Insansiz insan haklari

Mithat Sancar

                        

İnsan haklari mi, dediniz. Cevabini Israil Büyükelçiligi verdi ya: Bütün bunlar, esasen Filistinlilerin insan haklarini saglamak için.

 

Filistin'de yasananlar, hepimizin bu mücadelenin en saf, dolayisiyla aciya en açik haliyle, bir kez daha yüzlesmesini sagliyor

                 

Benim de üyesi oldugum Türkiye Insan Haklari Vakfi Kurucular Kurulu, 30 Mart'taki Olagan Genel Kurulu'nda; Israil devletinin Filistin topraklarinda ve Filistinlilere karsi sürdürdügü insanlik disi uygulamalarin kinanmasi için bir basin açiklamasi yapilmasini kararlastirdi. Insan onuruna, insan haklarina duyarli pek çok kurulus gibi, TIHV de Israil'in her türlü insanlik degerini, en temel insancil hukuk normlarini pervasızca çigneyen "operasyon"larini kinayan kisa bir metni kamuoyuyla paylasti. Bunda bir olagandisilik, bir ilginçlik yok. Asil çarpicilik, bu duyurunun hemen ardindan Israil Büyükelçiligi'nin yaptigi cevabi açiklamada. Bu açiklamadan anliyoruz ki, "bu operasyon her iki tarafin sivil halklarinin insan haklarinin saglanmasi" amaciyla yürütülüyormus. Insan haklari ihlalleri tarihinde muktedirlerin ve zalimlerin en rahat giydikleri elbise olan sinizmin bir örnegi daha, deyip geçebiliriz. Ama olan biten sadece bundan ibaret ve bu kadar basit degil.

 

11 Eylül saldirilarinin ardindan, ABD ve müttefiklerinin söylem ve uygulamalari, gelismelerin ne yönde olacagina dair -görmek isteyenler için- yeterince isaret içeriyordu. Esas amaç, dünya üzerindeki hakimiyetin yeniden sekillendirilmesi. Yeni hakimiyet stratejisinde kilit kavram, "terörizmle mücadele"; hakimiyeti göstermenin yöntemi ise, kurali koyma yetkisinden çok, onu kapsamli ve sistemli bir sekilde ihlal edebilme gücünü vurgulamak. Bu strateji, "terör"ü ve "terörist"i tanimlama konusunda bir tekel, yani dil üzerinde de bir hakimiyet iddiasini ve çabasini kendiliginden içerir. Örnegin Israil gibi "bir devletin, dünyanin tek süper gücü tarafindan desteklenen, iyi donanimli bir askeri isgal takiminin sogukkanli ve 'rasyonal' kararlari"na dayanan her türden siddet eylemi "terör" kapsamina sokulmaz; "mesru müdafaa" olarak gösterilir.

 

ABD, bu stratejiyi, hem Afganistan'a saldirirken uluslararasi hukuku önemsemeyerek ve saldirilar sirasinda insancil hukukun temel normlarini defalarca ihlal ederek hem de saldirilar sonrasinda yakaladigi kisilere yaptigi muamelede ve onlarin yargilanmasina iliskin hazirliklarda insan haklari hukukunun asgari standartlarini bile takmayarak tasrih ve teyit etti.

 

Ikinci cephe Filistin

 

11 Eylül'ü takip eden günlerde ABD Disisleri Bakani Colin Powell, "uzun vadeli ve birçok cepheden yürütülecek bir mücadele"ye hazirlandiklarini söylüyordu. Afganistan "halledildikten" sonra, dünya ikinci cephenin nerede ve ne zaman açilacagini tartismaya basladi, hâlâ da tartisiyor. Oysa ikinci cephe, Afganistan'a saldiriyla ayni zamanlarda ve Ortadogu'da, daha somut olarak Filistin'de açilmisti bile. Israil devletinin, bastan beri hem söylemi hem de icraati, yeni hakimiyet stratejisinin en önemli ayagi ya da taseronu misyonuyla hareket ettigini gösteriyor. "Terörizmle mücadele"de her yol mübah sayildigina, Filistinliler de "terörist" olduguna göre, dünyanin gözlerinin içine baka baka gün isiginda isgal, sorgusuz sualsiz kitlesel gözaltilar, her mekân ve düzeyde iskence, yol ortasinda katliam Israil devletinin hakki oluyor. Bütün dünya -elbette ABD hariç- itiraz mi ediyormus, BM kararlari hiçe mi sayiliyormus, artik bunlarin bir önemi kalmiyor. Insan haklari mi, dediniz. Cevabini Israil Büyükelçiligi verdi ya: Bütün bunlar, esasen Filistinlilerin insan haklarini saglamak için.

