Hak, hukuk, kanun

Tahir Abaci

     

     

Hukukçu cumhurbaskaninin "yürütme"nin öteki mensuplariyla çatismalari, toplumumuzda "hukuk"a yönelik bir ilgiyi baslatmis görünüyor. Bazi açilardan olumlu bir gelisme bu. Biraz da burkucu: Söz konusu ilginin bir

kivilcim çakmadan önce de yogun olmasi özlenirdi. Öte yandan, bu ilgi,

hukuku içsellestirmek biçiminde degil, daha çok bir hukuk fedaisinin arkasina geçmek, klasik deyimle isi yine "büyüklerimiz"e birakmak biçiminde gelisiyor.

 

Tarihten, felsefeden, edebiyattan ve benzeri alanlardan söz edince akla hemen baskalariyla paylasilabilir konular, okunmaya baslanabilir kitaplar, ayrica bireysel olarak da tüketilebilir bir anlam dünyasi gelir. Oysa hukuk denince zihinlerde , bir mahkeme salonu, yüksekte oturan bir yargiç, sayfalarina asla erisilemez gibi duran dosyalar, vs. canlanir. Siyah ciltleri, yaldizli sirt yazilariyla hukuk kitaplari da bir o kadar uzak ve hatta ürkütücüdür. Bu mesafe, sanki yargilamanin ve savunmanin bir geregi, isin ciddiyetinin yarattigi bir zorunluluk gibidir. Böylesi, karsidan algilayan için mazosistçe bir güven duygusu da yaratir. Meslekten hukukçular da, su ya da bu nedenle bu isten hosnut görünür. Aslinda uzakta, film sahneleriyle iyice idealize edilmis mahkeme salonlarinda yasadigini sandigimiz hukuk, tarih biliminden de, felsefeden de, sanattan da çok daha fazla yakinimizda. Gündelik hayatta her an onun pratigi içindeyiz. Ama bize sagladigi kolayliklari yasarken de, bize dayattigi yaptirimlara boyun egerken de varligini pek hissetmiyoruz.

 

Hukuk deyince...

 

Hepsi birden "adalet"in ögelerini olusturan hak, hukuk ve kanun, çogu kez birbirine karistirilan üç kavram. Haklarin kanunlardan dogdugu, hukuk ile

kanunun es deger kavramlar oldugu sanilir çogu kez. Hukukçular, "hak" kavraminin kurucu bir öge mi oldugunu, yoksa açiklayici bir öge mi oldugunu çok tartisirlar. Hakkin hukuktan dogdugu, hukukla tanimlandigi da bir kural olarak kabul edilir. Ancak, "yasamak hakki" nasil bir hak ise, "idam" cezasi da bir çesit "hukuk"tur. Tanim daraltilinca bu çesit çeliskileri açiklamak güçlesiyor. "Hukuk"u "üretim iliskileri"ne, "hak"i "üretici güçler"e esitlesek, bu fazla zorlama bir benzetme olmaz. Çünkü hak kavrami, üretici güçler gibi gelisen, yenilenen, var olan hukuk sistemiyle çatismaya giren ve onu degismeye zorlayan dinamik bir kavram. Kanunlar ise hukukun biçimsel yanini temsil ediyorlar. Bu biçimsel yan, bazen düpedüz bir hukuksuzluk kaynagi olabilir (Hitler'in de kanunlari vardi!) ya da kismen "hukuka aykiri" olabilir. Öte yandan, soyut ve evrensel bir özü oldugu, giderek mevcut üretim iliskilerini dahi belirledigi sanilan, gerçekte tam tersine mevcut üretim iliskilerinin bir türevi olan, içerigi ve yaptirimlari sartlara göre degisen hukuk, "hak" kavramini da ayni görelilik içinde degerlendirir, yani hak ihlallerinin kilifi da olabilir. (Darbe dönemlerinin de hukuku vardi!). Bu nedenle, "hangi hukuk?" sorusunu hep sormak gerekiyor.

 

Hukuk ögrencileri, daha birinci sinifta "Roma Hukuku" dersiyle yüzyüze gelirler. Halen öyle midir bilmiyorum, eskiden "kazik" derslerden biriydi. Paul Vinogradoff, ilk kez 1909'da basilan "Ortaçag Avrupasinda Roma Hukuku" adli kitabinda (Türkçesi, Göçebe Yayinlari), çöküp gitmis bir uygarligin hukukunun ortalikta dolasmaya devam etmesinin hukukçulara bile "ciddi ve anlasilmaz bir problem" olarak göründügünü vurguluyor ve olayi düpedüz "hayalet" kelimesiyle adlandiriyor. Oysa ondan önce, Marx ve Engels, Roma hukukunun özel mülkiyetin ve basit meta üretiminin klasik hukuk diliyle yetkinlestirilmis, ustaca bir anlatimi oldugu için ayakta durabildigini yazmislardi. Kamu hukuku alaninda ise bir baska mistifikasyon var: "Dogal hukuk". Engels'in vurguladigi gibi, mevzuatin karmasIkligi profesyonel hukukçular zümresini dogurur, farkli zamanlarin hukuk sistemleri ekonomik belirleyenlerinden siyrilarak dogrulamasini kendinden bulan sistemler olarak karsilastirilir, ortalama özellikleri bir "dogal hukuk" yanilsamasina yol açar, var olan üretim iliskilerinin ideoloji haline getirilmis ve kutsallastirilmis yansimasi olan soyut bir "adalet" kavramina ulasilir. "Dogal hukuk, sinif toplumu mitolojisinin bir parçasidir." Adliye kapilarinda "hak", "hukuk", "adalet" arayisina girenlerin, "toplumsal sözlesme" ile fiili durum arasindaki farka toslayarak nasil feryat ettiklerine her gün tanik oluyoruz.

 

Son yillarda pek çok hukuk ihlalleri, dahasi asikâr çetelesmeler yasadik. Peki bu ihlalleri yapanlar, hatta çeteler, mutlak kanunsuzlugun mu ardindaydilar? Tam tersine, hepsi sIkI kanun yanlisiydilar ve isi de kitabina uydurduklari için hiçbirine dokunulamadi. Sivil mafyanin bile devlete ve özellikle "polis abi"lerine saygilarini sIk sIk beyan ettigine tanik olduk. Çünkü hukuk ihlalcilerinin ve çetelerin herkesten fazla kanuna ihtiyaci var: Baskalari uyacaklar, onlar muafiyet içinde, baskalarinin kanunlarla sInIrlandirilmasini manipule edecekler. Silah tasimak kanunla yasaklanacak, "herkes" silahsiz gezecek ki onlarin silahlari ise yarayabilsin.

 

Popüler hukuka özlem

 

Köklü toplumsal dönüsümlerin somut ürünü olmayan, bir yerlerde hazir bekledigi sanilan "dogal hukuk"un her derde deva olacagini ummak yanilgisina kapilmaksizin, mevcut sartlari degistirme isteginin pozitif ifadesi olarak "hukuk bilinci"nin yükselmesi, elbette ki olumlu. Bu bilinci gelistiren çesitli araçlar var. Hiçbir araç "pratik" kadar etkili degil kuskusuz; bu pratik ise sadece irakligini yazinin basinda vurguladigim adliye mekanizmasi içinde degil, asil olarak sokakta yasanir. Pek çok iliski, imza atilmasa, kayda geçirilmese bile sözlesme niteligindedir ve bireyler sürekli hukuk öznesidir. Devletle muhatap olma biçimleri, "sivil toplum" pratikleri, dernek, parti, sendika etkinlikleri; tepkileri ifade biçimleri de etkili hukuk ögretmenleri sayilir ve sayisiz amatör hukukçu dogurur. Ancak isin teori kismi hâlâ yaldizli hukuk kitaplarinin arkasinda gibi. Pek çok hukukcu, "umuma açik" ilginç arastirmalar, incelemeler, makale derlemeleri yayinladilar, ayrica özellikle siyasal davalarla ilgili dosyalar da kitaplasti. Yine de Türkiye'de "popüler hukuk" yayinciligi henüz özlenen düzeye çikmis görünmüyor. Bu konudaki talep de, "haklarimiz" türü el kitaplarini el altinda bulundurmaktan öteye pek geçmiyor.

 

Eski tarihlerde, hukuk olaylarini, ünlü davalari anlatan kitaplar ve popüler hukuk dergileri yayinlayan, hatta mesaisinin önemli bir bölümünü bu ise ayiran hukukçular olmus. Bunlarin bir kismi "hukuk mücadelesi" vermis, bir kismi isin daha çok "hikâye" tarafiyla ilgilenmis. Kendi hesabima, her iki tarzi sürdüren yayin organlarinin günümüzde de olmasini isterdim. Mücadeleci dergilerin son etkili örnegi, 1970'lerin ikinci yarisindan 1980'lerin basina kadar yayinini sürdürebilen "Yargi" dergisiydi. Bildigim kadariyla, kapali devre yayin yapan fakülte ve baro dergilerini ve teknik dergileri saymazsak, simdilerde bu tür bir popüler hukuk dergimiz pek yok, girisilen kimi denemelerin de arkasi gelmedi. Sözün kisasi, Türkiye'de hukuk hâlâ "bakir" bir alan...

 

Radikal Gazetesi Pazar Iki eki, 25 Mart 2001, Sayfa: 8

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa