Özgürlügü
savunmak gerek
Vahap Coskun
Hem
insani onurumuzdan ödün vermeden yasamak, hem de güvenligimizi saglamak için
özgürlügü, bugün her zamankinden daha fazla, savunmaliyiz
Bir kirilma noktasina
isaret eden 11 Eylül faciasi, yasamimizi anlamlandiran bütün olgularin elestiri
süzgecinden geçirilmesine ve yeniden
degerlendirilmesine
neden oldu. 'Eski'ye ait olanin yikilip, 'yeni' olanin
basgösterdigi bu elestiri ve yeniden anlamlandirma sürecinde, 'özgürlük' mefhumu
da tartismalarin odak noktasinda yer aldi. Binlerce masum insanin yasamina
malolan terörist eylemlerden sonra, özgürlüklerin bu tür eylemleri nasil
etkiledigi ve hatta özgürlüklerin terörizme ne ölçüde yardimci oldugu konusu
ciddi bir sekilde sorgulanmaya baslandi. Bu ortamda eski (ve basit) bir soru,
yeniden (ama siddetle) gündeme geldi: 'Acaba kamusal güvenligi saglamak
için bireysel özgürlükleri genisletmek ve bunlara saygi göstermek dogru bir
tercih midir? Yoksa güvenlik ancak sivil-siyasi özgürlüklerin kisitlandigi ve
sert cezalarin hüküm sürdügü güçlü bir devlet yapisiyla mi saglanabilir?'
11 Eylül
sonrasi serdedilen fikirlere ve yapilanlara bakildiginda, özgürlük karsiti
görüslerin 'mevzi kazandigi' yadsinamaz. Basta ABD ve Avrupa ülkelerinde
olmak üzere tüm dünyada siradan insanlarin özgürlük alanlarinin giderek
daraldigini görüyoruz. Bu alan daralmasi iki sekilde kendini
hissettiriyor:
Bir yandan varolan özgürlüklerin (haberlesme, seyahat, iletisim, vb.)
kullanilmasina ciddi fiili ve yasal sinirlamalar getirilirken, diger yandan da
her türlü özgürlük talebi siddetle bastiriliyor. Bu baski atmosferinde,
özgürlük ve baris gibi temel insani degerleri savunan kisi ve gruplar,
teröristlerin ekmegine yag sürmekle itham ediliyor; yaratilan paranoya
sayesinde tüm toplum kesimleri özgürlüklerinden kolayca vazgeçebilecek bir
duruma geliyor. Hatta daha önceki yillarda anti-özgürlükçü bir rejimin ölüm
tehdine maruz kalmis Salman Rushdi gibi bir aydin bile "güvenligimizi
saglamak için özgürlüklerimizden fedakarlik edebiliriz" diyerek, hakim
görüse uygun fetvalar veriyor. Bu, çok vahim bir durum.
Otoriter tavir
ve görüsleri ile temayüz eden kisilerin köse baslarini tuttugu ve toplumu yalan
yanlis bilgilerle özgürlük aleyhine yönlendirdigi böylesi bir süreçte, özgürlügü
savunmasiz birakmamamiz gerekiyor. Özellikle, varliklari özgür bir ortamin varligina
bagli olan entelektüellerin, özgürlük savunusu yapmalari bugün kendini bir
zorunluluk olarak dayatiyor. Özgürlügü savunmamiz su noktalara dayandirabilecegimizi
düsünüyorum:
1. Her seyden
önce, insani insan yapan temel, özgürlüktür. Çünkü insan, yasamini idame
ettirmek için, yaratmak; yenilemek; yenilenmek; içinde yaşadigi çaga, topluma
ve bir bütün olarak evrene katkida bulunmak zorundadir. Bütün bunlari layikiyla
yerine getirebilmesi için özgür olmasi gerekir. Öte yandan, insanin bir "varlik"
olmaktan çikip, ahlâki anlamda bir kisilik kazanabilmesi, sorumluluk sahibi
bir "insan" olabilmesi de, günlük yasaminda özgürlügü teneffüs
etmesine baglidir.
2. Elbette
ki özgürlük her zaman olumlu bir biçimde, iyiye yönelik olarak kullanilmaz; o,
bünyesinde kötüye kullanilmasi riskini de tasir. Demokratik hak ve özgürlükler,
bazi durumlarda teröristlere genis hareket alani taniyarak onlarin isini kolaylastirabilir.
Ama unutulmamasi gereken sey, bizatihi özgürlügün kendisinin terörizmin nedeni
olmadigidir. Nasil ki, devlet iktidarinin kötüye kullanilmasi mümkünse, ayni sekilde
özgürlügün de kötüye kullanilmasi söz konusu olabilir. Dolayisiyla bireylerin
sahip olduklari özgürlükleri kötü emelleri ugruna kullanmalari, bütün toplumun
özgürlükten mahrum edilmesinin hakli gerekçesi olamaz.
3. Özgürlük
savunusunda, bugünkü konjonktüre bagli olarak, asil üzerinde durulmasi gereken
nokta ise su: "Gerçekten güvenligi saglamak adina özgürlükleri kisitlamak
(hatta ortadan kaldirmak) dogru bir yol mu?" Iki nedenden ötürü degil:
Birincisi,
her yasaklama eylemi baslangiçta, kisa süreli bir rahatlama saglayabilir. Ama
zamanla, yasaklanan görüse, inanca, nesneye olan sürekli artacak, bu giderek
daha da güçlenecek, yasaklar üzerine oturan ve zorla empoze edilen düzeni
zorlayacak. Bu nedenle özgürlükleri inkâr etme yoluyla saglanan düzen çok kisa
bir süre için güvenligi saglasa bile, kamusal güvenligi sürekli olarak saglayamaz.
Ikincisi, "güvenlik"in
fetis bir kavram haline getirilmesi, devlet aygitinin bireysel yasamimiza daha
çok karismasina ve daha baskici olmasina yol açar. Devlet, kamusal güvenligi saglamak
adina özgürlükleri daraltir ve özgürlüklerin kullanilmasini imkansiz kilan yeni
suç kategorileri ihdas eder. Bunun sonucu, devlet birey ve toplumdan
soyutlanarak dogaüstü bir varlik olarak algilanir. Kuskusuz bu anlayis
içerisinde devlet, bireyin hizmetinde bir araç olmaktan çikacak, basli basina
bir amaç haline getirilmis olacaktir ki; bu, insan yasami için en büyük
tehdittir. Zira, geçen yüzyilin tarihsel deneyimi gösterdi ki, insan hayatina
ve mutluluguna yönelik en büyük tehditler özgürlüklerden degil, güvenlik adina
özgürlügü bogan ve kendini "yüce bir amaç" olarak gören
Nazi Almanya'si, Stalin Rusya'si ve Mao Çin'i, gibi zalimce güçlü merkezi
devletlerden geldi.
Hem insani
onurumuzdan ödün vermeden yasamak, hem de güvenligimizi saglamak için özgürlügü,
bugün her zamankinden daha fazla, savunmaliyiz. Çünkü, Maurice Cranston'un
ifade ettigi gibi "güvenlik ve özgürlük talebi, zorlukla uzlastirilabilecek
iki seyi talep etmek degildir. Insan haklari lehinde söylenen klasik
iddialardan birisi, özgür bir ülkenin despotizmden daha güvenilir oldugu idi.
Bunun dogru oldugunu düsünmeye devam etmemiz için tarih bize iyi sebepler
vermektedir."