 

Bu yeni hakimiyet stratejisinde en fazla hasarin insan haklari alaninda yasanacagini çok kimse söyledi, öngördü. En son, Uluslararasi Af Örgütü, Kahire Insan Haklari Çalismalari Enstitüsü, Uluslararasi Insan Haklari Ligi Federasyonu, Insan Haklari Izleme Örgütü ve Uluslararasi Hukukçular Komisyonu'ndan 2002 Insan Haklari Komisyonu'na sunulan ortak bildiride, özellikle tehdit altinda olan haklarin alti bir kez daha çizildi:

 

Kisi özgürlüğü ve güvenligi,

 

Iskence ve diger zalimane, insanlik disi veya onur kirici muameleye ugramama hakki,

 

Ifade ve barisçil toplanma ve örgütlenme özgürlügü,

 

Adil yargilanma hakki.

 

Siginma talebinde bulunma hakki ve kisilerin ciddi insan haklari ihlallerine ugrama riski bulunduklari ülkelere zorla gönderilmeme hakki

 

"Terörizmle mücadele"nin bir tür "global olaganüstü hal" mantigiyla, yani özgürlüklerin ve hukukun ihlalinin caiz oldugu kabulüyle yürütülecegi "dünyanin hakimleri" tarafindan -bazen açik bazen zimni bir biçimde- ilan edilince, ulusal devletlerin çogunun içerideki baskilari yogunlastirmak için, bir tür fetva sayilabilecek bu "mesruiyet çeki"nin üzerine atlamasi sasirtici olmuyor. Böylece "insan haklari çagi" olarak takdis edilen 21. yüzyil, seherine henüz varmisken, semanin isgaliyle tanismis oluyor; bir de zorbanin en iyi bildigi dil olan sinizmle. Afganistan operasyonunun amaci, Afganlari yeniden insanlastirmak, özellikle de kadinlara özgürlük getirmekti hani? Köyler, hastaneler, mülteci kamplari, velhasil bütün Afganistan bunun için bombalandi; çocuklar, kadinlar bunun için öldü ya. Ayni "insani operasyon"u yasama ve sevinme sirası simdi de Filistinlilerde; çünkü insan haklarina kavusacaklar!... 11 Eylül'ün insan haklari doktrininin "derin felsefi özü" de burada yatiyor. Aslinda bu da yeni bir sey degil; zorbanin evrensel dilinin epeyce kaba ve inandirici olma kaygisi da içermeyen sefil bir versiyonu sadece. Bilinir; muktedirler insan haklarindan söz ediyorlarsa ya da havada herhangi bir sekilde "hak ihsani" kokusu varsa, en hafif halde, ya o hakkin içi bosaltilmistir; ya da o hakki kullanacak olanlarin, hakkin öznesi olma bakimindan gereksindikleri özellikler gaspedilmistir. Kisacasi, ya hak, hak olmaktan çikmistir ya da özne, özne olmaktan. Daha agir halde ise, tikel veya kolektif özneyi fiziksel olarak yok etmeye kadar gider. Iste insanliga vaat edilen bu; yani öznesiz veya insansiz insan haklari düzeni...

 

Boya anarsisti olalim!

 

Peki durum hepten umutsuz, insanlik da çaresiz mi? Degil tabii ki... Önce, insan onuru ve haklari için mücadelenin zor, zorlu ve agir bedelli oldugunu yeniden hatirlamak gerek. Kafka'nin dedigi gibi, "düz bir yolda yürüyor olsaydin, tüm ilerleme istegine ragmen hâlâ gerisin geriye gitseydin, o zaman bu çaresiz bir durum olurdu; ama sen dik, senin de asagidan gördügün gibi dik bir yamaci tirmaniyorsun; o zaman da umutsuzluga kapilmana gerek yok." Filistin'de yasanan barbarlik, sadece Filistin'de yasayanlarin degil, hepimizin bu mücadelenin en saf, dolayisiyla aciya en açik haliyle bir kez daha yüzlesmesini sagliyor: Insan kalma. Ne yapmali? Herkesin kendine sormasi gereken bu soruya kendimce bir karsilik bulmus ve konuyla ilgili baska bir yazimda söylemistim: "Boya anarsistligi" gibi uçsuz bucaksiz bir yol var tutabilecegimiz. Evet, tablonun su an gözümüze sokulan hali,

içimizi acitiyor. Ancak "çizilen tablonun izlegi insan, insanlik ve tarihi olduguna göre, firça ve boyalarla ugrasimiz ebedidir. Bu tablo bitemez, nihai sekli olamaz. Bu nedenle, mücadele tabloyu bitirme mücadelesi degil; hangi renklerin görünür olacagi, isigin nereden alinip nereye konacagi mücadelesi. Bizlere düsen, firça kapmak ve renklere kosmak üzere harekete geçmek. Gücümüzün neye yetip neye yetmeyeceginin fazla bir önemi yok. Ressam konumuna geçemezsek bile, o tuvale ne kadar aykiri renk firlatabilirsek, dünyanin daha insanî yönde gelismesine o kadar katilmis oluruz."

 

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa