Türkiye'nin
Irgat Realitesi
Ömer
Leventoglu
TV'deki
programci kizin görüntüsü canli, sempatik, rahat; fazlasiyla özgüvenliydi...
Yeni dogmus bir kuzunun, yemyesil bir yaylada hoplaya ziplaya oynasmasi gibi kameranin
önünden adeta kayip gidiyordu... Insanin içini isitan bir ses tonuna sahipti; "eee"
vurgusunda tizlesen, iyice sempatiklesen sesiyle, "meeerhaba!"
diyor ve dagin bögründe çali çirpiyla yaktigi atesin üzerine çatili sacda ekmek
pisiren küçük kiza uzatiyordu mikrofonu...
Ekmek
pisiren kiz, 12-13'ünde... O' nun üzerinde de sasirtici bir rahatlik var. O
kadar ki, belki de hayatinda ilk kez gördügü kamerayi bile garip bir
serkeslikle görmezden geliyor... Programci kizin sorularina usturuplu laflarla karsilik
verme telasina düsmüyor hiç... Gariptir; heyecanlanip, utanip, sIkilip
konusamamak gibi bir derdi de yok... Hummali bir fındık toplama mesaisinin
sürdüğü yamaçtaki yalnız bir çalının altına kurmuş 'firin'ini. Isine yillarini
vermis bir tecrübe akiyor suratindan...
Ailesi findik
toplarken, o da yiyecek ekmeklerini hazirliyordu. Öglenden sonra o da baslayacakti
findik toplamaya... Yevmiyesini dogrultmak için, belki biraz daha fazla çalisacakti...
Geçen yilki toplam mevsimlik çalismasindan 100 milyon kazanmisti. Anlattigina
göre, baharla birlikte Mardin'den çikmislardi yola... Ilkin, kamyonla
geldikleri Adana'daki tarlalara yerlesmişlerdi. Oradaki isleri bitip de findik
sezonu açildiginda ise, Posta Treni'nin tökezleye, topallaya iki gün iki gecede
katettigi mesafeleri asip, Terme'ye varmislardi. Bundan sonraki yol haritasi da
belliydi; burada isler bitince, ver elini Turgutlu, Salihli bostanlari,
zeytinlikler. Son güzün de, son isleri Izmir civarindaki ormanlarda, orman
temizligi. Iste bir dönence daha böyle tamamlanacakti, tipki diger yillar
gibi...
Aslinda isin
rengi biraz mat... Kendilerine ait bir dikili agacin olmadigi köylerinde, yoklugun
en beteri, sefaletin en derini, eziyetin en eziyetlisidir yasamlari.
Çukurova'da, Terme'de, Manisa'da onlarin alinteridir akar topraga... Her bir
diyarda adlari baska baskadır; Urfa'da "maraba", Çukurova'da
"Irgat," Ege'de "gezici tarim isçisi",
Karadeniz'de "toplayici", Orta Anadolu'da "rençber"dirler...
Her yil
Nisan ayinda, tarlalarda irgatlik islerine siftah edildiginde, Çukurova'daki Il
Çalisma Komisyonu da yevmiyeleri belirlemek üzere toplanir... Belirlenen
ücretler, daha sonra, yil boyunca her bir bölgede, her bir iste "baz"
kabul edilir... Kimler yok ki bu Komisyon'da!.. Vali, Il Çalisma Müdürü, Is Kurumu
yetkilisi, tarla agasi; bir de irgatlarin üye olamadiklari, sadece "elci"lerin
örgütü olan Tarim-Is Sendikasi... Paradoksa bakin ki, sendika bile "sendika"
olmaktan çikiyor, onlar sözkonusu oldugunda. Komisyon'daki sendika, "elci"leri
temsil ediyor. Aslinda 'elci'ler isçi degil; çalismazlar, sadece isçi
temin ederler. Ve sonuçta Komisyon ücretleri belirliyor; ama ne bir pazarlik,
ne itiraz ne de reddetme olasiliginin olmadigi "is sözlesmesi",
bir sayfalik bir belge olarak ortaya çikiyor...
Is hukuku mu?
Belgenin en
önemli unsurunu günlük yevmiye olusturuyor; bu tek sayfalik matbu kagitta, yildan
yila degisen tek sey de zaten ücret miktari; yani yevmiye... Diger unsurlar
sabit; irgat, sabah saat 6'dan aksam saat 18'e kadar çalisir; sabah kahvaltisi
için 15 dakika, öglen yemegi için 1 saat ve aksam üzeri de gene 15 dakika
dinlenme ve çay molasi verilir... Belgede, çalisma disipliniyle ilgili maddeler
ince elenip sIk dokunurken, titizlikle kaleme alinirken, irgatlarin hangi "Is
Yasasi"na dayali olarak çalistirildigiyla ilgili bir sey yer almaz.
Sosyal güvenlik ya da saglik sorunlarina karsi hiçbir beyan, hüküm, emir
bulunmaz.
Yani
Türkiye'deki toplam sayilari ortalama 1 milyonu geçen, yogun hasat dönemlerinde
2 milyonu bulan bir çalisma alaninda "Is Hukuku" diye bir seyden
söz edilemiyor. Sendika meselesine gelince, sendikacilar bile açiklayamiyor "islevleri"ni...
