Acilari hatirlamak...

 

Prof. Dr.  Sükrü Hatun*

Kocaeli Üniversitesi Tip Fakültesi

Çocuk Sagligi ve Hastaliklari Ana Bilim Dali

 

Büyük depremin oldugu gece Izmit’den 300 km uzakta, dogup büyüdügüm köydeydim. Agustos basinda çiktigimiz tatilimizi, anne ve babamiza ugrayip bitirmeyi planlamistik. 16 Agustos aksami geç vakitte Asistanimiz Erdal telefon etti ve “Hocam siz geldiginizde ben tatile çikmis olacagim, nasilsiniz  demek ve sesinizi duymak için aradim” dedi. Her zaman ki gibi 80 yillik iki katli köy evinin üst katinda uykuya daldik. Ben üst kat girisinde, çocuklar ise içerde yatiyordu. Gecenin o kötü saatinde depremin habercisi sesle veya sesten bir süre önce uyandim. Önce çok güçlü bir rüzgar var ve bu rüzgar acaba eski köy evini sallar mi diye düsünürken sallanmaya basladik. Hep beraber “deprem” diye bagirmaya basladik ve ben çocuklari kapi altina yerlestirip, yanlarina oturup beklemeye basladim. Alt katta babamin “evlatlarim.” diyen aci dolu  bagirisi ile birlikte asagi inmeye çalistik ve kendimizi disari attik. Üzerimizdeki soku atlattiktan sonra evin içinden boguk ve yardim isteyen bir ses duyduk , çünkü parkinsonlu olan annem-onu da huzur dolu bir yüzle bu yil 24 Temmuzda  topraga verdik- yerinden kimildayamamis ve sesini bize ulastiracak kadar güçlü çikaramamisti. Köydeki herkes sokaklara çikmisti ve Gediz depremini yasayan babam “yakinda bir yerler yikildi” diyerek ilk yorumu yapti. Hemen telefonlara sarildik ve Izmit’deki arkadaslarimizi , yakinlarimizi aradik. Ilk saatlerde kimseye ulasamadik. Günün ilk saatlerinden itibaren giderek artacak aci haberleri almaya basladik : Asistanimiz Erdal,  sinif arkadasim Doç.Dr Hülya Gündogdu, Dr. Nuri Gönüllü’nün esi ve çocugu, Çocuk cerrahisi asistani Mevlüt’ün ikiz çocuklari enkaz altinda kalmisti. Hem Erdal için, hem de artik öldügüne inandigimiz diger arkadaslarimiz için agladik. Sali gününe  bir elimiz telefonda, gözümüz televizyonda basladik. Ilerleyen saatlerde Televizyonlar ilk “helikopter görüntülerini” yayinlamaya basladi ve tanidik evlerin harabe görüntüleri ile TV basinda kahrolduk. Ilerleyen saatlerde siddeti giderek artan TÜPRAS yangini  görüntüleri ve telefonla aldigimiz haberler  gerçek bir “facia”nin  hem içinde hem disinda oldugumuz duygusunu yasatti bize. Bir taraftan çocuklarimizla birlikte faciadan uzakta oldugumuza seviniyor, diger taraftan arkadaslarimizdan uzakta olmanin suçlulugunu duyuyorduk. Ilk günden itibaren Izmit’e hemen gitmeliyiz diye düsündük ama bir taraftan  çocuklarin “baba gitme” bagirislari, diger taraftan telefonla görüstügümüz arkadaslarin Tüpras yangini nedeniyle “biz kaçmaya çalisiyoruz sakin gelmeyin” telkinleri nedeniyle ancak Persembe(19 Agustos) günü Izmit’e gelebildim. Gölcükten itibaren Depremin TV’lere yansimayan kokusuyla karsilastim. Hastaneye aksama dogru gelebildim ve kosusturan kalabalik arasinda görebildigim asistanlarima sarilip Erdal için agladik. Deprem öncesi yemekhane olarak kullandigimiz yerde hastalar yatiyordu ve çocuklara bakmak için içeri girdigimde Çocuk cerrahisi asistani Mevlüt’ü gördüm. Ikizlerinden birisini kurtarmislar, digeri ölmüstü. Mevlüt yüzünün bir tarafiyla seviniyor, diger tarafiyla agliyordu sanki . Ona sessizce “geçmis olsun” deyip ilerledim. Karsida sargilar içinde yatan birisinin yüzü tanidik geldi. Yanina geldigimde “Doktor bey, beni hatirladin mi ben sizin takip ettiginiz Ayse’nin babasiyim” dedi. Ben de hemen “Ayse nasil dedim”. “Ayse’yi kurtardik ama annesini kaybettik” dedi. O  andan itibaren 4 yildir muayene ettigim binlerce çocuktan acaba kaç tanesinin ölüm haberinin alacagim sorusunun acisini duymaya basladim.

Günler geçti, Önce Erdal’i- kulaklarimizda kahkahalari ve hepimize gösterdigi dostluk duygusuyla- Buz Pateni alaninda kurulan seyyar cenaze arabasinda hazirladıktan sonra bir Ambulansa koyup Balıkesir’e gönderdik. Sonra hepimiz islerimizin  basina döndük ve aylarca elimizden ne gelirse yapmaya çalistik-saglik ocaklarina insülin tasidik, çadirkentlere yardim ettik, Türk Tabipleri Birliginin çalismalarini destekledik, üniversitemizin depremden yüz akiyla çikmasi için çabaladik. Aylar geçti yasam normale döndü ve hepimiz unutmaya çalistigimiz acilarımizla yaşamimizi sürdürdük.

Depremden on ay sonra yeni çocuk servisindeki odamda otururken, yasli bir amca içeri girdi ve “ben sizin takip ettiginiz ikizlerin dedesiyim, kizim simdi Trabzonda, sizi mutlaka görmemi ve selam söylememi söyledi, onun için geldim”  dedi. Ikizlerden birisinin dogustan hipotiroidizmi vardi ve annesiyle babasi yüksek bir sorumlulukla onu takibe getirmislerdi. Ara sira annesi için üzülürdüm ve bunca yükün altindan nasil kalkiyor diye düsünürdüm. Hemen bebekleri sordum. Dede yavas bir sesle “bebekleri ve babasini kaybettik , anneyle yeni dogan bebegi yasiyor” dedi. Aci bogazimda dügümlendi ve depremin  acilarınin aslinda  çok uzun bir süre karsimiza çikacagini ve sehrin üzerinde deprem sonrasi olusan aci bulutunun hiç dagilmayacagini düsündüm.

 

“Orada kimse var mi?”

 

Büyük depremin üzerinden iki yil geçti; Izmit ve Gölcük yaralarini büyük ölçüde sardi, üniversitemiz güçlendi , onca zorluga ragmen Kocaeli Tip Fakültesi ilk mezunlarini verdi. O  yil dördüncü sinifi okuyan ögrenciler yilliklarinda bir sayfayi “Yüregimizde yasattiklarimiz” a ayirdilar ve Asistanimiz Erdal Batur’u “ En abi asistan” seçerek onu mezarinda gönendirdiler. O günlerde tirnaklariyla yarattigi Degirmendere için TV ekranlarinda aglayarak yardim isteyen  Belediye  baskani Ertugrul Akalin, Degirmendere’yi tekrar eski dokusuna kavusturmanin sevincini bizlerle paylasiyor. Izmit SSK hastanesinin bahçesinde “usun çizgisini asan aciyi” gögüslemeye çalisan Kocaeli Tabip Odasi baskanı Dr. Akin Yazici ise bazi sorulari yeniden düsünmemizi istiyor: “Kurumsallasamamak, sistemsizlik bizim alanimizda da kendi kahramanlarini yaratiyordu. Oysa bizim normal isleyen bir düzende, normal islerini yapanlara, önceden hazirligi yapilmis bir islerlige daha çok gereksinmemiz yok muydu? Varligini kusagimizin orta okul cografya kitaplarindan bildigi Kuzey Anadolu Fay Hatti’na, bilimsellige sirt dönmenin, bosvermisligin faturasini ödemiyor muyduk? Daha iyisini yapamaz miydik? Depremi takip eden günlerde kurtarma çalismalari yapanlarin dilinde, bir ümit isigi gibi yükselen ve o günlerin sembolü olmus bir seslenis vardi: “Orada kimse var mi?” Simdi; olasi bir Marmara Depremi’ni beklerken, bir daha böyle hazirliksiz yakalanmamak için, sesleniyoruz; ORADA KIMSE VAR MI?

                  Gerçekten orada kimse var mi?

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa