Çocuklar
ölülere bakabilir
Yildirim
Türker
Ölüm
dışında bir çözüm düşünemeyenlerin memleketinde, zaten pamuk ipliğine bağlı
hayata fazla asılmadan yaşayan, ölümle haşır neşir bir nüfus patlamasının
farkında mısınız?
Birkaç yıl
önce, her bayram adet olduğu üzere kurban kesme adabı tartışılırken, gazetelerde
çıkan bir fotoğraf, bir son söz vuruculuğuyla hafızalarımıza kazınmıştı. 7
yaşındaki bir oğlan çocuğu bir çayırda çömelmiş, kesik, kanlı bir boğa başını
okşuyordu.
Fotoğrafın
sarsıcılığı, neredeyse pastoral bir duyarlıkla çerçevelendirilmiş olmasının
yanı sıra bir aile albümünün şifreli mahreminden çalınmış gibi üstünden evcil
bir dumanın tütmesinden geliyordu. İddialı bir savı, bir iletisi olan fotoğraflardaki
gerilimden eser yoktu. Bir savaş muhabiri tarafından yakalanıvermiş bir 'o an'
resmi değildi. Ama sayfayı çevirdikten sonra sırtınızdan buz gibi bir terin inmesiyle
birlikte o fotoğrafı hayatınız boyunca unutamayacağınızı fark etmişsinizdir
mutlaka. Gördüyseniz. Unutabilme konusunda yeterince cevval davranabilecek
malzemeye sahip değilseniz. Hafızanız nisyan ile değil hatırlamak, ille de
hatırlamakla malûl ise.
O, 7
yaşındaki oğlan çocuğunun orta yerde kurban edilmiş boğanın oracığa terk
edilmiş kanlı kellesini okşarken çekilmiş resmi, bize hayatımız üstüne işitmek
istediğimizden fazlasını söylüyor. Çocuk, o gözleri açık kalmış boğa kellesini
okşarken aklından, "Olmak ya da olmamak" repliği geçmiyor
elbette. O, olmanın ses geçirmez duvarları arasına kıstırılmış çoktan. Şaşkın,
hayran, hüzünlü bir aşkla ölü seviyor.
* * *
Birçok
yazımı geçirdiğim Bozcaada'da öğlene doğru silah sesleriyle yerimden fırladım.
Evin arkasındaki arsada bir zabıta memuru elinde silah, köpekleri kovalıyor,
durmadan ateş ediyordu. Bir tanesi vurulmuş, inleyerek can çekişiyor, ötekisi
çaresizce kaçmaya çalışıyor, ama katilinin elinden kurtulamıyordu. Kaç el ateş
etti hatırlamıyorum. Birkaç kişinin dışarı fırlamasıyla kasaba kovboyu
arabasına atlayıp kaçtı. Ardında pompalı tüfeğiyle paramparça edilmiş iki ceset
bırakarak. Kovboyun infazını gerçekleştirmeye karar verdiği anda orada
oynamakta olan beş altı çocuk, arkadaşlarının katledilişini izledi. Ölülere
yaklaşıp yakından baktılar. Yüzlerinden ne hissettikleri anlaşılmıyordu.
Olaydan haberi olmadığını iddia eden Belediye Başkanı'nı aramamla gelen belediye
işçileri bir pancar motora bağlı römorka güle oynaya cesetleri yüklerken de
çocuklar orada, ölülere bakıyordu. Az önce birlikte koşturdukları köpeciklerin
ölülerine.
Bu
topraklarda yaşayan herkes, kasaba kovboylarını tanır. O, uzun süre birlikte
yaşamanın verdiği aşinalıkla fazla ciddiye alınmadan kabul gören, palazlanmış
egolarıyla kendi kralı oldukları alemi yaratan küçük zorbaları. Bozcaada'nın
zabıta memuru avcı Necmettin de herkesin tanıdığı, mobiletine kendi köpeğini de
bindirip gezen bir şahsiyettir. Şaşkınlık içinde, kendi köpeği olan birinin nasıl
köpek katili olabildiğini soranlara da söylenecek tek söz, bu adamların köpek
değil köle aldıkları, işine yaradığı sürece o köleye katlandıklarıdır.
İnsanı, bu
memlekette, en beklemediği anda, ölüm yakalar. Vahşet, kendi dilini her ölçekte
büyük bir yaratıcılıkla oluşturur. Çocuklar, her vahşetin odak noktasında, ses çıkaramadan
öylece dikilir. Hızla hızla hızla büyürler. Çoluk çocuğun ortasında silahını
çekip 5-6 el ateş etmek, en azından ciddi bir suç olsa gerek. Bu adada yaşayan
kimi kadınlar hemen örgütlenerek vahşete karşı bir savaş başlattı. Ölümün ve
vahşetin tehdidi karşısında adeta doğal bir refleksle hayatın bekçiliğini
üstlenen kadınlar. 'Münasebetsiz duyarlıklarıyla', ölüme ve vahşete karşı koyuşlarındaki
güzelim hırçınlıkla alay konusu edilen kadınlar. Kaymakamla görüşmek
istediğimde o kadınlardan biri beni uyardı: "Nafile. Evinin önünde bir
adamına durmadan kargaları vurdurtuyor. Karısının uykusunu kaçırıp sinirlerini bozuyorlarmış."
Adalının
sahip çıktığı, kimseye zarar vermeyen o köpekler de tavuklara dadandığı şikayetiyle
hepimizin gözü önünde katledilmiş meğer. Ölülerini römorka yükleyen sevimli delikanlı
benim acımı sahiden anlamayıp melek gibi yüzüyle, "E öldürmeyip n'apıcan
bunları?" diyordu.
* * *
Çünkü
çocuklar ölülere bakabilir. Korkmadan, tiksinmeden, yüzünü buruşturmadan.
Sonsuz bir merakla.
Hayatı
ölümle tartabilen yetişkinlerin yüreği kolay kaldırmaz ölülere bakmayı.
Görmezden gelirler. Yanından geçiverirler. Çocuklar bakar.
Ölüm, henüz
tabu değildir çocuklar için.
* * *
Ama
büyüyorlar işte. Sona eren sıcak savaşta ve hiç sonu görünmeyen soğuk savaşta
ana-babaları, yakınları, hayvan dostları gözlerinin önünde öldürülmüş çocuklar
büyüdüler, büyümekteler. Daha bebekken işkenceden geçen, gözü önünde anası,
babası dövülen çocuklar da büyüyor. Ölüm dışında bir çözüm düşünemeyenlerin
memleketinde, zaten pamuk ipliğine bağlı hayata fazla asılmadan yaşayan, ölümle
haşır neşir bir nüfus patlamasının farkında mısınız?
Sizi,
köpekleri hunharca katleden o kasaba kovboyu kadar korkutmuyor mu, ölü bir
köpeğin açık kalmış gözlerine uzun uzun bakan o çocuklar?