"Ben nasil örgütleyecegim irgati? Adamin ne nüfus cüzdani ne de
hiç bir politik bilinci yok; ilkokul çagindaki çocugundan, 70 yasindaki babasina,
anasina kadar herkesi torlamis toplamis gelmis buraya. Hangi tarlada, kaç kisi,
kaç gün çalisiyor; oradan nereye geçiyor belli degil. Neresinden, nasil
örgütleyecegim, kiminle, kimin adina masaya oturacagim?"
Evet,
Türkiye'de böyle bir "Gezici Tarim Isçisi" realitesi var... Bu
realite bugün, dün ya da birkaç yil önce ortaya çikmis da degil; yillarin, yüzyillarin
gerçekligi. Hatta yüzyillar öncesinin dünyasi, bugünkü çalisma kosullarinin, "is
hukuku"nun, irgatlik teamüllerinin, irgatlara yükledigi agirliga göre
daha ehvendi. Mesela, 1830'larda, Misir Valisi Mehmet Ali Pasa zamaninda,
hiçbir globallesme, küresel normlari yakalama iddiasi tasimayan ülkede bu isçiler,
7 günlük ücret alip 6 gün çalistiriliyorlardi. O günkü ücret ödemelerinin "reel"
karsiligini hesaplamamiza yarayacak bir istatistiki veri yok elimizde; ama son
on yilin ücretlerinin "reel alim gücü" karsilastirmalari
gösteriyor ki; ortalama günlük ücret 1 kilograma yakin et alabiliyor. Örnegin
1995 ortalamasi, 1,3 kilogram kuru fasulye ya da 750 gram kirmizi ete tekabül
ediyordu.
Çalisan
lohusa
Ankara ve
Çukurova Üniversitelerince yapilan ve -sadece tez danismanlarinin tozlu raflarinda
kalmis olsalar bile- sayilari 5'i geçmeyen arastirmalarda ulasilan tespitlere
göre, hamile olarak "mevsime yakalanan" kadinlar, dogumlarindan
bir gün öncesine kadar çalisiyor; dogumdan ortalama üç gün sonra da tekrar ise
dönüyorlar. Her yil havadan yapilan mahsül ilaçlamasindan yüzlerce isçi
zehirleniyor; bir o kadari kalici rahatsizliklara sahip oluyor. Daha geçen
hafta Samsun Valiligi'nin yaptigi açiklamaya göre, son yirmi gün
içerisinde,
findik toplama isinde çalisirken dik yamaçlardan yuvarlanan yaklasIk 100 isçi
yaralanmis...
Acaba hangi
isçi, hangi hastanenin kapisinda ne kadar bekledi; hangileri hiç hastaneye
gidemedi, hangileri hastane ücreti için rehin tutuluyor, bunlari bilmiyoruz.
Turgutlu'da simdi bostan bozumunda çalisan irgatlarin, geçen yildan orman
temizlik isinden kalan yevmiyelerini hâlâ alamamis olmalari, acaba kimseyi
ürkütüyor mu? Orman Müdürlügü'nün düzenledigi resmi makbuzlar ellerinde olmasina
ragmen, resmi "hakedis"lerini bir türlü alamayan bu insanlara
kulak verecek birileri var midir acaba?
IMKB Ulusal
100 Endeksi'nin hareketlerine gözlerini dikip, bu trendlerin selametini "yurttas"larin
selametinin önünde gören, bu kaygilarla yasa çikarmayi kendisi için kutsal
sorumluluk sayan hükümetler dönemindeyiz. Bu hükümetlerin, yaralanmis 100 findik
irgatiyla, alacaklarini alamayan orman isçileriyle, 2 milyon sagliksiz ve
güvencesiz marabayla, bir nüfus cüzdanina bile sahip olamadan cigerlerinde tarimsal
ilaçlardan kaynakli ciddi hastaliklara sahip olan fidan gibi gençlerle ne isi
olabilir ki? Finans sektörü, mali sektör, reel sektör, tahvilciler, iletisimciler,
medyacilar, portföy yönetim müdürleri, spot piyasa oyunculari, reklam metni
yazarlari... onlar bu topraklarda üretilen domatesi yiyip, izolasyon içindeki
konutlarinda kirdiklari findiklar için de "aganigi, naganigi"
diye reklam filmleri çekerken, bu yaratici, parlak
beyinlerinde
irgatlarin kaygisini tasiyabilirler mi? Findik yamaçlarinda, ormanda,
zeytinliklerde, tarla batakliklarinda her gün bu toplumun sosyal baris
ihtimaline saplanmis pasli hançerleri hangi "kriz yönetim uzmani"
çikarabilir ki? IMF bölüm sefleri, Dünya Bankasi Direktörleri, Chicago'dan,
Harvard'dan yetişme hangi deha, bir kez olsun gözlemleme duyarliligindan bile
uzak oldugu bu travmaya reçete yazabilir?
Radikal
Gazetesi Pazar Iki eki, 02 Eylül 2001, Sayfa: 11