Maymundan
gelmek mi, maymuna gitmek mi?
Tayfun Atay*
Darwin
de ve ondan yüz sene sonra "Çiplak Maymun"un yazari Desmond Morris de
maymunlar yüzünden bütün dinlerden müthis tepkiler almisti
Ömrünü sempanzelerin
yasamini ögrenmeye hasretmis primatolog (maymunbilimci) Jane Goodall,
çalismalarini genis izleyici kitlelerine açan belgesel filmlerden birinde,
ormanda arastirmasini sürdürürken yaninda, 5-6 yaslarindaki kizi ile
görüntülenir. Bir ana-çocuk etkilesimini yansitan film
kareleri
akip giderken, sasirtici bir açiklama gelir: Goodall kizini, sempanzelerin
yavrularini yetistirirken uyguladiklari yöntemleri dikkate alarak hayata
hazirlamaktadir. Bir "insan" olarak, inceledigi bu "canlilar"
ile arasinda hem empatiye hem de sevgiye dayali bir iliski, daha dogrusu "yakinlik"
oldugunu, gösterdigi resimdeki anne sempanzeyi kizina "teyze"si
olarak takdim etmesi çarpici biçimde örnekler. Goodall, "sempanzelerden
ögrenecegimiz çok sey var" diyerek sözlerini tamamlar.
Geçtigimiz
haftalarda bir televizyon tartisma programinda art arda gündeme gelen, oradan
bazi gazetelerin sayfalarinda sürdürülen "evrimcilik-yaratilisçilik"
tartismalarini izlerken bu görüntüleri animsamadan edemedim. Darwin'in Türlerin
Kökeni adli kitabinin yayimlanmasindan bu yana 150 yili askin bir zaman geçmis
olmasina karsin, insanlik, "Darwin", "Maymun"
ve "Tanri" sözcükleriyle çevrelenen bir gerilimi hâlâ
giderebilmis degil. Söz konusu televizyon programlarinda da esasen bu sözcükler
arasinda gidis-gelisler temelinde, konuya az-çok asina olanlarca artik birer
klise olmaktan öteye gitmeyen bazi ifadeler, bir "bitmeyen
senfoni"yi andirircasina izleyicilere sunuldu.
Bu
kliselerden biri de "Insan maymundan (mi) gelmedir" kalip
deyisi veya sorusuydu. Bu soruya, konunun uzmanlari tarafindan, "makbul"
olmakla birlikte artik kendisi de giderek kliseleşen söylesi bir yanit verildi:
"Insan maymundan gelmemektedir, fakat insanla maymunun atalari
ortak olup, onlar bu ortak atadan ayrismislardir". Soruyu "esrefi
mahlukat" adina belli bir kasitla soranlari ne ölçüde tatmin edebilecegi
belirsiz olan bu yanit da insan varligindan "yana" bir
kültürel önyargiyi içerisinde gizliyor. Bu önyargi, insani, "maymunluk"
olarak nitelenen canli varlik alaninin disina çikarırken, yüzlerce farkli türde
canlinin bu farkliliklarini da "necip" insanlik karsisinda yok
sayarak onlarin hepsini tümleyici bir maymun kategorisinde hemhal ediyor.
Oysa ki
sorunun, yukarida verilenden farkli ve programa katilan uzmanlar tarafindan,
satir aralarinda geçistirilen daha "radikal" bir diger yaniti
var: Insan maymundan gelme degil, fakat maymundur! Maymun deyince hemen toptanci
bir kolaycilikla ayni kefeye koydugumuz, ama aslinda her biri ayri "tür"
olan sempanze, goril, orangutan gibi insan da bir kuyruksuz büyük maymun (ape)
türüdür. Gerek antropoloji gerekse biyoloji kitaplarina kabataslak bir göz atildiginda
fark edilebilecegi üzere, insan, canlilar dünyasinda, irili ufakli tüm maymun
türlerini bünyesine alan "primat" takimi içerisinde siniflanir.
Bu böyle
olmakla birlikte, insan "kültürel" pratigi, kendi türünü ayri/essiz
kilip, "diger" tüm maymun türlerini, aralarindaki farkliliklari
sifirlayarak ayni kefeye koyuyor. Ancak gerçekte insan ile sempanze arasindaki
yakinlik, örnegin babun maymunu ile sempanze arasindaki yakinliktan çok daha
büyüktür. Genomu yüzde 99 oraninda insanla ayni olan, bundan dolayi, örnegin
ayni 21. kromozomunda ortaya çikan bir anomaliye bagli olarak Down Sendromu
vakasinin görüldügü sempanze, babundan çok, insana yakindir.
Iste bu çarpici
gerçeklerden aldigi güçle, zoolog Desmond Morris, insani bir canli türü olarak
degerlendirmeye tabi tuttugu kitabina "Çiplak Maymun" (The
Naked Ape) adini vermisti. Morris cesaretinin bedelini, Darwin'den yaklasIk 100
yil sonra, ayni topraklarda, insanlarin Darwin'e ve onu savunanlara
yönelttiklerine benzer tepki ve tacizlerle karsi karsiya kalarak ödedi. Bir "hayvanbilimci"
için apaçik olan, insanin maymun oldugu gerçegi, yüz yil önce oldugu gibi o
dönemde de insanlara rahatsizlik vermekte, kabul edilemez gelmekteydi. Anlasilan
o ki durum bugün de pek farkli degil.
Bir "çiplak
maymun" oldugunu insanin bütün çiplakligiyla kabul etmemekte böylesine
siddetli bir direnç sergilemesini, onun "homosantrik"
(insanmerkezci) kültürel kosullanmasinda aramak gerekir. Birey olarak
(egosantrizm), topluluk olarak (etnosantrizm) kendisini merkeze koyma
güdüsünden kolay kolay kurtulamayan, bu bakimdan ciddi bir entelektüel terapiye
ihtiyaç duyan insan, türünü de merkezilestiren homosantrik bir gözle çevresine
bakiyor. Kuskusuz bu bakisa zemin hazirlayan çok büyük bir kültürel birikim
mevcuttur. Ancak kültürel yaraticiligina önceleri çevreye uyarlanma yolunda islerlik
kazandiran insan, kültürel evrim sürecinde aldigi mesafeye bagli olarak dogal
çevre ile iliskisinin dengesini kendisinden yana ve giderek "sorunlu"
bir mahiyet arz edecek ölçüde degistirdi. Öyle ki dogaya adaptasyon
stratejilerine karsilik gelen kültür, giderek doga ile uyumu bozan "maladaptif"
bir yetkinlik haline geldi.
Bugün
böylesi "mütehakkim" bir kültürel yetkinligin esliginde, pek
de saglikli olmayan bir asiri güven ve gururla çevresine bakan insan için "diger"
maymunlar, kendilerinden bir seyler ögrenmek söyle dursun, bir gösteri/eglence
nesnesi olmaktan öteye gitmeyen yaratiklar oldu. Bu algi paralelinde, bir "çiplak
maymun" oldugunu reddeden üstünlük duygusuyla insanin çok tehlikeli
bir noktaya, kendini imhanın esigine gelebilecegini kaydeden Morris, bir "hayvani
tevazu"yu hatirlamamiz gerektigini öne sürüyor. Bu tevazunun kökeni,
canlilarin içerisinde varolduklari dogal çevrenin bir parçasi olduklari, onunla
sinirlandiklari bilgisine dayanir.
Insan açisindan
mevcut "sorun" ise, doganin bir parçasi olmaktan çikip, "sahibi"
olmaya dogru gidistir. Bu gidisin motorunu olusturan "kültürel yapi"sinin,
insanin basina ne isler açtigini ise çok iyi biliyoruz. Yasadigimiz dünyanin dogal
kaynaklarina, hayvan ve bitki zenginliklerine ve dahi insan türünün kendisine
dehset verici ölçüde zarar veren bir yapi bu. Iste bu noktada insanin çevresi
ile varolussal bagimlilik temelinde sekillenen mütevazi "biyolojik yapi"sini
kendisine hatirlatacak "kuzenleri"ne yüzünü dönmesinden,
homosantrik önyargilarindan siyrilmasindan ve Goodall' in pratiginden ilhamla,
peygamberler kadar sempanzelerden de ögrenecekleri oldugunu düsünmesinden daha
yararli ve yasamsal ne olabilir? Bu baglamda Türlerin Kökeni yayimlandiktan
sonra Darwin'i bir tartismada savunan bilimci Huxley'in, kendisine "ana
soyundan mi yoksa baba soyundan mi maymundan geldigi" seklinde
mütecaviz bir soru yönelten Piskopos Wilberforce'a verdiği "tarihi"
yaniti animsamamak elde mi? "Hayatin gerçeklerini ortaya sermek
için durmaksizin ugrasanlari böylesi söz oyunlariyla karalayan 'soylu'
insanlardan olmaktansa, gerçege saygili, kendini (haddini) bilen bir maymun
soyundan gelmis olmayi yeglerdim". Ifadenin temel mesajini bugüne tasimak
gerekirse: Doga ile çatisan, onu tahrip eden "soylu" insanliktan
olmaktansa, doga ile barisIk bir "çiplak maymun" olmak. Iste
mesele bu!
*Hacettepe Ünv. Antropoloji Bölümü
Not: Yazardan izin alinmistir.
·