Filiz Çiçek
Ilk
okudugum Pamuk kitabi Kara Kitap’ti. Sasirarak ve severek okudugum bu kitap
beni çok umutlandirmisti. Birey ve
kisiligi öne çikaran bir kitap, kolektif bir toplumdan gelen ve isi sanat, özellikle
de görsel sanat olan biri için önemli bir unsurdur. Özgür düsünebilen bir birey
olmak bir sanatçi için en önemli unsurlardan biridir kanimca. Bu gün Türkiye’de
birey olmak artik eskisi kadar suç olmasa da hala daha lüks birsey. Bu durumda Orhan Pamuk’un benim yeni
kahramanim olmasi içten bile degildi.
Bu heyecanla Onu ve de kendimi daha iyi savunmak için bütün kitaplarini
okumaya karar verdim ve okudum. Ama bu okuma yolculugu beni düsledigimin disinda
daha önce tahmin etmedigim baska bir konuya sürükledi, kadinlara, Pamuk’un
sessiz kadinlarina.
Pamuk’un
romanlarinda, hayatin anlami, edebiyat, sanat, ne yapmali diyerek yeni hayatin arkasindan kosan
karakterler ne yazik ki hep erkek çikti. Peki kadinlar neredeydi bu romanlarda,
evet yok degillerdi, iste Nigan Hanim,
Seküre Melek, Rüya, Perihan, Nermin, Nilgün. Ama erkeklere nazaran, hepsi de silik ve de gölgede kalmis karakterlerdi
bunlar. Erkeklerin büyük arayislarini aktive eden araçlar olarak
kullanilmislardi, (tipki bir dervisin dünyevi askinin ilahi aska dönüsmesi
sürecinde oldugu gibi ) ve çogunun dili
de yoktu. Konusmaya ancak bir erkegin
sihirli degnegi onlara degdiginde basliyorlardi. Cevdet Bey evlenmeden önce
Nigan’i, anne olmadan önce Perihan’i, nisanlanmadan önce Ayse’yi, Apo ona asIk
olmadan önce Nilgün’ü tanimiyoruz. Onlar, erkekler onlari sevdikten sonra var
oluyorlar ve olmaya devam ediyorlar. Erkekler gibi fatih olmaya en çok Yeni Hayat’taki Canan yaklasiyor. O da ana karakter gibi “kitabi” okumus ve yeni hayatin arayisi için yola
koyulmustur ve o da Mehmet/Osman/Nahit gibi askinin pesinden gidiyordur. Ama
yine de sonuçta onun yolculugunun sonu bir erkege çikacaktir, bütün diger
kadinlar gibi. Oysa fatih, dervis, ilim irfan arayisinin adamlari, sevdikleri halde
serüvenlerinin sonunda “yalniz adam” olabiliyorlar. Cevdet Bey ve Ogullari’nin bir Muhittin karakterinin hiç bir
zaman kadini yok, hatta onun evlenip evlenmedigini bile bilmiyoruz, o bir
davanin adamidir ve sonunda milletvekili olur. Bir diger ana karakter Refik hayatin anlamini anlama yolunda karisini
kaybeder. Perihan’in onu nasil terk ettigini de yine Perihan’dan degil onun oglu
Ahmet’ten ögreniyoruz. Tabii o bir ressam, tolere ettigi ve sisman oldugu
belirtilen kiz kardesi Melek ise sürekli yemek partilerinden bahseden ve basarili bir avukatla evlenmis tipik bir ev
hanimidir. Melek’in hakkinda bilmemiz gereken bu, Ahmet’in sanat teorilerini,
buhranlarini ögreniyoruz, bu önemli. Neden Melek ressam olamasin diye sormak
istiyorum? Meleklere böyle isler verilmiyor demekki. (Oysa ressamlar ne çok
melek boyadilar resimlerinde.)
Daha
önce de söyledigim gibi ebedi ilm, irfan ve de aski sufi misali arayan erkek
için geçici bir önem ve fonksiyon tasiyan kadinlarin isimleri bile çok hos dogrusu,
Melek, Canan, Rüya, Perihan. Bizde dünya ötesi hissi uyandiriyorlar. Bir de erkek isimlerine bakalim, Celal (
büyüklük,ululuk ), Salik ( bir yola giren mürîd), Faruk ( hakliyla haksizi ayiran ) Galip, Metin, vb. Evet kadinlar, anne olarak var olabilirler,
sevgili ve es olabilirler ama bir “rastignac” bir fatih olamazlar, olmuyorlar
Pamuk’un kitaplarinda. Benim gibi bir okura ne yapmak düsüyor o zaman?! Konuyu, “bati ile iliskinizden biraz süpheli
olsamda ve de geleneksel Türk yazarinin okuruna karsi ögretici ve babacan
tavrina karsit olan tutumunuz sonuçta yine onlarin yaptigini tekrarliyorsa da
olsun, kadinlari arka plan da tutsaniz da, bireyi öne çikarmaniz çok önemli bir
isti” diyerek geçemiyorum.
Evet
bilgisi genis ve kendisi akilli bu erkek yazarimizin kitaplarindaki dünyada
bir erkek dünyasi. Bölüm baslarindaki diger büyük erkek yazar,
düsünür ve de alimlerden yaptigi alintilar da bunu kafama tekrar tekrar
vuruyor. Demek hiç bir kadin ona esin
kaynagi ( ya da ilham perisi )
olmamis. Kendini sesiyle kurtaran bir Sehrazat bile yok! Bu beni hayal kirikligina
ugratiyor, kadinlarda gördügü sadece bu mu diye düsünüyorum, bir toplumun
içinde yasayan biri, evet günde on saat
yazip pek disari çikmiyormus- ama yasadigi toplumu çok iyi bir duyarlilikla
gözlemledigini yine kitaplarinda açikça gördügümüz biri nasil oluyor da karsi
cinsini bu kadar dar bir çerceveye sokup onlari klise bir sekilde bize sunuyor.
Toplumun ve onun gerçegi bu mu diyelim, buna da inanmiyorum, ben bu kadinlarin
pek aziyla, pek az bir sekilde özlestirebilirim kendimi, eger kendimi
zorlarsam. Bundan anne ya da es olmak
istemedigim anlasilmasin; benim istedigim, bir kisinin var olan tüm renkleriyle
yansitilmasidir. Oysa kadinlara sadece
siyah ve beyaz düsüyor Pamuk’un kitaplarinda, olsa olsa en fazla monokromatik
bir renk olabilir. Halbuki bizi de en azindan kirmiziya boyayabilirdi, suç
aletimiz elmanin kirmizisina, bakirligimizin kirmizisina, vücudumuzun ayi takip
etmesinin kirmizisina ve de erkeklerinki gibi kirmizi olan kanimiza
boyayabilirdi bizi de.
Belki
de Pamuk kitaplarini benim için yazmiyordur. O zaman yapacak tek sey kaliyor,
oturup kizi Rüya’nin genç kiz olmasini beklemek. Iyi ki yazarin oglu degil de kizi olmus! Ne de olsa bir çocuk
çocuktur, kiz da olsa, biyolojik cinsiyetinin disinda bir cinsiyet edinmemistir
henüz, toplum ve kültür onun cinsi kisiligini
biçimlendirmemistir ve bu yazara iyi bir firsat verebilir. Bir kizin da
istekleri, idealleri olacagini, erkeklerin onlara verdigi kisiliğin disinda da
bir kisilikleri oldugunu görebilir ve bu bize positif ve çok boyutlu kadin
karekterleri getirir diye umuyorum.
Evet
simdi oturup bu Rüya’nin gerçeklesmesini
bekliyelim, büyü Rüya büyü!