Solun
üzerindeki ölü topragini silkelemek
Ahmet Insel
Türkiye
solunun, daha dogrusu sollarinin, hakim ortak özelliklerinden ikisi, devletçi
ve milliyetçi olmalaridir
Türkiye'de
solun üzerine ölü topragi serili oldugunu solda hemen hemen herkes hissediyor,
görüyor ve bundan dolayi bunaliyor. Çok dar alanlarda yasanan hiper aktivizmin
örtemedigi bir olgu bu. Bu tesbiti dile getirince, solun dünyasina sirtini
dönmek ve baska ideolojik rüzgârlara yelken açmak
gerekmiyor.
Solun içinde bulunduğu iç açici olmayan durumu sogukkanlilikla tarif etmek,
solu içinden veya disindan elestirmek, ne amaçla yapilirsa yapilsin, solun
düsün plâninda canlanmasi için yararlidir. Bu elestiri salvosu, solu bir
kalemde silmek amaci tasisa bile, solun dirilmesi için bir firsattir. Yeter ki,
sol tahayyül kendi üzerine daha fazla kapanip, kulaklarini tikamasin, kendi
sayiklamasinin sesini yükselen toplumsal mücadelenin sesi sanmasin.
Bu cansizlik
hali, Türkiye soluna özgü bir durum degil üstelik. Son yirmi yil boyunca, bütün
dünyada sol, ideolojik olarak büyük bir kirilma yasadi. Solun belli basli güven
noktalarinin birbiri ardindan parçalanmalarinin getirdigi saskinlik, ayni
zamanda neo-liberal ideolojinin karsi hücumuyla büyük bir geri çekilmeye yol
açti. Post-moderm söylemin de etkisiyle, solun, gelecegin tasiyici gücünün
kendisi oldugu inanci kirildi. Buna inanmaya devam etse bile, toplumun büyük
çogunlugu sola böyle özel bir nitelik atfetmemeye basladi. Geleneksel isçi
sinifinin gelecegin evrensel sinifi olma iddiasini büyük ölçüde yitirmesi, bu
saskinligin önemli nedenlerinden biriydi. Bunun yaninda, asiri iradeci ve
merkeziyetçi bir ekonomik ve toplumsal örgütlenme anlayisinin, uygulamada,
gayri iradeci ve ademi merkeziyetçi pratiklerden daha iyi sonuç vermediklerinin
görülmesi, bu dogal üstünlük konumunu siddetle sarsti.
Bütün
bunlara ragmen, reformist sol son on bes yilda birçok ülkede iktidara nasil
geldi, diye soracaksiniz. Ideolojik olarak güçlü, yenilikçi bir çagrinin
tasiyicisi olmayan, sosyal içerikli hedefler içermekle beraber esas olarak
pragmatik bir yönetim anlayisini ileri süren bir sol yaklasimdi bu. Gücünü
toplumsal hareketlerden degil, iktidar kurumlarindan almayi, "yönetme
sorumlulugu"nun geregi olarak görüyordu. Bu reformist sol anlayisin
Türkiye'ye yansimasi, "ihale solculugu", kamu kuruluslarina
adam
yerlestirme "dayanismaciligi"
ve is dünyasinin nimetlerini yan cebine koymak biçiminde oldu. Pragmatik
yönetim anlayisinin somut tezahürü ise, "fincanci katirlarini
ürkütmemek" endisesiydi. Türkiye'nin asli iç ve dis politika
sorunlarinda, kendilerini devletin sahibi ilân etmis güçlerin dümen suyundan
gitmekti.
Devrimci sol
ise, üst üste aldigi agir darbelerden bunalmis olarak, siyasal durusunu
direnise indirgemisti. Bunu maglubiyet kültürünü özellikle sevdigi için
yaptigini söylemek, bir baska gerçegi gizlemek olur. Son derece baskici, hiçbir
muhalefet alanina tahammül edemeyen, pire için yorgan yakmaktan, ölçüsüz bir
siddet kullanmaktan çekinmeyen bir egemen siyasal anlayisin karsisinda farkli
davranma sansi çok fazla yoktu. Türkiye'de devrimci sol hareketler degil, çok
daha ilimli muhalif tavirlar bile her an devlet siddetini ensesinde hissetme
tehlikesi içinde yasadilar, yasamaya devam ediyorlar. Bunun yaninda, toplumsal
hareketlerden tecrit oldukça -daha dogrusu solun içinde bulunmaya aliskin
oldugu toplumsal hareketler sönmeye baslayinca- bu devrimci sol cemaatler, bazi
kuramlari ve birkaç eylem tipini fetislestirerek, gelenegin bekçiligi misyonuna
sarilip, kendilerini tarih disina çikarmaya basladilar. Devrimcilik,
gerçeklesebilir ve arzulanir siyasal hedeflerin ve ona uygun toplumsal varolus
biçimlerinin bir tarihi konjonktüre özgü niteligi olmaktan çikip,
mutlaklastirilmis bir tavir ve söylemin yaftasi oldu. Bu anlamda tarih disina
çikti.
Türkiye
solunun yerli özellikleri de bu durumdan sorumlu ayrica. Türkiye solunun, daha
dogrusu sollarinin, hakim ortak özelliklerinden ikisi, devletçi ve milliyetçi
olmalaridir. Çogu bunu kagit üzerinde reddetse de, siyasal mücadele kritik
noktaya geldiginde, bu iki nitelik bir siyasal refleks olarak bastirir. Solun
Türkiye'de siyasal ve toplumsal hareketlenmenin fikri önderligini yerine
getirmesi için gerekli hamleyi yapmasini, o eli oynamasini engeller. Halbuki
Türkiye'de gerçek bir devrimci dönüsüm, patrimonyal devlet geleneginin uzantisi
olan siyasal devletçiligin, homojen toplum saplantisinin giderek daha belirgin
bir tezahürü olmaya baslayan milliyetçiligin ve her seyi bir noktadan denetleme
arzusunu ifade eden merkeziyetçiligin yenilmesiyle mümkündür. Anti-emperyalist,
ulusalci, Üçüncü Dünyaci ve benzeri kiliflar içinde kendini ifade eden
milliyetçiligin sol versiyonlari, sonuç olarak has milliyetçiligin yolunun
üzerindeki çakil taslarini temizlerler.
Kürt sorunu
ve daha genel olarak kimlikler sorunu, Kibris sorunu, sermaye güçlerinin
fütursuzca silkeledigi emek piyasasinin magdurlarinin kaderi, kadin-erkek esitsizligi,
firsat esitsizliginde sosyal ve bölgesel belirleyenler, askeri bürokrasinin tahakkümü,
digerkâm bir insan haklari mücadelesinin eksikligi, dayanismaci bir ekonomi
örgütlenmesi gibi bir dizi konuda Türkiye solunun toplumu harekete geçirme
olanagi vardir. Bunun için solun tahayyül dünyasini daraltan, onu kökleri
kurumus bir gelenek agacini beklemeye mahkûm eden fetislerden kendini kurtarmasi
beklenir.
Solun magduriyet
sendromundan muzdarip oldugunu iddia edenlere
hatirlatilmalidir
ki, sol, kaybedenlerin degil, egemen düzenin kaybetmeye mahkûm ettiklerinin;
tutunmayanlarin degil, tutunamayan,
tutundurulmayanlarin
yanindadir. Toplumun ayni kesiminin sistemli biçimde kaybetmesine, tutunamamasina
son verme mücadelesini yürütür. Kaybetmeyi içselleştirmemistir. Bu düzende hep
ayni kesimin kaybettiginin bilgisini beynine kazimis ve bu bilgiyi eylemine
rehber kilmistir. Bu ise hep kaybeden olmaya riza göstermek degil, hep
kaybedenlerin olmasina karsi mücadele etmek demektir. Hep kazananlarin
cephesinden bakinca bunu kavramak elbette zordur.
Not:
Yazardan izin alinmistir.