Saplar ve
samanlar
Haluk Sunat
Hiçbir
psikoterapi yönelimi hayati anlamanin ve degistirmenin temel araci degildir
Sayin Kemal
Sayar, geçen haftaki 'Benligin Boslugu' baslikli yazisinda, bosalan (bosaltilmis
olan) benliklerimizden söz etti. Nasil bir bosluk haliydi bu? Söyle: Anlam
paylasimindan (ya da paylasilabilen anlamdan) yoksun; aile, toplum ve gelenekle
irtibatini kaybetmis; bütün bunlari, 'süregen duygusal açlik'
olarak yasantilayan benligin hali pür melali.
Peki; söz
konusu benliksel maraz nasil giderilmeliydi? Herhalde, temel soru bu olmali.
Sayar'in, bu soru uyarinca (örtük de olsa) temel önermesinin, 'paylasilabilir
anlam’in (anilan yazi çerçevesinde, paylasilabilir anlamin neye tekabül
ettigini ögrenemiyoruz) ve aile-toplum-gelenek'le irtibatin (hangi aile, hangi
toplum, hangi gelenek?) yeniden tesis edilmesi oldugunu çıkarsıyoruz.
Hal böyle
iken, verili kültür (adini açikça telaffuz edelim: kapitalist üretim iliskilerine
dayali kültür), benliksel yaramiza ne tür merhemler sunar? Sayar'dan aktariyorum:
"tüketim malzemeleri, kaloriler, yeni yasantilar, politikacilar,
romantik sevgililer ve empatik terapistler..." Kapitalist kültür,
kendi marifeti olan yabancilaşmis ve parçalanmis benligi, 'ahlâki tutarliligi
önceleyen' (buradaki 'ahlâki tutarlilik'in da altini bir soru isareti
ile birlikte çizmek isterim!) bireylige özendirmek yerine, mevcut benliksel boslugu,
'reklam endüstrisi ve psikoterapi kurumu' ile doldurmaya sivaniyor.
Sayar'in
tespitleriyle yolumuza devam ettigimizde, 'reklamlarin, tüketicilere, bir
ürünle hayatlarini degistirebilmeyi, reklam edilen ürüne sahip olarak ya da onu
tüketerek büyüsel bir dokunusla dertlerinden siyrilabilmeyi ve reklamdaki
modelin yerini alabilmeyi; memnun olmadiklari hayatlarini, satin aldikları ürün
(ve hayat tarzi) ile ani bir dönüsüme ugratabilmeyi' vaat ettigini ögreniyoruz.
Söylenen
yeni degil: Kapitalist üretim (tüketim) iliskileri, benlikleri bosaltir; 'bos
benlikler' üzerinden degisIk tüketim ürünlerine yeniden talep üretir.
Ancak, Sayar'in tespitleri bize gösteriyor ki, söz konusu kültür, yasamimizi
yenilemek üzere yalnizca bildik tüketim ürünlerinin reklamini yapmakla
yetinmiyor, bir de 'psikoterapi' icat etmis bulunuyor: "DegisIk
bir düzlemde psikoterapi de reklam endüstrisine benzer bir islev
gösterir ve müsterilerine 'yasam biçimi çözümü' vaat eder." Öyle anlasiliyor,
söz konusu vaadi pazarlayanlar(psikoterapistler), bos benlikleri ile bos bos dolasanlari
aglarina düsürüyor ve münhal benlik alanlarini kendi herzeleri ile doldurmak suretiyle
söz konusu aymazlari suistimal ediyorlar. Öyle ki: "Bu tür bir
tahripkâr yasam biçimi terapisine maruz kalan kisiler, gerçekten dönüstüklerini
düsünebilirler." Onlar öylece düsünedursunlar, Sayar, anilan tahribati
tanimlayarak bizleri söylece uyariyor: "Kendilerini (psikoterapi magdurlari
kastedilmekte), geçmisleri ve bireysel hayat hikâyeleri olan, daha genis bir toplulugun
parçasi olarak degil de geçmis yasanti ve inançlarindan özgürlesmiş bireyler
olarak görebilir ve topluluklariyla olan baglarini koparabilirler."
Sayar'in
önermesinden sunlari çikarsiyorum: 1) Mevcut kapitalist kültür içinde,
psikoterapi(ler), bir tür firsatçilik örnegidir; 2) Psikoterapilerde yasanan
dönüsüm, 'gerçek' bir dönüsüm degil, bir yanilsama halidir; 3) Psikoterapi
marifetiyle magdur edilenler, kendilerini, geçmisleri ve bireysel hikâyeleri
olan, daha genis bir toplulugun (nedir bu 'genis topluluk'?) parçasi
olarak degil de (neden o 'genis toplulugun' parçasi olmamiz gerekiyor?);
geçmis yasanti ve inançlarindan (nedir o 'geçmis yasanti ve inançlar'?) özgürlesmis
bireyler olarak görebilir (Allah muhafaza!) ve topluluklariyla olan baglarini
(hangi topluluk, hangi bag?) koparabilirler.
Sayar, yazisinin
ilerleyen bölümlerinde, çagimiz ve ülkemiz insaninin düskünlük hallerinden
örnekler sunuyor, söz konusu düskünlügün, psikanaliz de dahil tüm psikoterapi
ortamlarina sizdigini (psikoterapi seanslarinda derinlemesine iliskilerin yasanmadigini,
empatik ve sahici bir iliskinin kurulamadigini, eglendirme ve hos tutma anlayisinin
geçerli oldugunu, 'müsteriye' suradan buradan edinilmis hakikat kirintilari
ve tedavicinin kendi yasam anlayisinin tezgâhlandigini, sahte özgürlesme
ideolojisi siringa edildigini), 'pop psikoterapi'nin yasanan anlam boslugunu
dolduramayacagini isliyor ve 'birisinin bizi bu hayal aleminden geri çagirmasi'
gerektigini vurgulayarak sözlerini noktaliyor.
***
Psikanaliz
uygulayan bir psikiyatr olarak sunlari söylemek isterim:
1.Psikanaliz
de dahil, hiçbir psikoterapi yönelimi, hayati ne anlamani ne de degistirmenin
(altini çiziyorum!) 'temel' bir aracidir. Hayat, olsa olsa, üretim iliskileri
ve onun üstyapisal yansiyislari arasindaki diyalektik bütünlük içinde kavranabilecek,degistirilmeye/dönüstürülmeye
çalisilabilecek bir seydir. Dolayisiyla, derdimiz, insanin kendine yabancilasmasinin
halli ise; onun çaresi de, öncelikle, böylesi bir alimlayis ve o alimlayisa
uyarli siyasi etkinlikten geçer.
2. Psikanalist,
kimselere, 'kendi tercihi olan anlamlar' satmaz. Elbette, yüzü hayata
dönük bir birey olmak sifatiyla, her psikanalistin kendine ait ideolojik bir
konumu vardir ama psikanalist, analiz ortaminin, kendinin degil, analiz
edilenin ihtiyaçlari için düzenlenmis bir ortam oldugunu bilir ve ideolojik
olarak kendini kattigi anlamlar da dahil, hiçbir anlami analizindekine sunmaz;
böylesi sunuslarin, onun kendi anlamini kurmasinin önündeki en büyük engel oldugunun
da bilincindedir. Psikanalistin muradi, 'tercihli anlamlar’in analiz
edilen tarafindan benimsenecegi zemini hazirlamak degil; analiz edilenin, o
vakte kadarki anlam/anlamsizlik öyküsünü çözümleyip, kendi özgün anlam örgüsünü
kurmasina/yaratmasina eslik etmek, söz konusu yaratici süreçteki engellerini
ortadan kaldirma çabasina omuz vermektir. Analistin belirleyici özelligi, yansiz
konumunu muhafaza edebilmesi (kendi öznel gerçekligini disarida tutabilmesi);
tedavi ortaminda olup bitenlerin kendi içinde uyandirdiklarinin farkinda olmasi
ve bunlari tedavi ortamina bulastirmamasi; analiz iliskisinin, salt teknik bir
iliski degil, öncelikle insani bir iliski oldugunu unutmayacak denli empatik
(halden anlayan), empatik olmakla 'eğlendirme ve hos tutma'yi karistirmayacak
kadar tedavici erginligine sahip olmasidir. (Tecrübedir; nakledeyim: YaklasIk
yedi yil süre ile analizden geçtim. Analistimin beni 'hos tutmak ve eglendirmek'
gibi asal bir amaci oldugunu hatirlamiyorum. Özellikle de savunmalarin ve
dirençlerin asila asila yüründügü bir süreçte, seanslari, hos tutma ve eglenceye
döndürme egilimi varsa, o egilimi ele almak, tedavicinin ve tedavinin asli
görevidir!)
3.
Psikoterapiler, vb.leri, keyfi genellemelerle degil; ya somut örneklemeler
üzerinden ya da kendilerini tanimladiklari kuramsal ölçütler üzerinden degerlendirilmeli
ve elestirilmelidir. Dogasi geregi, içinde olmadan ya da yasanmadan ne oldugu
bilinemeyecek süreçleri elestirmekle kalmayip 'tahripkar' addeden Sayar'i,
'bizi bu hayal aleminden geri çagiracak' sesi ve o sesin sahibini açiklamadigi
için elestiremiyoruz. Ancak o ses, Sayar'in, Defter dergisinin 35. sayisinda
duyurmaya çalistigi ses ise (bizleri, 'ben' demeye baslayarak 'ahseni
takvim'den -en güzel yaratilmisliktan, ilahi prototipimizden,
metafizikkozmik düzenimizden kopusumuzu hazirlayan bencilligimizi ayirt etmeye;
'tabiatla bilinçdisi bir birlik içinde baslamis dini/psikolojik varolusumuza'
geri dönmeye; 'cennetten düstügümüz ve tabiattan koptugumuz günden
beri' özlemini çektigimiz birlik duygusunu Allah'la birliktelikte aramaya;
kisacasi, 'Ilahi Hakikat'e ve bizleri o hakikate tasiyacak mertebeler
demek olan 'makamat'a/ 'sufi psikoterapisi'ne davet eden ses
ise), o sese elestirimi, meraklisi, ayni derginin 38. sayisinda bulabilir.
Radikal
Gazetesi Pazar Iki eki, 26 Agustos 2001, Sayfa: 6