Ulrike'nin beyni

Yildirim Türker             

 

Uygar dünya, geçmişe olan onca borcuyla birlikte, alacakaranlık bir tarihi yeniden, durmadan yeniden yazıyor

                 

Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun (RAF), daha bilinen adıyla Baader-Meinhof'un Ulrike'sinin kızını bütün dünya uzaktan, mahcubiyetle gölgeli bir merak içinde izliyor. Gazeteci Bettina Röhl'ün serüveni, anasınınki gibi trajik. Hayatını, anasını kendinden koparıp alan sol hareketle savaşmaya adamış olan bu kadın, tamamıyla çağdaş bir trajiğin sözcüsü. Alacakaranlık bir uygarlık resminin orta yerinde durmuş, karanlık bir tarihi yeniden yazmaya çalışırken insanlık serüveninin gelip dayanmış olduğu noktayı da aydınlatıyor kaçınılmaz olarak. Kah Antigone gibi şefkatli bir körlükle, kah Eurydice'nin boşluğa uzanan elleriyle bu çağın lanetli bir mitolojik kahramanına dönüşüyor karşılığında. Anasının intikamını almak isterken gözü dönmüş Medea gibi kendi çocukluğunu katletmeyi göze alıyor. Derin acılarla geçmiş çocukluğunun bir canavar söylencesi olan Ulrike'sini; anasını yeniden kucaklamak için ona yeni bir kimlik biçmeye çalışıyor. Anasının yoldaşlarıyla hesaplaşıyor. Joschka Fischer'in 1983'deki bir çatışmada bir polis memurunu döverken çekilmiş fotografını bulup çıkartıyor. Yetmiyor. Onun bir polisi daha öldürmeye teşebbüs ettiği iddiasıyla suç duyurusunda bulunup Cumhurbaşkanı'na mektuplar yazıyor. Radikal sol gruplar üstüne geniş bir araştırma yapan Röhl, sıkça kamuoyunun ve yargının önüne yeni iddialarla çıkıyor. Cohn-Bendit'in öğrenciliği sırasında kreşlerde çalışırken yazmış olduğu bir yazıda kız çocuklarının ne kadar flörtçü olabileceği saptaması, onun sübyancı ilan edilmesine yetiyor. Sağ basın, Bettina Röhl'e bayılıyor. Anasını yoldan çıkaran bütün kötü arkadaşlarının baş belası olan bu kadın, Alman siyasetini yönlendirmeye çalışıyor.

                  * * *

Bettina, Ulrike'yi bütün iradesinden soyup ihtiyaç duyduğu anaya dönüştürmek için onun katilleriyle kol kola girmekten kaçınmadı. Anasının geçmişinin izini kararlı bir polis gibi sürerken onun beyniyle karşılaştı. 41 yaşında ölen Meinhof'un beyninin Tübingen Üniversitesi'nde incelendiğini, çıkarılan raporda Ulrike'nin beyninde nörolojik bir bozulma saptandığını, dolayısıyla cezai ehliyeti olmadığını iddia etti. Röhl'e kalırsa, söz konusu raporu, dönemin öğrenci liderlerinden, şimdinin Dışişleri Bakanı Fisher, örtbas etmişti. Röhl'ün Ulrike'nin beyninin incelemeye alındığı iddiaları doğrulandı. Magdeburg Üniversitesi rektörü bir açıklama yaparak, "Beyin, Psikiyatri, Psikoterapi ve Psikosomatik Tıp Enstitüsü Başkanı'nın laboratuvarında. Ama niye orada, bilmiyorum" dedi. Evet, Röhl, haklı çıkmıştı. Annesinin beyni, izni alınmaksızın bilimsel araştırma için kullanılmıştı. Röhl, Ulrike'nin beynindeki 'bozukluk' nedeniyle cezai ehliyeti olmadığı halde yargılandığı ve hüküm giydiğini, dolayısıyla masum bir 'sakat' olduğunu kanıtladığını düşünüyordu.

 

Ulrike'nin beyni, değerli bir hatıra olarak; düşmanın yüzülmüş kafa derisi, öldürüldükten sonra kırılıp saklanmış altın dişi gibi 26 yıldır uygar Almanya'nın uygar bir bilim yuvasında saklanıyordu. Besbelli, malın sahibi profesör, arada bir kimi yakınlarına çapkın bir gururla ganimetini gösteriyordu. Şöminenin üstüne asılı bir kaplan kafası gibi. Vahşi ve güçlü avın, nesiller boyu, güvenli aile geleneği üstünde asılı duracak olan kesik başı.

 

Sistemin bilimi, sisteme karşı duran bir beynin farklılıklarını incelemeye alıyor. Bir hastalık olmalı. Mutlaka, mutlaka bir farklılık bulunmalı. Bir mutasyon. Bir deviasyon. Bir atrofi. Bir hipertrofi. Hipotalamusu farklı olabilir mi? Hani kimi masaya yatırılan eşcinsel beyinlerinde rastlanandan? Ya da gizli bir ur? Bütün mesele beynin loblarında gizli. Ona o bembeyaz, som sessizliğiyle çıldırtmaya yönelik hücreyi tasarımlayanların, hiç inandırıcı olmayan intiharının gölgesinde sırıtanların beyinlerinden farklı bir beyni olmalı bu hilkat garibesinin.

 

Mallach'ın pırıl pırıl beyninden farklı olmalı.

                  * * *

Yakın zaman önce, Ulrike'nin RAF yoldaşlarından Baader, Esslin ve Raspe'nin ölüm maskları bulunmuştu. Hans Joachim Mallach, RAF mahkumlarının tecrit hücrelerinde tutulduğu namlı Stammheim hapishanesinde birkaç yıl içinde sırayla ölü bulunan Ulrike Meinhof, Andreas Baader, Gudrun Esslin, Jan Carl Raspe, Juliane Plambeck ve Wolfgang Beer'e intihar teşhisi koyan, Tübingen Üniversitesi'nin saygın adli tıp profesörüydü. İki gün morgda kalan üç cesedin ölüm masklarını çıkaran da oydu.

 

Mallach, gençliğinde şanlı bir SS subayıydı. 17 yaşında SS'e katılmış, Stalingrad kuşatmasında yer almış, Hitler'in muhafızlığını yapmış, madalyalarla taltif edilmişti. Esir düştükten sonra 21 yaşında, toplumla bütünleşmesi için serbest bırakıldı. SS dövmesini kurşun deliği izlenimi bırakacak şekilde sildirdi. Zamanla mesleğinde yükseldi. Hizmetlerinden dolayı devlet nişanı bile aldı. Yeni Almanya'da iki oğlunu da nasyonal sosyalist ideallerle yetiştirdi. Oysa oğulları, onun fikirlerini korkunç bulan yetişkinler oldu. Nitekim babalarının 2001 Ocak ayında ölümünden sonra polise ve basına bir açıklama yaptılar.

 

İddiaya göre, Baader ve Raspe kendilerini hapisten çıkarmak için yapılan uçak kaçırma girişimi başarısızlıkla sonuçlanınca 17 Ekim 1977'de kafalarından vurulmuş olarak, Esslin ise asılmış olarak bulunmuştu. Üçlünün cesetleri 18 Ekim gecesi, örgütü düşman diye adlandıran Mallach ve ekibinin otopsi masasına geldi. İntihar raporunu bu namlı SS subayı kaleme aldı.

 

Mallach, oğullarına otopsiyi nasıl yaptığı üstüne bir şey söylememiş. Ama, Stuttgart polisi kriminal şubesinin başındaki Josef Ring'in talebiyle ölenlerin yakınlarına ve savcılığa bildirmeden cesetlerin her birinden üçer ölüm maskesi ısmarlamış. Mallach, maske işlemini kafa derisi yüzmeye benzetmiş ve masklardan SS tank tümeninin savaş ganimeti olarak söz etmiş. Oğulları 80'li yıllarda babalarını adli tıp enstitüsünde ziyaret ettiklerinde maskları dolapta görüyormuş.

 

                  * * *

Bettina, anasının trajedisinden ibaret kimliğini, bilimin tarafsızlığıyla yeniden yaratmaya çalışırken Mallach'ın elinden tutmuş oluyor. Anasını, çok inandığı uygar dünyanın, kirli işlerinde istihdam ettiği gizli Nazilerle el ele katlettiğini kabul edemiyor.

 

Aradan onca yıl geçtiği halde hücrelerinde ölü bulunan militanların katledildiğini yazmak ya da söylemek hâlâ çok tehlikeli. Yasal solun da ayakta durabilmek için sessizlikle geçiştirdiği bu konu ganimetlerle birlikte raflarda bekliyor. Uygar dünya, geçmişe olan onca borcuyla birlikte, alacakaranlık bir tarihi yeniden, durmadan yeniden yazıyor.

 

Kaybedenlerin yüzülmüş derileri, alacakaranlıkta, uygar dünyanın o ürpertici sırıtışını bir kibrit çakımlık süre içinde aydınlatıveriyor.

 

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa