Çok hukuklu üniter devlet

 

Ahmet Insel

 

Güçlüler hukukunda güçsüzler hukuk yoluyla mücadele veremezler. Onlar da kendilerine göre karsi güçler olusturmak, kendilerine uygun bir hukuk yaratmak zorunda kalirlar

                 

Bundan takriben on yil önce, Birikim dergisinde, Ali Bulaç'in Medine Vesikasi örneginden hareket ederek gelistirdigi çok hukuklu toplum önerisini elestiren bir yazi yayimlaninca, canli ve ilginç bir tartisma baslamisti. Çok hukuklulugun demokratik bir toplum için model olup olamayacagi konusu etrafinda gelisen bu tartismada, önemli sorunlardan birisi, bu farkli hukuklarin birligini saglayan üst hukukun hangisi olacagi idi. Ikinci sorun ise, farkli hukuklarin beraberliginin getirecegi cemaatlesmenin, bazi cemaatleri üstün bazilarini da tabi kilarak, topluluk içi esitsizlikleri ve çatismalari daha da hizlandirması riski idi. Üniter hukuk yapisi ortadan kalkinca, topluluk üyeleri arasindaki hak esitliginin temelleri de yok edilmis olmuyor muydu?

 

O günlerde, bazi çevreler bu tartismalardan rahatsiz olmuslardi. Çok hukuklulugun, elestirel biçimde ele alinmasi bile, onlar için irticanin, ortaçagin geri gelmesi demekti. Ama bugün, baska bir baglamda, yeniden çok hukukluluk tartismasina dönmemiz gerekiyor. Çünkü günümüz Türkiye'sinde fiilen çok hukuklu bir rejim hüküm sürüyor. Kendini üniter olarak tanimlayan bu rejimde, birden çok hukuk yürürlükte.

 

Sivil-askeri

 

Ise en belirgin olanindan baslayalim. Bir yanda en üst kurumunun Yargitay oldugu, "sivil hukuk" yapisi var. Diger yanda, en üst kurumunun Askeri Yargitay oldugu, idari yargi olarak da özerk bir yapiya sahip, "askeri hukuk" yapisi var. Sayistay kamu harcamalarini denetlerken, askeri harcamalar bu denetlemenin disinda kaliyor. Yüksek Askeri Sura kararlari, idari yargi denetimine tabi degil. Yakin zamana kadar, DGM'lerde asker yargiç bulunuyordu. Halen askeri mahkemelerde, askeri olmayan fiillerden dolayi siviller-yargilaniyor. Bunun en son örnegi, Sanar Yurdatapan ve onunla birlikte yargilanan onlarca kisi.

 

Bir baska ikili yapi daha var: Olagan hukuk ve olaganüstü hal hukuku. Olaganüstü hal bölgesi hukuku, üniter devletin bazi bölgelerinde farkli bir hukuku yürürlükte tutuyor. Bir-iki ay veya bir-iki yildan beri degil, sIkIyönetim dönemini de dahil edersek, yirmi yildan beri bu olaganüstü hal hukuku Türkiye'nin bir bölümünde yürürlükte.

 

12 Eylül Anayasasi'nin kendisi de, anayasal denetime tabi kanunlar ve anayasa denetimi disindaki kanun ve kararnameler ayrimini getirerek, baska bir ikili hukuk yapisini topluma empoze etti. Bu ikili yapi hâlâ yürürlükte.

 

Türkiye'nin taraf oldugu uluslararasi sözlesmeler çerçevesinde yürürlükte olan bir hukuk var ve bu hukuk, iç hukukla çogu yerde büyük ölçüde çelisiyor. Avrupa Insan Haklari Komisyonu ve Mahkemesi, Türkiye'de devlet ve yurttaslar arasindaki ihtilaflarda giderek önemi artan bir üst hukuk mercii olarak çalisiyor. Liceli yurttaslarin açtigi davada oldugu gibi, devlet, kendi iç hukuk yollariyla haklarini arayamayan yurttaslarin aslinda magdur olduklarini kabul edip, anlasma yoluna gitmeyi ve tazminat ödemeyi kabul ediyor. Ama iç hukukunu bu çerçevede yeniden düzenlemeye karsi direnmeye devam ediyor. Devlet sözde üniter ama hukuk düzeni üniter degil.

 

Üst yargi kurumlari da görüs birligi içinde degiller. Biri uluslararasi anlasmalardan dogan yükümlülüklerin dogrudan iç hukukun bir parçasi oldugu görüsünü savunurken, bir digeri bunun tam aksini savunabiliyor.

 

Bütün bunlara ilaveten, devletin kolluk güçlerinin, yargisiz infaz veya iskence ve kötü muamele yoluyla, mahkeme öncesi cezalandirma gibi, kendilerine özgü hukuk anlayislari da yürürlükte. Lice'de oldugu gibi, bütün bir kent halki toplu biçimde cezalandirilabiliyor. Bunu yapanlar cezasiz kalirken, devlet bir baska hukuk alaninda tazminat ödemeyi kabul ediyor. Iskence ve benzeri insan haklari ihlallerinde, devlet eline silah ve yetki verdiklerini koruyup, çok sIkIstiginda göstermelik cezalarla yetinirken, hemen ardindan baska bir hukuk sisteminde, kendisinin yetki verdigi kisilerin isledigi suçlari kabulleniyor. Bundan daha bariz bir ikili hukuk yapisi olur mu?

 

Çoklu yapi

 

Mülkiyet hukuku açisindan da, fiili olarak çok hukuklu bir yapida yasiyoruz. Mülkiyet haklarinin dogru dürüst tanimlanmadigi bina ve arazilerin orani son derece yüksek. Dini azinlikların tasfiyesi politikasinda, mülkiyet haklarinin belirsizlestirilmesi bilinçli bir politika olarak yillardir uygulandi. Uygulanmaya devam ediyor. Buna kamu mülklerinin isgaline göz yumulmasi politikasinin yarattigi, mülkiyet haklari olmayan ya da eksik veya belirsiz olan sözde mülklüler ordusunu ilave etmeliyiz. Her an elinden mülkü alinabilir bir

güvensizler yigini demek bu.

 

Bu tür örnekleri çogaltmak mümkün. Türkiye'de yürürlükte ikili de degil, üçlü, dörtlü, kisacasi çok hukuklu bir yapi egemen. Bu durumda, toplumun bir kesiminde de baska bir hukukun, mafya hukukunun yürürlükte olmasi dogal. Birden çok hukukun fiilen yürürlükte olmasi, hukuk devletinin bitmesi ve güç devletinin baslamasi demektir. Türkiye'de bugün yürürlükte, güçlüler hukuku var.

 

Bu çok hukuklu devlet yapisi, bir çok güç odagi arasinda iktidar paylasimini mümkün kiliyor. Siyaset, bu güç odaklarindan bir veya birkaçini elinde tutma mücadelesine dönüsüyor. Dis güçler, biz ne kadar ulusal egemenligimize toz kondurmasak, para gücüyle kanun çikartabiliyorlar. Çünkü üniter oldugunu zannettigimiz devlet yapimizda, aslinda her sey güçler arasi pazarlik hukukuyla isliyor. O çok korktugumuz dis güçler de bu çok hukuklu pazarlik sistemimizin artik bir parçasi. IMF'nin, Dünya Bankasi'nin para verip vermemesi, iç siyasette bir pazarlik ve güç unsuru olarak islev görüyor. Keza AB üyeligi de öyle.

                  .....

Güçlüler hukukunda güçsüzler hukuk yoluyla mücadele veremezler. Onlar da kendilerine göre karsi güçler oluşturmak, kendilerine uygun bir hukuk yaratmak zorunda kalirlar. Bunlar tarihte bazen devrimci dönüsüm hareketleri, bazen nazizm gibi radikal nefret hareketleri, bazen de mafyalasmis suç ve dayanisma örgütleri ve bunlarin hukuku olarak ortaya çikarlar. Güçlüler hukuku, çesitli biçimlerde sosyal patlamalara yataklik yapar. Güce ve güçlüye tapinmanin yayginlastigi bu yeni tür feodal düzende, sosyal patlama arzulanabilir bir sosyal dönüsümün tasiyicisi olmayabilir. Ama çok hukuklu güç rejimlerinde toplumsal enerjinin toplumun kendi kendini yiyip tüketmesi yönünde bosalmasi kuvvetle muhtemeldir.

 

Not: Yazardan izin alinmistir.

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa