Özel konum
saplantisi
Ahmet Insel
Türkiye'nin
son derece önemli ve özel konumda bir ülke oldugu mitolojisiyle onyillardir
avutulduk. Bunu dillerine pelesenk eden düzen ideologlarinin, bu mitoloji
içinde dünyayi tasarlayanlarin, "biz bize benzeriz" lafazanlarinin
kanaat önderliginde, Türkiye "bir yerlere geldi". Geldigi yer,
hepimizin malumu: Dünya insani kalkinma göstergesi siralamasinda 86. sirada zar
zor tutunabilen; kisi basina gelir siralamasinda orta-alt ülkeler grubunda ama
dünya yolsuzluk siralamasinda lider ülkeler grubunda yer alan; gelir dagilimi
esitsizliginde ve ulusal gelir içinde askeri harcamalara ayrilan pay
konularinda en ön siralara yerlesen; ulusal gelirden egitim ve saglik
harcamalarina ayrilan paya gelince en alt gruba düsen; insan haklari
ihlallerinde lider grupta yarisan ama demokratik kurumlarin da çalisir gibi
yapmaktan geri kalmadigi bir yer burasi.
Çok genis
bir siyasal yelpaze tarafindan paylasilan kani, Türkiye'nin geldigi bu yerin,
ülkenin tarihi, cografyasi ve kültürünün olaganüstü konumu dikkate alinirsa,
iyi bir yer oldugudur. Gerçi çok uzak degil, elli yil öncesinden baslayan bir
süreç içinde bakildiginda, gelinen yerin, düsülen bir yer oldugu görülse de, bu
"olaganüstü kosullarda" daha iyisini yapmanin mümkün olmadigi
inanciyla avutulmak kaderimizdir.
Aslinda esas
sorun, Türkiye'nin beseri ve fiziki cografyasinda ve tarihinde degil, bu
cografya ve tarihi olaganüstülestiren zihniyettedir. Türkiye elbette, önemsiz
bir ülke degildir. Tarihinden ve cografyasindan gelen sorunlari vardir ve bu
sorunlar bir kalemde çözülemezler. Biraz köklü hangi toplumsal sorun bir
kalemde çözülebilir ki? Ama Türkiye'deki egemen zihniyet, bu sorunlarin
dondurulduklari halden çikarilip kismen çözulme yoluna girmesi isareti
geldiginde, huzursuz olur. Hirçinlasir. Çünkü çözümün olaganüstü durum
ideolojisini sarsmasindan korkar. Yapilmasi gerekenin, sadece kendisi
tarafindan, uygun biçim ve zamanda yapilmasi gerektigine inanir. Ama o uygun biçim
ve zamani yaratmaktan bile acizdir. Ülkenin kaderini ipotek altina almis olan
bu zihniyet ve o zihniyete bagli kisi, çevre ve güçlerin kalbinden geçen, ülkenin
tarihi ve cografyasiyla "olaganüstü durumunu" muhafaza
etmesidir. Sorunlarin olagan sorunlar olarak ele alinir hale gelmesi olasiligi,
bu açidan "milli menfaatlere" aykiridir.
Dolayisiyla,
Türkiye'nin olaganüstü durumunun kaynaginda, tarihinden ve fiziki ve beseri
cografyasindan gelen belirleyenler kadar ve hatta ondan daha önemli olan unsur,
siyasal alanin aktörleridir. Bu aktörler içinde baskin konumlari isgal edenler,
olaganüstü durum siyasetinden beslenirler. Yillardan beri besleniyorlar ve görünen
o ki bu temel gidadan vazgeçmeye hiç niyetli degiller.
Bu tavrin
somut örneklerini, bir degil birdenbire iki adedine sahip oldugumuz, Ulusal
Program'larda bulmaktayiz.
Birinci
Ulusal Program, gerçekten olaganüstü bir basiretsizlik örnegi gösteren iktidar
blogunun ekonomide iflas bayragi açmasinin ardindan geldi. Türkiye'nin
konumunun olaganüstü oldugu ne kadar tartismaya açiksa, iktidar blogunun da olaganüstü
oranda basiretsiz oldugu o kadar kesin. Iflas etmis bir hükümete, Kemal Dervis
kayyum tayin edildi. Önce "acil önlemler paketi" açiklanan Ulusal
Program'in, orta vadeli yeniden yapilandirma önlemlerini de yakinda ögrenecegiz.
Içindeki önlemler ne kadar gerekli ve kaçinilmaz olsalar da, bu iktisat
programi ulusal egemenlik, bagimsizlik ve benzeri konularda burunlarindan kil
aldirmayanlardan olusan iktidar bloguna, bir Düyunu Umumiye müfettisi
araciligiyla (kastedilen Kemal Dervis'in kendisi degil, konumudur) disaridan
empoze edildi. "Disaridan para gelecek" lafiyla hemen
baslayan, bu paranin nasil paylasilacagi hesaplari, geri kalan her seyin
unutulmasini sagladi. Bu da ülkemizin olaganüstü özelliklerinden birisi artik.
Herseyin parayla ölçüldügü bir "muhafazakâr milli degerler" toplumu.
IMF veya Dünya Bankasi'nin degil, beyin damarlari dumura ugramis bir çöküs dönemi
yönetiminin elbirligiyle basimiza çökerttigi ve büyük bir yüzsüzlükle
sorumlulugu baskalarinin üstüne atan, mutlak yetkili ve mutlak sorumsuz bir
iktidar blogu. Iste bizim özel durumumuz.
Ikinci Ulusal
Program'in felesefesini özetleyen ise, Kanuni Sultan Süleyman'in son seferinden
dönüsteki hali gibi ortalikta gezdirilen basbakan oldu: "Türkiye'nin
konumu, bütün AB ülkelerinin hatta bütün AB'ye aday ülkelerin konumundan çok
farkli. En sorunlu ülke Turkiye. Jeopolitik konumu dolayisiyla her taraftan
tehditlerin, tehlikelerin yöneldigi bir konumda. Buna ragmen Islam ülkeleri
arasinda en özgün durumu bulunan, bir yandan demokratik, bir yandan laik, bir
yandan çagdas, ama bir yandan da bölücülük gibi tehditler altinda. Yani
anlatabilmeliyiz ki; bizim özel bir konumumuz var."
Bülent
Ecevit'in söylediklerini, Avrupa Birligi içinde Türkiye'nin üyeligine çesitli
nedenlerle karsi olanlarin nasil malzeme olarak kullanacaklarini bir kenara
birakalim. Komplocu bir bakis, bu demecin AB üyelik sürecini askiya almak için
gelistirilmis bir stratejinin parçasi oldugunu bile iddia edebilir. "Biz
istedik ama bakin almiyorlar" demeye tesne, devletci-milliyetçi ve özellikle
statükocu tavir, bilinçli olmasa bile, bilinçaltinin emrettigi refleksleriyle
buna her fisatta zemin hazirlamiyor mu?
Hükümetin
Katilim Ortakligi Belgesi'ne cevap olarak sundugu Ulusal Program, özel durum
saplantisinin mümtaz örnekleriyle bezeli. Bir yerde yeni bir hak tanimlanirken,
alisildigi üzere bunu hemen kisitlayan, hakkin kullanimini istisnai bir durum
olarak algilayan zihniyetin maharetli eli, hassas her konuda kendini gösteriyor.
Buna ragmen, içindeki cek ve caklarin yarisi birkaç yil içinde gerçeklesse, Türkiye'de
büyük bir dönüsüme yol açacak nitelikte öneriler de var bu programda. Kibris
konusunda "yeni bir ortaklik" gibi, içi simdilik bos ama yeni önerilerle
doldurulmaya açik bir tabirin yer aldigi, anadilde egitim ve yayin hakkinin açikca
öngörülmedigi ama bunun reddedilmedigi, muglak ifadelerle bezeli, yaptigindan
emin olmayan, kuskulu ve sIkIntili bir zihniyetin programi bu. Türkiye siyaset
sahnesinde en önemli hedef olan, zaman kazanmak amaci, bu programin içinden
buram buram tutuyor.
Ama tüm
yetersizliklerine ve içinde barindirdigi tuzaklara ragmen, Ulusal Program'in
kendisi degil, onu kerhen benimseyen bu iktidar blogu, önümüzdeki dönemde
sorunun kaynagi olmaya devam edecek. Muhalefetin de farkli bir zihniyette
olmadigi bir ortamda, Ulusal Program'in toplumsal tasiyicilarini aramakla zaman
öldürecegiz. Bu programi, Türkiye'yi kisa zamanda hukukun ve toplumsal
dayanisma ilkelerinin yönlendirdigi bir toplum haline dönüstürme programi
olarak algilamayan, demokrasi, insan haklari ve sosyal adalet konularinda
yapilmasi istenenlere olumlu cevap vermeyi, taviz vermek olarak algilayan
zihniyetin egemenligi, bizi Avrupa camiasindan ayiran en önemli ve en vahim özelligimiz
olmaya devam edecek. Iste bu zihniyet, simdi Avrupa'ya "bizi oldugumuz
gibi kabul et" diyor. Yani asker vesayetindeki parlamenter
demokrasimizle; idam etme hakki konusunda ulusal egemenlikçi, iktisat
politikalarinda Düyunu Umumiyeci siyasal liderlerimizle; eroin kaçakcisi veya çetebasi
suçlamali milletvekillerimizle; toplumu iç düsman fidanligi olarak gören
polisimizle; kamu kaynaklarini peskes çekme konusunda elini tutamayan siyasal
kadrolarimizla; otoriter devleti güçlü devlet zanneden anlayisimizla; erkek
egemen degerlerimizle (bosanmada mal paylasimi önerisine karsi bu erkek egemen
mücahitlerin nasil yigit bir direnis gösterdiklerini izledik) kabul edilmemiz
isteniyor.
Avrupali güçlerin
bu istege nasil cevap verecekleri dogrusu pek önemli degil. Önemli olan, Türkiye
toplumunun bu Ulusal Programi, tüm eksikliklerine ve muglakliklarina ragmen,
eline geçen bir dönüsüm firsati oldugu inanciyla sahiplenip, benimsemesi.
Ulusal Program'in, devletin "bir bilenleri" tarafindan kapali
kapilar ardinda igdis edilmesine, olaganüstü durumumuz bahane edilerek gömülmesine
izin vermemesi. Ulusal Programi, hükümetin
degerlendirme
tekelinden çikarip, toplumsal hareketlerin silahi haline getirmesi. Ulusal
Program, bu eksik ve güdük haliyle bile olsa, ne Düyunu Umumiyeci devletçi-milliyetçi
sahinlerin, ne de burnundan kil aldirmayan bürokrasinin degil; demokrasi, hukuk
devleti ve toplumsal dayanisma yönünde düzeni dönüstürmeyi arzulayan, Türkiye
toplumunun tüm
katmanlarinin
programi olabilmeli. Muglakliklar toplumsal zeminde açikliga kavusturulmali,
eksikler toplumsal mücadelelerle tamamlanmali.
Türkiye
toplumunun büyük çogunlugu halinden memnun degil ki, Avrupa'nin veya
baskalarinin kendisini oldugu gibi, bu halde kabul etmesini istesin.
Radikal
Gazetesi Pazar Iki eki, 25 Mart 2001, Sayfa: 5
Not:
yazardan izin alinmistir.