SEYIRLIK CÜMBÜSLER VE GERÇEK KORKULAR:

Medya’daki Toplumsal Histeri

 

Nurçay Türkoglu

 

Rio de Janerio belediyebaskani, kentin anahtarini dört gün için, Brezilya karnavalini bu yil yönetecek olan “en sisman dansçi” seçilen Çilgin Kral’a teslim etmis. Parlak renkli kostümler, geçit arabalari, dev maketler, hepsi “gözle görülebilir büyüklükte” olmali. Büyüklük, fiziksel dikkat çekiciligin, görkemliligin vazgeçilmez bir unsuru. Kral da hacimli olmali. Ülkenin dört bir yanindaki yetenekli gençler ve çocuklar, köle atalarinin gizemli Orfeci baskaldiri cümbüslerinin modernlige ayak uydurmus biçimi (kralin komiklestirilmesi bosuna degil!), issizligin tampon siginagi olan Samba okullarinda yil boyunca gördükleri egitimin hakkini vererek kendi okullarini basariyla temsil etmeye çalisacaklar. Artik bir eglence endüstrisi haline gelen karnavalin dans ve gösteri yarismalarinda basarili olanlar da, geleceklerini bir ölçüde güvenceye almis olacaklar. Kuskusuz kente gelen turistler için oldugu kadar Brezilyalilarin çogu için de çilginca eglenen kalabaligin yakininda olmak pek keyifli olsa gerek. Zaten kentte güvenlik önlemleri de arttirilmis. Belki biz de, olayin bir özetini televizyon haberlerinden izlemekle yetinebiliriz.

“Herkes bir senlik bekliyor. Oturuyorlar iste kaygisizca, daha simdiden kaslarini dikmisler, hayrete düsmeyi bekliyorlar… Ve her seyden önce yeterince olay olmali. Seyretmek için gelirler, en çok sevdikleri budur. Gözler önünde çoksa olup biten…sonuçta herkes begendigini seçer. Bolluk sunan, herkese bir seyler verir, ve herkes memnun ayrilir müesseseden” (Goethe, s.7-9).

Eski Roma’da sansli köleler özel gladyatör okullarinda beslenip yetistirildikten sonra circus yani çember veya bildigimiz adiyla sirk biçimindeki Forum’da veya amfiteatrlarda kanli oyunlar için gösteriye çikarlardi (Sienkiewicz, s.572; Koestler, s.9). Sirklerin yöneticileri, izleyicilerin güvenligini saglamak üzere önlemler alir, gösterinin zevkli geçmesi için gerekli düzenlemeleri yaparlardi. Gladyatörler önce birbirleriyle, sonra vahsi hayvanlarla vurusturulur, tabii ki hayatta kalan bir sonraki yarisa kadar en iyi biçimde ödüllendirilirdi. Sezar’in yani imparatorun katildigi oyunlar daha senlikli olur ve birden çok vurusma düzenlenirdi. Gösteri aralarinda arenadaki kan kokularini gidermek üzere çiçekler, güzel kokular, taze kum serpilirdi. Alan yeni gösteri için temizlenirken cüceler, kadinlar ve palyaçolar dövüsüyormus gibi taklitler yaparak seyircileri eglendirirlerdi. Bu sirada halka piyango biletleri de dagitilirdi. Neler yoktu ki dolu biletlerde; evler, köleler, elbiseler, hayvanlar… Dolu bilet yakalayamayanlar için de Imparator serefine bedava yiyecek ve içecek dagitilirdi, “herkes memnun ayrilirdi müesseseden”. Sirkte hem eglence hem ekmek vardi.

Hiristiyanligin resmen kabul edilmesiyle M.S. 404 yilinda gladyatör oyunlari putperestlik dönemine ait Diyonizyak halk cümbüslerini animsattigi gerekçesiyle kilise tarafindan yasaklandi. Ortak noktalari, toplu bir eglence olarak, histeriye varan abartili coskuya izin vermeleriydi ama Apolloncu düzenlemeler var olsa da Diyonizyak cümbüslerde köle-kurbanlar yoktu. Diyonizyak cümbüslerdeki en önemli unsur eglenceye katilim biçimiydi; herkes kendinden geçme noktasina gelebilir ama is siddet gösterilerine gelince seyirciler bir kenara çekilir, oyuncular ya da kutsal ruhla iletisime geçebilenler (aktörler) aci çekme oyunu sergileyebilirlerdi. Gerçek siddet degil, siddetin oyunuydu bunlar. Törenleri düzenleyip uygulamalari denetlemekle halk tarafindan görevlendirilmis “inanç koruyuculari” vardi (Morgan, s.200). Diyonizyak törenlerde histerinin bulunmasi Thomson’a göre, toplumsal degisim sürecinde yasanan çeliskilerin yarattigi zorlamalarin bastirdigi coskularin zararsizca disa yansitilmasini sagliyordu (Thomson, s.436-437). Düzenlenen kurallara göre yilda bir kez yüceltilmis cosku gösterilerine, ritüellere katilan yurttas kendini isyan duygularindan temizleyerek rahatliyor, kollektif yasama daha kolay uyum gösteriyordu.

Düzenlenen eglenceler, görkemli gösteriler, ritüel, senlik, arinma, maliyeti en aza indirgenmis kollektif coskular ve uyumlanmalar… bütün bunlar hiç yabanci gelmiyor bize degil mi? Yukarida verdigim örneklerin hepsinde kamuya açik bir alanda, büyük ölçüde seyirlik, belirli bir ritüel düzeni içinde tutulan coskulu eglencelerin görkemliligi mitsel sInIrlar içinde gerçeklestirilir çünkü. Tipki bugün televizyonlarimizin karsisinda, stüdyoda veya telefonla belirli bir mesafeden katildigimiz yarismali eglence programlarinda oldugu gibi. Mitsel, çünkü yalnizca görünen önemlidir. Görünenin anlam ve biçimi arasinda saptirilmis bir benzerlik vardir (Barthes, s.109-110). Gördüklerimiz özlemlerimizi de, gerçekte içinde bulundugumuz yasamin kosullarini da hiç çatistirmadan içinde barindirir. Bu sayede, Kastamonu’nun bir kasabasindan telefonla yarismaya katilan, günlerini evde görücüye hazirlanmakla geçiren, kendini “ev kizi” olarak tanitan X, programin sunucusuyla sakaciktan flört edebilir, üstelik babasindan izin alarak. Ve yine bu sayede “65 yasima geldim oglum bak, simdiye kadar kimseye yalvarmadim, sana yalvariyorum, araba olan kutuyu aç” veya “ben özürlü bir devlet memuruyum, bu arabayi herkesten çok ben hakkediyorum” diye yalvarmak hiç de onur kirici sayilmaz. Sunucunun ve ortamin parodi özelligi, “azcik yalvarmaktan bir sey çikmaz” dedirtir izleyicilere. Ertesi gün ne ev kizi X camdan yolunu gözledigi tüpçüyle flört edebilecektir, ne 65’lik hanim dul maasinin birazcik arttirilmasi için bankaya yalvarabilecektir, ne de özürlü devlet memuru su faturasini ödemek için kuyruga girmekten kurtulabilecektir. Mitsel, çünkü uzlastirmaci bir oyun serbestisi sunar; fantazyalarimizla gerçekliklerimizin çocukça el ele verdigi bir oyun oynariz. Mitsel, çünkü oyun bitince aslinda degisen hiç bir sey olmaz. Oskay’in da belirttigi gibi “reel yasamin içinde kalarak oyunda belli bir serbestinin yasanmasi” negatif bir özgürlüktür (Oskay, s.147-167).

Sergilenen gösterinin unsurlari, gündelik yasamimizda, halihazirda kullandigimiz unsurlardir; “dogru zamanda, dogru yerde olmanin” getirdigi basari, sans oyunlariyla haklilastirilir. Basarili olmanin gözle görülür nesnelerle (araba, güzel sevgili-sarisin olursa daha iyi, para, mutfak robotu, elbise dolabi, salondaki kirli havayi temizleme cihazi, altin sandigi, vb.) kanitlandigi ödüllü yarismalarda kazanan hak ettigi için kazanmaktadir, kaybeden de sansi olmadigi için kaybeder. Zaten Wheels of Fortune adli oyunun basarili Türkçelestirmesiyle Çark-i Felek adi bosuna konmamistir. Herkes hediye kazanamaz ama seyirciler için de hosça vakit geçirtecek komedi ve müzik unsurlari bulunmaktadir. Ana haber bültenlerindeki bütün o baska yerlere ve baska insanlara ait kan-vahset çigirtkanligindan sonra arena süslenir, içimize su serpilir. Facia korkulari gibi kendini gerçeklestiremeyen, özne olamayan birey olarak yasayip gitme kaygilari da abartilmis heyecanlarla ama yalnizca seyirci olarak kaldigimiz, belki yerimizde büzülerek, iç çekerek izledigimiz gerçek veya kurgusal yasam görüntüleriyle birlikte bir cosku seline kapilir, asiri uyarilmanin getirdigi dona kalmislikla yasamaya devam ederiz. Herkes memnun ayrilir müesseseden.

 

Medyada Ütopyaci Tüketim

Mitsel anlatimin yasanan gerçeklerden yola çiktigini ve gerçeklikteki zitliklari, çatismalari yanilsamali bir kollektif uzlasma çerçevesi içinde çözmeye çalistigini söyledik. Hollywood müzikallerinden günümüz televizyon eglence programlarina kadar, popüler mitsel söylemde, toplumsal gerilimlere, yetersizliklere ve yoksunluklara bir takim ütopyacı çözümler önerilir (Dyer, s.277-278). Bu çözümlere televizyonda bol bol armagan ve nese dagitan yarismali eglence programlarini düsünerek bir kez daha bakalim:

 

Kitlik (toplumdaki gerçek yoksulluk; çevre toplumlarda gözlenen yoksulluk), zenginligin dagiliminda esitsizlik yerine Bolluk (yoksullugun herkes için yok edilmesi, göz ardi edilmesi; zenginligin esit dagilimi). Hediyelerin stüdyoda gerçek boyutlarda topluca sergilenmesinin yani sira, verilecek hediyelerin de yakindan çekilmis videolariyla ayrica tanitilmasi, herkese büyük-küçük bir çok hediye verildigi halde, stüdyodaki bollugun devamli olmasi.

 

Bitkinlik (insani tüketen çalisma yasami, yabancilasmis emek, kent yasaminin getirdigi baskilar) yerine Enerji (is ve oyunun bir arada olmasi, içinde dostça yasanan kent ya da kirsal yasama dönüs). Yerinde duramayan, sempatik, hatta komik ama oyunu düzenleyen kurallari bilip yarismacilara ögreten, her an duruma hakim, sözü dinlenir bir otorite olan sunucuyla ve onun yardimcilariyla özdeslesme / yakinlasma olanagi saglanir. Stüdyoda bulunan seyircilerin de zaman zaman “Hey! Hey!” vb. nidalarla costurulup alkislamalari ve gülmeleri görüntüye gelir.

 

SIkIntI / kasvet (monotonluk, her seyin önceden tahmin edilebilmesi, gündelik yasantinin amaçsizligi) yerine, Yogunluk (heyecan, drama, yasama sevinci). Dönen çark, açilan-açilmayan kutular, sorular, telefon baglantilari, küçük skeçler, müzik, güzel stüdyo mankenleriyle yasanan zararsiz flörtler, cinsellik ve sürprizlerle donatilmis bir ortam (bunları kim istemez?).

 

Manipulasyon / yönlendirme (reklamcilik, burjuva demokrasisi, cinsiyet rolleri) yerine Seffaflik (açik, aninda karsilikli, samimi iletisim ve iliskiler). Yarismaciların bazen meslek gruplarindan seçilmesi ama bu rollerini bir süre için parodilestirme rahatligi sunulmasi, ya da ünlü kisilerin (sarkici, oyuncu, vb.) aslinda sesli-sessiz harfleri karistiracak kadar okur-yazarliktan yoksun olduklarinin sergilenmesi (ünlülerin bizim kosullarimizda yasamadiklarini düsünmeden, örnegin zaten bir kaç tane arabalari, Rolex saatleri, pahali evleri ve giysileri olsa da bizim gibi hata yapabildiklerini görerek yakinlik hissetmemizi, empati duygusunu sagliyor), telefon konusmalarindaki sakalasmalar, kazananin istedigi hediyeyi seçme sansi vb.

 

Fragmanlasma / parçalanma (meslek hareketliligi, yer degistirmeler, yüksek kiralar, kollektif eylemin yasalarla sInIrlandirilmasi) yerine Topluluk (herkesin ayni yerde toplandigi, ortak ilgi ve çikarlar, ortak eylemler). Is yasamimizda, sokakta, aile içinde, özel iliskilerimizde kendimizi bir birey olarak gerçeklestirememenin sancisini bir kenara birakip, aslinda herkesin bizim gibi sIkIntilar içinde oldugunu, öyleyse hep birlikte gülebilecegimizi, bu yasami çekilir hale getirebilecegimizi gösterir medyadaki popüler programlar. Özellikle bol hediyeli yarisma programlarinda nesneler, adeta Kizilderililerin bir sonraki yila kalmasin da topluluk içinde husumete yol açmasin diyerek tüm fazla ürünlerini ortaya koyup tüketinceye kadar yiyip içtikleri “potlaç” geleneginde oldugu gibi paylasilir. Burada nesneleri yani zenginligini paylasanlar, medyanin ve orada reklami yapilan markalarin temsil ettigi toplumun üst gelir düzeyindeki insanlardir. Yalvarmak, rahat cinselligi sergilemek, bilgili-bilgisiz olmak, sansli-sanssiz olmak da topluluk tarafindan paylasildigi, onaylandigi için ayiplanmak, tek basina birakilmak kaygisina yol açmaz.

Tüketimin ütopyaci, yanilsamaci yani ve içinde hayali olarak eritilen gerçeklik tanimlamalarina karsi kanit olarak “dayanikli tüketim mallarina” sahip olmanin getirdigi kiskandirici zevk ve genellikle ev-içi gündelik yasamimizi kolaylastiracak islevselciligi konulacaktir. Araba, buzdolabi, çamasir-bulasIk makineleri, mutfak robotlari vb. araçlari edinmek, örnegin refah düzeyi gelismis ülkelerdeki orta sinif insani için oldugu kadar kolaylikla mümkün olsaydi durum biraz daha farkli olurdu saniyorum. Hemen burada, basvurdugumuz örnek ülkelerde bu araçlarin “ikinci el” ucuz mal piyasasinda elde edilebilir oldugunu hatirlatmakta fayda var. Türkiye gibi tüketimin gösterisçi / kiskandirici boyutunun agir bastigi piyasalarda “ikinci el” piyasalarinin hâlâ yerlesememis olmasinin iktisadi analizine ihtiyacimiz var, ancak ben burada yalnizca konunun önemine isaret etmekle yetinecegim. Tüketim tercihlerinin bir ülkedeki ekonomik üretim ve siyasal yapi arasindaki iliskiyle baglantili oldugu gerçeginden hareketle; özellikle 1980’lerden sonra tasinabilir ve tasinamaz mallarda giderek artan taksitli ve kredili satis olanaklarinin, müşteriyi tek tarafli olarak baglayan bankacilik ve sirket hizmetlerinin yetersizligi (?) tüketici kitlenin büyütülmesine yönelik piyasa çabalarina gölge düsürmektedir. Taksitli satislardaki bürokrasi, tasra pazarindaki alisageldigimiz karsiliklı rizaya dayali ufak-tefek aldatmacali pazarliklara izin vermemekte, aylikli veya haftalikli çalisarak geçimini kazanan müsteri, çogu kez ödeyemeyecegi borçlarin altina girmekte, bu sIkIntilara da kendisine ögretildigi gibi, modern dünyada yani endüstriyellesmis toplum içinde tüketebildigi kadar “birey” olabilmek için katlanmaktadir.

Nesneler yoluyla iliski kurulan bu gerçeklik artik kisinin kendisini yalnizca müsteri veya memur degil, vatandas olarak, birey olarak içinde yer aldigi toplumsal gerçekligi ikâme eden bir gerçeklik haline gelmektedir. Tüketicinin bilinçlenmesiyle ilgili söylemlerde ise tüketici, gereksinimlerini gidermek ve zevk elde etmek konusunda en makul ve mantikli karari verebilecek rasyonel bir varlik olarak ele alinir. Tüketimin duygusal ve bedensel kimligin korunmasiyla olan baglantisindan pek söz edilmez. Dis dünyayla nesneler dolayimiyla bag kurabilmek mümkünse de (magazada senetlere ismini yazip imzalamak, arkadaslarindan veya televizyondaki reklamlardan gördügü cep telefonu, kredi karti vb. gösterisli ürünleri kullanma “ayricaligini” elde etmek, vb.), dissal gerçekligin hayal kirikliklariyla, engelleriyle basa çikmada bu kalkanlar sanildigi kadar yardimci olamamaktadir. Ancak birey bu hüsranlarinda yalniz degildir, baskalarinin da kendisi gibi bu beyhude adreslere gide-gele nesneleri asindirdiginin da farkindadir. Kollektiflik, yanilsamali çözümler için de olsa rahatlaticidir. Çok sükür, her yerde çok görüldügü ya da gerçekten vaat ettigi kolayliklari saglayamadigi anlasildigi için asinan nesnelerin yerine küçük degi$ikliklerle hemen yenilerini koyabilecek bir endüstrimiz var, mallarimizin fazlaca dayanikli olmamasinin nedeni de bu olabilir (iktisatçi olmadigima göre bu görüsümün paranoyakça oldugunu söyleyeceklere karsi kendimi pek savunamam dogrusu).

Tüketimin zevk verici boyutunu abartarak öne çikartanlar için tüketim gerçekten özgürlügü vaat eden, yaratici ve dönüstürücü bir eylem olarak görülmektedir. Çogulcu yasam biçimlerine izin verecek, daha demokratik bir tüketici kültürünün olusmasi için ihtiyaç ve tercih çesitliligi sunacak piyasalar yaratilmasi için çalismalar yapilmakta. Akademik ortamlarda da piyasa/tüketici/insancillik arasinda dostluk kuruldugu gözlenebilir. Örnegin, medya arastirmalari, izleyicinin aldiklari mesajlardan, yani TV’de izledikleri görüntülerden ya da gazete ve dergilerde okuduklarından ne derece memnun olduklarini, bunlari doyurucu bulup bulmadiklarini yine izleyicilere sormaktan ibaret kaldigi zaman, ortaya medya/piyasa-halk/tüketici-bilimsellik/rasyonellik üçgeninin mutlu bir tablosu çikar. Medya halka istedigini vermekle, izleyici bir parça kafa bosaltmaya hakki oldugunu söylemekle, arastirmacilar da arastırmalarinin tamamen objektif ölçütlerle (hatta el degmeden bilgiislem ortaminda yapildigini, mesela rayting ölçümlerinde oldugu gibi denetim mekanizmalarinin sahtekârligi önledigini vb.) olusturuldugunu sayilarla ortaya koymakla kendilerini savunurlar.

Medyaya karsi gelistirilen ahlâkçi elestirilerin yerini bugün artik genellikle daha mikro düzeyde yapilan ve tutkudan yoksun arastirmalar almistir. Tüketimciligi “Bastan Çikarici Öteki” olarak gören yasli kültür elestirmenleri kusagindan, “tüketici kültürünün ilginç bir yenilik, rahatlatici ve eglenceli özellikleriyle, gevsetici degil enerji verici olabilecegini” onaylayan daha genç bir arastirmaci kusagina doğru gidildigi söylenebilir (Robins, s.107-126). Popüler kültürü sapkin bir alana dönüstügü için kutlayan yeni kusak arastirmacilar, tüketim deneyiminin, kisinin kendini ifade etmesi, kimlik ve zevk sorunlariyla baglantisini açiklamaya çalisirlar. Ancak zevk alma, aci çekme gibi duygularin algilanma ve yasanma biçimlerinin tarihsel ve toplumsal boyutlara göre aldigi farkliliklara, insan dogasinin karmasIkligina pek fazla deginilmeden, insanin zevk alma güdüsüyle hareket ettigini söylemek de pek yeni bir görüs olmasa gerek.

 

Korkuya Karsi Pandomimlestirilmis Histeri

Tüketim, gerçek dünyayla basa çikmak için gelistirdigimiz, kurumsallasmis bir toplumsal savunma stratejisi olarak görülebilir; tüketim yoluyla, dünyayla olan iliskilerimizden kaynaklanan kaygi ve korkulardan sakinabilir, bu tehditleri tecrit edebiliriz. Robins’in aktardigi gibi Freud, insani davranista hos olmayanin engellenmesinin, hos olani, zevk vereni elde etmekten daha önemli bir itici güç olabilecegini ileri sürer. Freud’a göre kaçisçi stratejiler aci veren gerçeklikleri elemek, süzgeçten geçirmek biçimini alabilecegi gibi, alternatif olarak gerçekligin biçim degiştirmesine (dönüstürülmesine) veya yerini almaya yönelik olarak da isleyebilir. Birinci durumda (yani süzgeçten geçirme durumunda) gelebilecek etkiyi azaltmak söz konusudur. Kisaca, Freud’un dedigi gibi, “aci çeken sey, duygudan baska bir sey degildir, hissettigimiz sürece aci çekeriz”. Böyle olunca, gerçekligin istirabini sInIrlayarak denetim altina almanin; acI çekmekten uzak durmanin yollarini bulmamiz gerekmektedir. Aranan çare, duygularin bir çesit uyusturulma biçimidir.

Modern gündelik yasamda bastirilmis enerjilerin, duygulanimlarin, modern öncesi karnavallarda oldugu gibi parodilestirilerek disa vurumu, bir hayatta kalma biçimine karsIlik vermektedir. Freud’un histeri vakalarini çözümlerken 19. Yy. Avrupa’sinin aristokrat hanimefendilerinin düslerinde sömürge ülkelerindeki maskelerin, ritüellerin izini sürmesi de, “korkusuzca kahkaha atmanin”, sinir bosalmasinin, duygulara gem vurmadan yasamanin ancak vahsi kültürlere özgü oldugunu benimsetmeye çalisan burjuva kültürünü dogru çözümlediginin bir göstergesidir. Sosyolojik analizlerde “dekadans” veya kültürel çökme, sapma denilen asiriliklara baktigimizda da, bir geriye gitme biçiminde tezahür eden çilginliklarin, moderniteye uyum saglamakta zorlanmalar yasayan birey ve topluluklar için bir hayatta kalma mücadelesi oldugunu görürüz. Realite reddedilmekte ancak yerine konacak bir baska gerçeklik bulmakta zorluk çekildigi için, en yakinimizdaki fiziksel sInIrlamaya, bedene odaklanip, bedensel zevklerin disa yansitilmasinin yollarini aramaktayiz.

Medyadaki histeri, iste en insani güdülerimizin (korkusuzca gülmek, cinselligi özgürce yasamak, vb.) bastirilmasinin hakli gerekçelerini bulmaya, yani içimizde gerçekten de bastirilmasi gereken bir seytan olduguna bizi inandirmaya yardimci olmaktadir. Dekadans sembolü olarak görülen medyatik figürler (Yildo, Banu Alkan, belki Hülya Avsar, vb.) kendilerinin de safça, önseziyle dile getirdikleri gibi “halkin gönlünde taht kuran” sisman Krallar, Kraliçelerdir. Bastirilmis özne olma enerjilerimizin parodilestirilmis disa vurumlaridir bence. Ancak özgürlesme fantazyalarinin gerçeklesmesini saglamalari imkânsizdir. Çünkü burjuva histerisi üzerine çalisanlarin da söyledikleri gibi günümüz karnaval biçimi seyirlik olmaktan öte geçememektedir. Uzaktan ve ancak duygusallikla röntgenlenen karnavallar olduklari için her gün yeniden üretilen ve tüketilen, zamandan ve cografyadan kopartilmis yanilsamalar olarak yasanmaktadir (Stallybrass ve White, s.284-292).

Bastirilmis zevkler, disa çikmasindan korkulan iblislere dönüsmüs ve ancak “Ötekilere” yansitildigi, taktirde taniyabildigimiz, bizden uzaklastirabildigimiz oranda kontrol edebilecegimizi sandigimiz tehlikeler haline gelmistir. Bu yüzden, korku kolayca nefrete, kine dönüsmekte, ister cinselligin disavurumu, ister radikal politikalar halinde olsun, kahkaha ve linç duygusu bir arada bulunmaktadir. Parodilestirilmiş histerinin medyada izlenmesi kolayca husumeti çagirmakta, kollektif öfke duygusunu körüklemektedir. Yine bu yüzden, armaganlar vererek eglendirmek ve bunu her gün yinelemek, insanlari keyiflendirmekle birlikte, hiç de masum olmayan dis gerçekligin anlasilmasini zorlastirmaktadir. Bu durumda halk neyi görmek istiyor vb. sorular sormak, magazinlesmenin ve skandallarin tarihin her döneminde dikkat çekici oldugunu haklilastirma kaniti olarak sunmak, medya patronlarini ve medyatik figürleri iblisler olarak görmek, kollektif histeriyi arttirmaktan baska her hangi bir yarar getiremeyecektir. Korkunun Ötekine yansitilarak kolayca adlandirılmasının önüne geçmek, herhalde insani güdülerimiz ve akil arasinda tercih yapmaya çalismakla degil, kendimizi ve insanligimizi, bize benzeyen ve benzemeyen diger insanlari, toplumu ve diger toplumlari anlamaya çalismakla mümkün olacaktir. Evet, düsünme kapasitesiyle neler yapabilecegimizi kestirmek zor görünür. Ama biz KDV fislerini zarflara geçirmek, tras makinesi, çamasir makinesi, bilgisayar, araba kullanmak, ise gidip gelmek, etrafimizdakileri kandirabilmek için masum ya da degil yalanlar söylemek, asIk olmak, çocuk yapmak ve büyütmek, eve taksitle esya almak, faturalar ödemek, ve benzeri daha zor seyler de yapmiyor muyuz?

 

 

YARARLANILAN KAYNAKLAR

 

BARTHES, Roland, Mythologies, Ingilizceye çeviren Annette Levers, Suffolk, Paladin, 1976. Kitap, Çagdas Söylenler adiyla Tahsin Yücel tarafindan Türkçeye çevrilerek Simavi yayinlarindan çikmisti.

DYER, Richard, “Entertainment and Utopia,” The Cultural Studies Reader, ed. Simon During, Routledge, Londra, 1993.

GOETHE, J., Faust, çev. Nihat Ülner, Öteki yay., Ankara, 1992.

KOESTLER, Arthur, Spartaküs: Kölelerin Isyani, çev. Zuhal Avci, Toplum yay., Istanbul, 1970.

MORGAN, Henry Lewis, Eski Toplum I, çev. Ünsal Oskay, Payel yay., Istanbul, 1986.

OSKAY, Ünsal, XIX. Yüzyildan Günümüze Kitle İletisiminin Kültürel Islevleri, AÜ. SBF yay., Ankara, 1982. Kitabin yeni baskisi Istanbul, Der yayinevinden yayinlanmistir. Ayrica Bkn. Prof. Ünsal Oskay’in popüler kültür ve kitle kültürüyle ilgili diger kitaplari; Çagdas Fantazya, Estetize Edilmis Yasam, ve YKY yay. dan Yikanmak Istemeyen Çocuklar Olalim,  Istanbul, 1998.

ROBINS, Kevin, Into The Image: Culture and Politics in the Field of Vision, Routledge, 1996, Londra. Kitap Istanbul, Ayrinti Yayinlari tarafindan Imaj adiyla Türkçe basima hazirlanmaktadir.

SIENKIEWICZ, Henryk, Kovadis, çev. Berin Kurt, Milli Egitim Bakanligi yay., Istanbul, 1989.

STALLYBRASS, Peter ve Allon White, “Bourgeois hysteria and the carnivalesque,” The Cultural Studies Reader, ed. Simon During, Routledge, Londra, 1993.

THOMSON, George, Aiskhylos ve Atina, çev. Mehmet H. Dogan, Payel yay. Istanbul, 1990.

TÜRKOGLU, Nurçay, “Seyirlik Ölümler,” Marmara İletisim, Nisan 1993, sayi 2, s.237-272. Televizyonda “reality showlar” ve siddetin çekiciligini incelemek üzere yaptigim bu çalismada “seyirlik” etkinlikleri daha genis olarak ele almistim.

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa