bir savaş değildir. Bu insanlıkla zalimler arasındaki bir mücadeledir.

Neden “gerçekçi” olmaya davet ediliyoruz?

İnsanlar ve grupların yaşama verdikleri anlamlar ve yaşamdan beklentileri farklılıklar arz eder. Herkes için temel olan şey insanca yaşamak, başkalarına iyi davranmak ve kimsenin hakkına el uzatmadan alnı açık yüzü ak bir yaşam sürmek değildir. Günümüzde bir çok insan için yaşamın temel amacı ve anlamı mümkün olduğu kadar çok kazanmak ve mümkün olduğunca güçlü olabilmektir. Kar ve  güç hırsına kapılmış kişi ve kurumlar insani değerleri hiçe sayabilmektedir. Ülkeleri yöneten iktidarlar ise iktidarlarının devamını sağlamak için parayı ve gücü ellerinde bulunduran bu gruplarla bir şekilde uzlaşmak gereğini hissederler. Ahlaki kaygılardan uzak anlaşmalara gidebilir, uluslarına verecekleri rüşvetle iktidarların sürdürmeye çalışabilirler.  

Terör ve şiddet çeşitli yollardan kişiyi boyun eğmeye zorlar. Boyun eğen kişi gene de kendisine karşı saygısı koruması için ya gerçekleri çarpıtmak ya da süperegosunu değiştirmek zorundadır. Korku veya çıkar nedeniyle zalimce davranacak ya da zalimle işbirliğine girecek kişi ve kurumların olup biteni çarpıtması, bu katliamı aslında bir demokrasi mücadelesi ya da özgürlük hareketi gibi sunması bu çabanın bir ürünüdür. Para, petrol ve güç hırsıyla sahip olmak istediği şeylere ulaşmak için çocukları, masum insanları öldürmesi gereken kişi kendi içinde huzurlu olabilmek için hem kendi değerlerini değiştirmek hem de başka insanların değer sistemini bozmak  zorundadır. Bunun için çok geniş bir propaganda sistemi devreye sokulmuştur. Bu amaçla hareket eden ve parayı gücü elinde bulunduranlar, olanakları  sayesinde insani değerleri zayıf kimseleri kolaylıkla satın alır ve kendi amaçları için kullanırlar. Medya bugün büyük oranda bu amaçla satın alınmış görünmektedir.

Sonuçta gerçeklerin çarpıtılması ve insani değerlerin rafa kaldırılması toplumsal düzeyde etkili hale geldiğinde insanlığın geleceği de karartılmış olacaktır. Bu nedenle de gerçekleri söyleyen ve insani değerlere sahip çıkan az sayıdaki basın kuruluşu çok önemli bir işlev yerine getirmektedir.

Şiddet ve terör niçin ve nasıl boyun eğdirir?

Saldırganın savaşa başvurmasının temel amacı istemlerinin zorla kabul edilmesini sağlamak amacıyla bu isteklerine boyun eğmeyen güçleri sindirmektir. ABD tüm dünyayı kendi egemenliği altına almak istemektedir. ABD’nin Irak’a saldırısı, sadece Irak petrollerini ele geçirmek ve bölgeye yerleşerek tam bir kontrol sağlamak amacına yönelik değildir, ABd aynı zamanda tüm dünyaya kendi istemlerine boyun eğmedikleri zaman neler yapabileceğini de göstermek amacını gütmektedir. Bu  saldırı olası tüm muhalefete de göz dağı vermek ve terörize etmek amacını gütmektedir. Dolayısıyla saldırıya doğrudan hedef olmayan tüm ülkeleri de en azından tarafsız hale getirmek ama mümkünse kendi tarafına çekmeyi hedeflemektedir.

Dolayısıyla travmaya uğrayan sadece üzerine bombalar yağdırılan ulusların insanları değil aynı zamanda üzerine bomba yağdırılabileceği ya da başka yollarla zarara uğratılabileceği tehdidi hissettirilen tüm insanlıktır. 

Savaş ortamındaki terör ve ölüm tehdidi öngörülemez ve kaçınılamaz bir travmadır. Bombaların nereye düşeceğini, kurşunların nereder geçeceğini ve ölümün sizi ne zaman bulacağını bilemezsiniz. Kişinin güvenliğini sağlamak için yapabileceği şeyler ve uzaklaşabileceği yerler güvenliğini sağlamakta yetersiz kalacaktır. Kaçışın olmayışı kişiyi sonunda "öğrenilmiş çaresizliğe" götürür. Çaresizlik duyguları da keder ve elem duygularının gelişmesine, ümitsizliğe yol açar. Ancak insani dayanışma bu ümitsizliği yenebilir.

Bu tehdide boyun eğmek ya da tehdidi savuşturmak için saldırganla uzlaşmaya  hele onunla işbirliği yapmaya çalışmak bizleri insanlıktan ve insani değerlerden uzaklaştıracağı gibi, yetişmekte olan kuşağa ve gelecek nesillerin de insani değerlerden uzaklaşmasına ve başka insanların canı pahasına da olsa en ilkel çıkarlarını korumaya yönlendirecektir.

 


 

BÖLÜM-IV

SAVAŞIN PSİKOLOJİK YIKIMLARINDAN KORUNMA YOLLARI

Kişinin huzuru, kendisinden ve yaşamından memnuniyeti kendilik ve nesne tasarımlarının bütünlüklü ve olumlu olmasını  gerektirir. Kendilik tasarımı dediğimiz ruhsal yapılanma, bizim kendi hakkımızdaki kanaatlerimizin bütününü teşkil eder. Yani nasıl bir insan olduğumuz sorusuna verdiğimiz yanıttır. Nesne tasarımı  ise bizim dışımızdaki dünyanın ve insanların nasıl olduklarına verdiğimiz yanıt, yani dış dünya hakkındaki kanaatlerimizin bütünüdür.

Travma ve terörün yarattığı etki,  nesne tasarımını doğrudan, kendilik tasarımını ise dolaylı yoldan etkiler.  Travmatik yaşantılar, dünyayı anlamlı ve kabul edilebilir görme, diğer insanları iyi ve yardımsever olarak algılama olanaklarını tahrip eder. Dünyayı tehditkar, güvensiz, adil olmayan, güçlünün zayıfı dilediği gibi ezdiği  ve  tehlikeli bir yer, insanları ise zarar vereci, zalim, çıkarcı, bencil, adalet duygusundan yoksun olarak algılamak kişinin kendilik tasarımını etkiler ve  kendisini önemsiz, değersiz, ezilmiş zulme uğramış, yalnız hissetmesine neden olur.

Travmanın insanı böylesine güvensizlik içinde bir ruh haline  sürüklemesi aynı zamanda onu bu yollardan kurtulmak için çareler üretmeye de sevk eder.

Başka insanların yapılan zulme karşı  çıkışları, mazlumların yanında yer alışları travmatize kişi ve toplulukları bu güvensiz ruh halinden kurtarabilir.

Keza travmanın ruhsal yapıyı etkilemesindeki büyük etkenlerden biri travma sırasında hissedilen çaresizlik, güçsüzlük ve ezilmişlik duygularıdır. Kişinin kendilik tasarımını bozan, kendisini zayıf, yenilmiş ve boyun eğmiş hissettiren bu durum TSSB gelişimindeki önemli etkenlerden biridir. İnsanlar bu travmatik etkiden kişiliğini, insanlığını yitirerek  şu çözüm yollarına başvurarak kendilerini kısmen rahatlatabilirler:

  1. İnkar: Zulmün yol açtığı tahribatı küçümsemek, görmezlikten gelmek ya da sorunun bizleri ilgilendirmediğini düşünmeye çalışmak
  2. Çarpıtma: Olup biteni başka bir şeymiş gibi algılamaya çalışmak mesela bu saldırının Irak halkını özgürleştirmek ve demokrasi getirmek için yapıldığına inanmak.
  3. Saldırganla özdeşleşme: Dünyayı tehditkar  kendisini güçsüz hisseden kişi veya toplulukların bu ruh halinden kurtulmalarının bir yolu da saldırganla özdeşleşmek, yani saldırganın tarafına geçerek tehlikeyi savuşturmaktır. Bugün dünyanın bir çok yerinde yaşanan bu dayatmacılık ve terör karşısında kendini tehlikede hisseden hükümetler bu yüzden saldırganla özdeşleşmiş ve onun bakış açısını benimsemişlerdir.
  4. Doğa üstü güçlere yönelmek: Bu dünyanın adaletsiz ve tehlikeli olduğunu hisseden, bir çözüm de bulamayan kişi ya da toplulukların bir yolu da bu dünyadaki umutlardan  vazgeçmek ve doğa ötesi, büyüsel ya da kutsal  güçlere inanarak kendini rahatlatmaya çalışmaktır.
  5. Eyleme vurmak: Travmatize kişi ve topluluklar travmanın yarattığı çaresizlik ve güçsüzlük duygusundan kurtulmanın bir yolu olarak kendilerinden zayıf kişi veya topluluklara zulüm ederek kendilerini güçlü hissetmeye ve tahrip olmuş kendilik tasarımlarını tamir etmeye çalışabilirler.

 Travma ve şiddetin etkilerinden insanlığını ve kişiliğini yitirmeden , ruh sağlığını koruyarak kurtulmanın ise başlıca iki yolu vardır:

  1. Zulme karşı insani dayanışma içinde olmak. Zulüme uğrayan insanları yalnız bırakmamak, zalimle hiçbir koşulda işbirliğine girmemek.
  2. Boyun eğmemek.Sessiz kalmamak, insani öfkesini ifade etmek. Travmanın yarattığı edilgenliğe ve yılgınlığa kendini kaptırmamak.

 

SONUÇ

 

İnsanlığın kültürel evrimi ve uygarlaşması boyunca etik ilkelerinin şöyle bir seyir takip ettiği söylenebilir.

  1. Bir çıkarın yoksa kimseye zarar vermeyeceksin, zevk için kimseyi öldürmeyeceksin
  2. Çıkarın söz konusu olsa bile bunu elde etmek için birini öldürmen gerekiyorsa bu çıkarından vazgeçeceksin
  3. Önemli de olsa bir amacın için kimseye zulüm etmeyeceksin
  4. Bir çıkarın söz konusu ise bunun başkalarına zarar verip vermediğine dikkat edeceksin
  5. Ulusal ya da ait olduğun topluluğun çıkarlarını kendi çıkarlarından üstün bileceksin
  6. İnsanlığın genel çıkarı ile bağdaşmıyorsa ulusal çıkarlarından vazgeçebileceksin
  7. İnsanlığın geleceği için kendi canından dahi vazgeçebileceksin

İnsanlık bu son evreye ulaşmış sayılmaz. Hatta bugün için ikinci evreye geri dönüş açısından ciddi bir risk söz konusudur. Bugün yaşanan trajedide her birimizin alacağı tutum geleceğimizi doğrudan belirleyecektir.

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa