Küresellesme
ve ruh sagligi
Geleneksel
aile çözülüyor, mahremiyet, ask, cinsellik ve erotizm biçim degistiriyor!
Erol Göka*
Yalnizca dünya
degil tüm yasamimiz degisiyor! Enformasyon teknolojilerinin yasamimizda yol
açtigi yenilikler küresellesmeyi, "orada" bizden uzaklarda olan bir
sey degil ayni zamanda "burada" yani basimizda olup, yasamlarimizin
mahrem ve kisisel yönlerini de (cinsellik, evlilik, aile) derinden etkileyen
bir olgu olarak görmemizi gerektiriyor. Kendimiz hakkindaki düsüncemiz ve
baskalariyla iliski kurma biçimlerimizde dünya çapinda bir devrim yasaniyor.
Küresellesmenin ruh sagligini en çok etkileyen boyutu, iste bu kültürel
yasamdaki degisIklikler, yani onun insani yüzü.
Gelenekler
ortadan kalkarken, benlikkimliklerimiz (egoidentity) yenileniyor!
Enformasyon
teknolojilerindeki degisime baglı olarak geleneklerin etkisi dünya çapinda
gerilemeye, bununla birlikte "ben" (self) algimiz ve duygumuzun da
temelleri sarsilmaya basliyor. Geleneksel toplumlarda "ben duygusu"
ve "benlik kimligi" büyük ölçüde bireylerin topluluk içindeki konum
ve rollerinin istikrariyla korunuyor. Gelenegin çökmesiyle "ben
duygusu" ve "benlik kimligi" yeniden bir yapilanma geçirmek
zorunda. Küresellesmeyle birlikte, çokkültürcülük söylemlerinin gölgesinde ve
arkasinda asil gelisenin bir tekkültürcülük, bir homojenlesme oldugu; bir
süreden beri ortalıkta sIkça görünmelerine ragmen "krosskültürel psikiyatri"
ve "kültüreözgü psikoterapi" isteklerinin gerçekte hiçbir zaman
amacina ulasamayacaklari her geçen gün daha iyi anlasiliyor. Insanlarin yasam
tarzlari standartlasiyor. Küresellesmeyle birlikte, Batili ekonomik davranis
dünyanin geri kalani tarafindan da içselleştiriliyor. Internetin tüm dünyanin
Kuzey Amerikalilar gibi yazip
düsünmesini
saglamayi amaçladigi seklinde elestiriler yöneltiliyor.
Aile
çözülüyor, mahremiyet, ask ve erotizm biçim degistiriyor!
Geleneksel
aile ekonomik bir birimdi. Orta Çag Avrupa'sinda evlilik cinsel aska bagli
olmadigi gibi, aile yuvasi da cinsel askin yeserecegi bir yer olarak
görülmüyordu; genellikle kadinlar ve çocuklar haklardan mahrumdular. Bugünse
bir süreden beri birçok seyin ölümünden oldugu gibi "ailenin ölümü"nden
de bahsediyoruz. Belki hâlâ evlilik yayginligini koruyor ama bu artan
bosanmalarla birlikte oluyor ve artik evlilik çift olmanin tanimlayici bir
ögesi degil. Ingiltere ve ABD gibi ülkelere sIk bosanma, evlenme oranlarindan
dolayi "çok bosanma, çok evlilik" toplumlari deniyor. Bazi
ülkelerdeyse tüm dogumlarin üçte birinden fazlasi evlilik disinda
gerçeklesiyor, tek basina yasayan insanlarin orani hizla artiyor ve ayni
sekilde Bati'da dogurma oranlari
düsüyor.
Son yillarda
Bati'da baslayan bir dalga hizla tüm dünyaya yayiliyor; cinselligin üremeden
tamamen ayri bir süreç haline gelmesiyle, cinsel yasamlar kökünden degisiyor.
Cinsiyetler arasi eşitligin yani sira geleneksel aileyle bagdasmaz olan cinsel
özgürlük anlayisi yasama geçiriliyor. Anne-baba-çocuk iliskileriyle birlikte
cinsel iliskiler ve ask baglari da degisiyor.
Mahremiyet
alanindaki tüm bu degisIklikler, enformasyon teknolojilerindeki devrimle
birlestirildiginde, ruhsal rahatsizliklarin görünüm ve içeriklerinin ve buna
bagli olarak basta psikoterapiler olmak üzere ruhsal tedavilerin ciddi biçimde
degisecekleri söylenebilir.
Gelenekler
çökerken fanatizm yükseliyor!
Geleneklerin
küresellesme sürecinde çökmesinin bir baska sonucu, fundamentalizm tehlikesi.
Fundamentalizm en genel anlamda, geçmise geri dönüs arzusu demektir; kusatilmis
gelenektir. Fundamentalizm, küresellesmeye duyulan tepkidir; ona gözlerini
kapama ve içe kapanma halidir; dolayisiyla çok seslilige tahammül edemez ve
diyalogu reddeder. Ancak fundamentalizmi yalnizca dinsel anlamiyla degil, her
türlü, etnik, milliyetçi, siyasal anlamlariyla degerlendirmek gerektigini
hatirdan çikarmamali; dünyanin her yerinde fundamentalist tepkiler çikabilecegi
(örnegin Bati'daki yabanci düsmanligi, kadin özgürlügüne karsi muhafazakâr tepkiler
gibi) bilinmelidir. Fundamentalizmin ruh sagligi açisindan önemi, siddete ve
fanatizme uygun bir toplumsal vasat olmasi nedeniyledir. Bu kimi zaman "paranoid
endemi" boyutuna ulasir, bireykültür ve psikopatoloji arasında sIkIsan
ruh sagligi profesyoneli hiçbir sey yapamadan çaresizlik içinde olup biteni
seyreder.
Küresel
insan, risk toplumunda yasayan insandir!
Geleneksel
toplumlarda belki dogadan ve diger insanlardan gelen somut tehlikeler daha
çoktu ama yine de onlar "risk toplumu" degillerdi. Çünkü risk,
gelecekteki olasiliklar düsünülerek etkin biçimde degerlendirilen tehlikeleri
anlatir; dolayisiyla yalnizca gelecege yönelmis ve geçmisten kopmaya çalisan
modern toplumlarda söz konusudur. Yasadigimiz modern
toplum, dogadan
ve gelenekten gelen dissal tehlikeleri belli ölçülerde kontrol altina aldi ama
bilgilerimizin dünya üzerindeki etkisiyle kendi imal ettigimiz riskler,
çevresel sorunlar, silahlanma, nükleer tehlike ve oynak finans piyasalari
gerçekten de bir anda büyük felaketlere yol açma olasiligi tasiyor.
Küresellesme,
bir yaniyla giderek artan ekolojik sorunlarin küresel hale gelmesi, çözümsüz
bir ekolojik sorunun tüm gezegeni mahvetme olasiliginin bulunmasidir. Imal edilmis
riskler yalnizca bunlarla sinirli degildir; önceleri büyük ölçüde gelenekler
tarafindan sinirlari çizilen evlilik ve çocuk yetistirme tarzlari, kisileri
belirsizlik bakimindan zor duruma sokmuyordu. Oysa simdi tüm bu alanlarda tam
bir belirsizlik egemen ve insan ne yapacagini kendisi belirlemek durumunda.
Küresellesen dünyadaki risk alanlarina bir de AIDS gibi cinsel yoldan bulasan
ölümcül hastalikların tehlikelerini eklersek, neden "anksiyete çagi"nda
yasadigimizi daha iyi anlayabiliriz. Riskle bas etmenin en iyi yolu,
sigortalamaktir ve zaten sigorta sisteminin risk toplumunda ortaya çikmis olmasi
buna dayanir. Ama küresellesmenin anksiyete uyarici atmosferi için nasil bir
ruh sagligi sigortasi bulunabilecek? Ulus devletler, ulusal ekonomiler ve ulusal
saglik politikalari çöküyor mu?
Küresellesmenin
ortaya çikardigi bir baska sonucu, sosyolog Daniel Bell'in, ulusun artik büyük
problemleri çözemeyecek kadar küçük, küçük problemleri çözemeyecek kadar büyük
oldugu seklindeki saptamasi çok iyi anlatiyor. Dünyanin siyasal ve ekonomik
sahnesinde küresellesmeyle birlikte özellikle iki güç büyük bir gerileme
halinde: Ulusdevletler ve yoksul Güney ülkeleri. Küresellesme ve
ulus-devletlerin gelecegiyle ilgili yogun tartismalar yapilmasina ragmen
küresellesme süreciyle birlikte genel olarak ulus-devletlerin ve özel olarak
sosyal refah devleti anlayisinin büyük ölçüde kan kaybettigi tartısilmayacak
bir gerçek.
Küreselleşme
sürecindeki gelir dagilimi, yalnizca Kuzey-Güney arasinda esitsizlik yaratmiyor;
tüm gelisme ibreleri ABD'yi gösteriyor. Günümüzde uluslararasi sistemi ayakta
tutan ABD, son iki yilda dünyadaki gelir artisinin yarisini elde etmis. Bu açilardan
bakildiginda küresellesme sürecine "dünyanin Amerikanlasmasi"
da deniyor.
Böyle bir
dünyada ulusal ekonomik politikalarin artik eskisi gibi etkili olmasi
beklenemez. Geçmisteki jeopolitik anlayis degişti. Ulusal kimlikler yeniden
biçimlendirilmek zorunda; "Aile", "çalışma", "gelenek"
ve "doga" gibi "ulus" kavrami da son
zamanlarda ciddi içerik degisimleri yasiyor.
Küresellesmenin
ulusal devletler aleyhine olan boyutunun ruh sagligiyla ilgisi, sosyal
politikalardan vazgeçilmis olmasinin ruhsal rahatsizligi olanlara ve ailelerine
getirecegi yükler ve ulusal kimligin parçalanmasi nedeniyle ortaya çikan karmasanin
yaratacagi derin kaygilar, süpheler, siddet ve çatisma ortamidir.
Ulusal
devletlerin gerilemesinin ruh sagligina olumsuz bir etkisi ise, hiç beklenmedik
bir alandan geliyor: Dünya sorunlarinin belirsiz ve kuralsiz kaldigi, bir
kontrol merkezinin ortadan kalktigi dünyada, mafya istedigi gibi at
oynatabiliyor. 1995 yilinda uyusturucu ticaretinin 4000 milyar dolara ulastigi
tahmin ediliyor. Bu rakam dünya ticaretinin yüzde 8'ini olusturuyor. Uyusturucu
piyasasinin denetimsiz kalmasinin toplumsal boyutu psikiyatriden daha çok neyi
etkiler ki?
Bu arada "bilim"
anlayisimizda degisIklikler oluyor. Geçmiste sosyal bilimlerin doga bilimlerine
öykünmesinden söz ederken simdi doga bilimlerinin sosyal bilimlere
benzemesinden bahsediyoruz. "Belirsizlik", "olasılık",
"yorum" gibi kavramlar öne çikiyorlar. Bu durum psikiyatriye
etiyoloji ve tedavi tartismalarinda "çoketkenlilik" olarak
yansidi.
Ama bir
yandan geçen yüzyilin pozitivizmindeki "gerçegin kesin bilimsel bilgisi"
iddiasini yeniden canlandiran genetik ve biyoteknolojideki gelismeler, yakin
gelecegin en önemli degisIkliklerini yaratmanin esigindeler. 2000 yilinin
ortasında Clinton ve Blair, "Insan Genomu Projesi"nin sonuna
gelindigini ve bunun enformasyon devriminden bile daha büyük bir devrim oldugunu
açikladilar. Birçok devlet ve ilaç sanayi biyoteknolojik atilimlar yapmaya hazirlaniyorlar.
Geçmiste sosyobiyolojiden konusurken simdi toplumun biyolojiye göre yeniden sekillendirilmesi
anlaminda "biyososyalite"den konusmaya basladik.
Genetik ve
biyoteknolojideki gelismeler, davranis genetigi alanindaki adimlarla birlestirildiginde,
önümüzdeki yillar ruh sagligi alaninda etiyolojiden tedaviye birçok bilginin degisecegini
ve simdilik etikçiler arasinda süren tartismalarin çok hizla somut etik
sorunlar olarak karsimiza gelecegini söylememiz mümkün.
1968'in
toplumsal elestiri dalgasindan hem disardan hem içerden siddetle etkilenen
psikiyatri, bu kez küresellesmeye karsi Seattle'dan ve baska yerlerden yükselen
elestiri dalgasindan etkilenecege benziyor. Psikiyatriyi elestiren oklar bu kez
sanki hasta haklarindan kaynaklanacaklar ve psikiyatriyi "öjeni"
(eugenics) ve çokuluslu sirketlerin hizmetinde olmakla suçlayacaklar gibi
görünüyor.
*Doç. Dr.
Ankara Numune Egitim ve Arastirma Hastanesi Psikiyatri Klinigi Sefi
Not:
Yazardan izin alinmistir.