Bir kisim
erkek kadinlara karsi
Esmahan
Aykol*
Halen
yürürlükte olan yasamiz, 1907 tarihli Isviçre Medeni Yasasi'nin Fransizca
orijinalinin Türkçe'ye -hizli ve dolayisiyla kismen hatali neredeyse birebir
denebilecek bir çevirisi. Yasanin Türkçe'ye hizla çevrilmesi ve ayni hizla,
maddeler tek tek görüsülmeksizin, bir bütün halinde Meclis'te onaylanmasi,
siyasi elitin hukuk düzeninde yapmayi öngördügü acil reformun sonucuydu. Bu
acelenin muhtelif nedenlerini tartismayacagim. (Alman fasizminden kaçip
Türkiye'ye siginan ve uzun yillar yasayan hukukçu Ernst E. Hirsch'in bu
baglamda ilginç savlari oldugunu söylemeden edemeyecegim gene de.)
Isviçre
Medeni Yasasi'nin Türkçe'ye Fransizca aslindan çevrilmesinin tek bir gerekçesi
vardir: Çeviriyi yapacak olan devrin aydinlari Fransizca bilir. Diger Avrupali
yasalar arasindan Isviçre Yasasi'nin iktibasina karar verilmesinin
gerekçelerine gelince; benim ilk aklima gelen, Isviçre yasasinin adetleri,
gelenek ve görenekleri birbirinden farkli dört halka uygulanmakta olmasidir.
Italyan, Fransiz, Avusturya yasalari arasinda en yeni tarihli, dolayisiyla da
en modern olaninin, yani kadinlara en genis haklar taniyaninin Isviçre yasasi
oldugu, bu nedenle onun iktibas edildigi ise, en sIklikla söylenen gerekçedir.
Bir önceki cümlede anmadigim 1896 tarihli Alman Medeni Yasasi ise, bugün oldugu
gibi, o dönemde de 'soyut'luktan müstaripti ve sivil hukuk kültürü olmayan genç
Türkiye Cumhuriyeti'nde böyle bir yasanin uygulanmasi sirasinda zorluklarla
karsilasilmasi çok muhtemeldi.
Avrupali
hukukçularin ileri sürdügü ve Türklerin galiba duygusal ve gayri ciddi
bulduklarindan ragbet etmedikleri bir görüs/gerekçe ise, dönemin Adalet Bakani
Mahmut Esat Bey'in (sonradan Bozkurt) Isviçre'de hukuk okurken, daha ögrencilik
yillarinda bu yasayi pek begenmis oldugu, dönerken de ülkesine götürdügüdür.
Mal ayriligi
bizim gelenegimiz
Simdi tekrar
en basta söyledigim cümleye dönersek, 'neredeyse birebir bir çeviri'
demistim; gerçekten de, Büyük Millet Meclisi'nde oylamaya sunulan Isviçre
yasasinin çok az hükmünde degisIklik yapildi. Bu degisIklikleri gruplara
bölersek, bir basliga 'gelenek görenek kaynakli degisIklikler' adini
verebiliriz. Örnegin, Isviçre yasasinda bulunan 'esinin zinasina riza
gösteren kimse bosanma davasi açamaz' hükmü, gelenek göreneklerimize
uymadigi gerekçesiyle, yasamiza alinmadi.
Ayni
gerekçeyle degistirilen bir diger hüküm de, -sonunda sadede gelebildim-,
evlilik birliginde yasal mal rejimini düzenleyen 170. madde hükmüdür. Bizim
170. maddemiz, Isviçre yasasinin (eski versiyonunun) 178. maddesine tekabül
eder ve orada yasal rejim olarak 'mal birligi' rejimi öngörülür (Bugün ise
Isviçre'de de edinilmis mallara katilma, yasal rejimdir).
Yasa
koyucunun hangi gelenek ve göreneklere dayanarak, bu noktada orijinal metinden
saptigi sorusunun yaniti, tahmin edilecegi üzere, Islam Aile
Hukuku'nda
bulunur. Imparatorlugun dini hukuk sistemi içinde Müslümanlara uygulanan Seriat
Hukuku, evlilikte mal ayriligi rejimini öngörüyordu.
Bu noktada,
mal ayriligi rejiminin ilk bakista son derece ilerici göründügünü, hatta daha
da ileri gidip, esitlikçi oldugunu söyleyeyim. Bugün mal ayriligi rejiminin
yasal rejim olmadigi ülkelerde, örnegin Almanya'da yasayan çiftlerin bir kismi,
evlenmeden önce noterde yaptiklari anlasmalarla bu rejimi kabul ediyorlar.
Ancak, bu tür bir anlasma yapan çiftlerin orani son derece düsük oldugu gibi,
sosyal ve ekonomik olarak da üst siniflara mensuplar ve her iki es de meslek
sahibi. Örnegin, üniversitedeki Aile Hukuku Prof'um, aile mahkemesi hakimi olan
karisiyla evlenmeden önce bu tür bir anlasma yapmis. (Ve, bu bir aile sirri
degil.)
Almanya'daki
ortalama aileler ise yasal mal rejimi olan 'edinilmis mallara katilma
rejimi'nde yasiyorlar. Bunun bir nedeni, eslerin bosanmak için mahkemeye
gidene kadar yasal mal rejiminin kendilerine sagladigi olanaklari/ attigi
kazigi, hatta mal rejimi diye bir seyin varligini bilmemeleri. Bir nedeni de,
ilerde baslarina gelecekleri bilseler bile, -hukukçu olmayan- insanlarin notere
gidip anlasma yapmakla ugrasmamasi. (Noterde anlasma yapmak da epey bir miktar
parayi gözden çikarmayi gerektiriyor ayrica.)
Almanya'da
esler, yasada öngörülen ve benim bastan beri 'yasal mal rejimi' dedigim
rejimde yasamak istemiyorlarsa, bir sözlesme ile yasada belirlenen -ve adina da
seçimlik mal rejimi denen- bir rejimi seçebiliyorlar demek ki. Alman yasasi
gibi, su an yürürlükte olan yasamiz (ve yasa tasarimiz) da buna olanak taniyor.
Ancak, Türkiye'de eslerin bu türden bir evlilik sözlesmesi yaptigini
-üniversite hukuk profesörleri arasinda bile- hiç duymadim, hem de bizde noter
harçlari görece daha makul olmasina ragmen.
Yasal mal
rejimimizin degistirilmesi, edinilmis mallara katilma rejiminin gelmesi iste bu
nedenlerle iyi bir çözüm: Mal ayriligi rejimi üst gelir-egitim grubu mensuplari
açisindan esitlikçi olsa bile, bu gruba ait olmayan ezici çogunluk aileleri açisindan
hakkaniyete aykiri sonuçlar dogurmasi kuvvetle muhtemel ve doguruyor da. Bunun
hemen akla gelen gerekçesi, erkek disarda çalisip para kazanirken, kadinin evde
maddi karsiligi olmayan isler yapmasi. Ancak bu noktada, Türk toplumu açisindan
ev disinda çalisan esin koca olup olmadigindan daha temelde bir sorun yatiyor,
o da su: Devlet Istatistik Enstitüsü'nün her yil yayinladigi raporda yanit
aranan sorulardan biri, eslerden hangisinin devlet dairelerindeki 'bürokratik
islerle' ugrastigi. DIE'nün rakamlarina göre yüzde 67.1 oraninda evli erkek
devlet dairelerindeki islerle mesgul olurken, bu isleri yapan evli kadinlarin
orani ancak yüzde 7.3 (digerleri: ailenin diger üyeleri).
Bu
rakamlardan fazla fanteziye ihtiyaç duyulmaksizin ortaya su tablo çikar:
Kadinlar iste, tarlada, evde çalisip ördügü dantelleri pazarda satip, saga sola
temizlige gidip biriktirdiklerinin üstüne bileziklerini de bozdurup,
kocalarini, ogullarini tapuya, tasit sicil dairesine gönderip, ondan sonra da üstüne
bir bardak su içiyor. Tapuda koca adina kayitli bir gayrimenkulün parasini ödeyenin
kendisi oldugunu kadinin bosanma davasi esnasinda ispatlamasi mümkün degil. En
iyi niyetli yargici, en iyi avukati getirin, gene mümkün degil; devletin tapu
kaydina güven maddi hukukta esas. Nitekim, bosanma davalari görülürken kadinlar
kocalari adina kayitli gayrimenkullerde hak iddiasinda bulunur, sadece yerel
mahkemeler degil, Yargitay da her defasinda kadinlarin bu taleplerini reddeder.
Türk içtihati bu konuda emsal kararlarla doludur. (örnegin bkz.2.HD 18.10.1982
/6998-7482)
Sosyal
yollarla sosyal degisIklik
Mal rejimi
konusunu bir grup erkegin 'biz versus kadinlar' noktasinda
tartismalarinin neden ahlak sInIrlarinin zorlanmasi, kibarliga gerek yok,
düpeduz
ahlaksizlik oldugu DIE'nin rakamlarina bakinca ayan beyan ortada. Esasen, bu
tartismanin öbür çirkin yüzünü de tartisilmayanlar olusturuyor: Medeni Yasa'nin
kocanin evin reisi oldugu hükmünu koyan 152/1. maddesi degisiyor, hiçbir vatan
evladi erkek umursamiyor. Çocuk üzerinde velayet hakkinin kullanilmasinda
babaya üstün hak taniyan 263. madde hükmü degisiyor, erkeklerin gene kili
kipirdamiyor, öte yandan nafaka ve mal rejimi konusunda canavar kesiliyorlar,
neden acaba? Agizlarindan saçilan salyalar arasinda haykirdiklari gibi
edinilmis mallara katilma rejimi kadin-erkek esitligine aykiri oldugu için mi?
Yasal mal
rejiminin edinilmis mallara katilma olmasini önemsemeyen, sosyal degisikliklerin
sosyal yollarla oldugunu, yasalarla olmadigini düsünen, ifade eden, yukaridaki
kategoriye dahil edemeyecegim, bir kisminin da iyi niyetli oldugunu düsündügüm
insanlarin ise, yasadiklari toplumun yakin tarihinden yararlanabilecekleri
kanisindayim. Türkiye'de kadinlarin kamusal alana çikmalari ile Medeni Yasa'nin
kabulü arasindaki iliski görmezden gelinebilir mi? Argumani sosyal degisIklik
olanlar, Medeni Yasa'nin kabul edilmesinden bu yana geçen 75 yil içinde, salt
(resmi nikah olmaksizin) dini nikahla yapilan evliliklerin oraninin (Kadindan
Sorumlu Devlet Bakanligi'nin 2000 yili rakamlarina göre) yüzde 3,16'ya düsmesinden
etkileneceklerdir. Türkiye toplumunun yüzde 16'si ise, dini ve resmi nikahi
birlikte yapiyor. Buna sosyal degisIklik denmez de, ne denir?
Son olarak,
bosanan kadinin 300 gün bekleme süresi geçmeden ikinci bir evlilik
yapamayacagini öngören 95 numarali arkaik madde degismiyor, tasarida da aynen
korunuyor. Bu hükmün gerekçesi, 'neseplerin karismasinin' önlenmesiydi.
Zamaninda önemli bir gerekçe gibi görünmüs olsa da, günümüzde gelisen tip
bilimi sayesinde tamamen anlamsizlasti. En az mal ayriligi rejimi kadar
rahatsiz edici ve çagdisi bu hüküm tasarida neden korunuyor, anlamak mümkün
degil! Degistirilse, isin ucunda para olmadigina göre söz konusu bir kisim
erkegin de buna ses çikaracagini sanmiyorum, acaba gözden mi kaçiyor? (Burada,
adet oldugu üzere feminist olmadigima dair bir son not da düssem mi acaba?
Yoksa, en basa mi yazmaliydim?)
*Avukat
Radikal
Gazetesi Pazar Iki eki, 01 Nisan 2001, Sayfa: 6