Dünya Baris Günü

Erdogan Aydin

 

1 Eylül Dünya Baris Günü'nün Türkiye için anlam ve önemi, iyice artiyor. Türkiye kendi gerçekleriyle yüzlesmedigi, yüzlesip demokratiklesmeyi içsellestirmedigi müddetçe de artacak görünüyor

                 

Dünyada baris giderek daha etken bir kavram haline gelirken Türkiye ondan uzaklasiyor. Muktedirler, içte ve distaki sorunlarin tümünde, baris, demokrasi ve diyalog yoluyla çözüm arayisi yerine, kendi dogrularini dayatma, aksi yaklasimları "milli ihanetle" yargilama aliskanliginda israr ediyorlar. Bu ise kendi krizini asma yetenegi gösteremeyen Türkiye'nin bugünü ve gelecegine iliskin sorunlari daha da derinlestiriyor.

 

Camci dükkânindaki fil

                 

Türkiye bizzat Disisleri Bakani'nin agzindan, "birincisi AB üyeligi, ikincisi Avrasya'nin merkezinde yer alan, belirleyici ülke olmak gibi iki temel hedef" ilan ediyor. Ancak AB hedefinin gereklerinde sürekli olarak ipe un serilirken, Avrasya'nin merkez ülkesi olmak hedefi tüm iç ve dis ilişkileri belirleyen bir önem kazaniyor. 'Ulusal güvenlik' kavrami, tümüyle bu hedefe göre belirlenirken dista gerilimi içte tahakkümü arttiran adimlar birbirini izliyor. Kuzey Irak'ta, Kibris'ta, Ege dahil tüm sinirlarimizda riski yüksek bir politika izleniyor. Balkanlarda kendisine askeri rol verilme ihtiyaci yaratacak

müdahale politikalari savunuluyor. Disaridaki tüm kültürel ve etnik yakinliklar egemenlik hak gerekçesi olarak sunulurken, içteki en siradan demokratik hak taleplerine düsman muamelesi yapiliyor. Türki Cumhuriyetlerin içislerinde müdahil olunurken, askeri iliskiler gelistiriliyor. Ve en son olarak da Hazar'in paylasimina yönelik, her an savas riski üretebilecek olan itismeye, Hazar'la sinirimiz olmadigi halde ve yine "ulusal güvenlik" gerekçesiyle baliklama daliniyor. Türkiye sorunlarinin üzerine camci dükkânina giren fil gibi gidiyor.

 

Ulusal Güvenlik'teki degisim

 

Kuskusuz tüm bu politikalara mazeret bulunabilir, esasen emperyal vizyon içinde böylesi mazeretler bulmanin hiç de zor olmadigi kesin. Nitekim Ingiltere'nin Çanakkale, Osmanli'nin Odesa kiyilarındaki gemileri de, gerekçelendirmesi yapilabilir mazeretlerin ürünüydüler. Ancak dünyadaki tüm militarist politikalar tarihinde de çok açik görüldügü gibi, bu mazeretler, mesru müdafaanin degil, yayilma politikalarinin minare kiliflariydilar. Daha önemlisi bu politikalar, "yurtta sulh cihanda sulh" özdeyisiyle ifade edilegelen geleneksel Türk dis politika ve güvenlik konseptinden köklü bir kopusla

örtüsüyor. Kuskusuz geçmis konseptin NATO üyeligi öncesi ve sonrasindaki iki ana döneminde de sorgulanmasi gereken çok ciddi sorunlari vardi. Ancak Türkiye'nin güvenlik politikasi, Soguk Savas dahil hiçbir dönemde, risk faktörlerini böylesi abartip ülke topraklari disinda karsilama ve bölgede egemen güç haline gelme hedef ve kararliligi edinmemisti. Cumhuriyet sonrasi Türk dis politikasi hiçbir döneminde, ulusal güvenligini disaridaki "çikarlarinca" belirlemeye kalkmamis, askeri harekata bu kadar sicak bakmamis, savas risklerine bu kadar yakinlasmamisti. Dolayisiyla bugün izlenen çizginin en belirgin yani, Kemalizm dahil kendi geçmisinden kopusla Osmanlilasmaci niteligiydi.

 

Balkanlar ve Somali dahil önceki tüm uluslararasi operasyonlara katilimlar, NATO' nun askeri yükümlülüklerinin geregi olarak açiklanirdi. Oysa sorun hiç de bu kadar basit degil.

 

Bu katilimlarin, Türkiye'nin iradesine ragmen Bati'dan dayatildigi, Bati'nin Türkiye'ye bölgesel jandarmalik misyonu yükledigi iddialari, Soguk Savas döneminde evet, ama son on yillik dönemde gerçegi yansitmiyor. Soguk Savas sonrasinin kosullarinda, geçmis jeostratejik avantajlarini yitiren Türkiye'nin muktedirleri, kendi mevcut hakimiyetlerine de mesruiyet saglayarak dünyada yeniden önem kazanmak için Avrasya'da etken bir konum elde etmeye çalisiyor.

 

Yani Türkiye'nin bu yönelimleri, emperyalizmin kendine yükledigi misyonun yükümlülükleri olmaktan çok, yer yer onlara da ragmen kendisine biçtigi misyonun ifadesi oluyor. Büyük güçler nezdinde avantajlarini yitirmemek için bölgede hakim güç olmaya ve onlarin bölgeye yönelik siyasal ve ekonomik çikarlarinin gerçeklestirilmesinde üstünden atlanilamaz, kendine de pay verilen, hakimiyetin kendisiyle de paylasildigi konum elde edilmeye çalisiyor.

 

Yeniden kazanmak

 

Bunun geregi olarak, krize ve halkin sefaleti pahasina dünyanin en büyük bes askeri gücünden biri olma amaci resmen ilan ediliyor. Öyle ki bu devasa silahlanma programi, geçmis dönemlerin tersine sistem tarafindan sinirlandirilmaya çalisiliyor. IMF bile silahlanmaya ayrilan bütçenin

kisilmamasi halinde ekonomik krizden çikmanin olanaksizligina, Türkiye'nin potansiyellerinin böylesi bir silahlanmayi kaldiramayacagina isaret ediyor. Özellikle AB, Türkiye'nin kendine biçtigi bu misyona sicak bakmadigini, Almanya'nin 2 bin Leopar tanki gibi agiz sulandirici bir talebi geri çevirmesiyle gösteriyor. Ama Türkiye, adeta elindeki tek araci çekiç olanin her sorunu çivi görmesinde oldugu gibi silahlanmaya, bölgede egemen güç olmaya ve kendini bu yolla kabul ettirme politikasinda inat ediyor. Bu baglamda AGSK üzerinden AB ile ciddi bir bilek güresi sürdürüyor. AB'nin mevcut kosullarda Türkiye'yi bu konseptin parçasi yapmama konusundaki direncine karsilik Türkiye, kendini bu askeri misyon üzerinden kabul ettirmeye ve bölgeye yönelik kendisini disarida birakacak güç olusumlarinin önünü kesmeye çalisiyor.

 

Özetle yine eskisi gibi sistemin bölge politikalarinin jandarmasi misyonunu geri kazanmak ve buradan avantaj elde etmek için sistemle de mücadele eden bir örnek sergiliyor.

 

Mesrebince müttefik

 

Seriatçi hareketin olusturduğu tehlikenin savusturulmasiyla kendini toplum nezdinde mesrulastiran 28 Subat, esas olarak, Türkiye'nin bölge devleti olmaya uygun yeniden yapilandirilmasi ihtiyacinin ürünü olarak kendini tahkim ederek sürüyor.

 

Bölge hakimiyetini amaçlayan yeni milli savunma konsepti, kendi ittifaklarini da beraberinde getiriyor. Bu kosullarda, tarihinin en gayrimesru dönemini yasayan Israil, stratejik müttefik konumuna yükseliyor. Bölge etkinliginde ekonomik ve dostluk iliskileri yerine caydiricilik tercihi, Israil ile bagimlilasmayi da zorunlu kiliyor. Bu yönelim Türkiye'nin askeri etkinligini güçlendirirken, diger yandan AB'ye karsi ABD nezdindeki konumunu güçlendiren bir avantaj getiriyor. Böylece Avrasya hakimiyeti için ABD'nin

daha etkin desteği amaçlanıyor.

 

Barisin olanaksizlasmasi

 

Uluslararasi sistem, küresel "istikrar" için Türkiye halkina yogun bir fakirlesme dayatirken, ayni zamanda muktedirlerin de bölgenin hakim gücü olma hirsindan fedakârlik yapmalarini istiyordu. Istikrar programinin halka vuran kismina en küçük bir rezerv koymayan ve onu tam bir kararlilikla uygulayan muktedirler, onun kendilerine de vuran kismina adeta kiyamet kopararak, bu yönelimi, "Batinin Türkiye'ye Sevr'i dayattigi" argümaniyla toplum nezdinde etkisiz kilmaya çalisiyor. Yani ulusun yoksullastirilmasi ulusal sorun yapilmazken, muktedirlerin yayilma ve silahlanma programindan istenen fedakârlik yapiliyordu. Sistem silahlanma programindan da vazgeçilmesini ve buraya ayrilan fonlarin ekonomiye aktarilmasini dayatirken, muktedirler bunun yerine sistemin daha fazla kredi vererek açigin bu yolla giderilmesini, yani daha büyük bir borç batagi talep ediyordu.

 

Özetle iç politikada baskici dis politikada yayilmaci olan "milli" konsept uluslararasi sistemle de uyumsuzluk içinde. Sistem, içteki denetimin görece demokratik bir anayasa kosullarinda sürdürülmesi, dista ise yayilmaci politikalardan vazgeçilmesini isterken, bölge devleti olma kararliligindaki muktedirler, içte ipleri gevsetecek lüksleri olmadigindan, demokratiklesmeyi "ulusal güvenlik" sorunu haline getiriyorlar. Bu baglamda geleneksel müttefikleriyle içine girdigi uyumsuzluk, devleti, MHP'yle ayni çizgide

bulustururken, baris ve demokratiklesme de belirsiz bir zamana erteleniyor.

 

Radikal Gazetesi Pazar Iki eki, 02 Eylül 2001, Sayfa: 10

 

 

Öneri, katki ve elestiri

 

Yakamoz

 

Anasayfa