Her yerin
bir güneyi var
Ayse
Kadioglu
1980'lerin
baslarinda Chicago Üniversitesi'ndeki hocalarimdan Aristide Zolberg, Bati
Avrupa'nin siyasal transformasyonunu anlattigi derslerden birinde, bence
modernizmin en ayirt edici özelliklerinden birisini öylesine, ansizin
söyleyivermisti: 'Aslinda her yerin bir güneyi vardir.' Zolberg'in zihnimde
takili kalan bu sözlerinin ne denli hem yüzyila hem de gündelik olana iliskin
oldugunu sonralari daha iyi takdir edebildim. Bu ifadenin Türkiye'nin Bati ile
yasadigi sevgi-nefret iliskisini açiklayici bir önemi oldugunu düsünüyorum.
Modern
kimlikler hep 'Ötekine' atifla kurgulaniyor. Kimlik kavrami çok fazla
öteki kavramina dayaniyor. Bu durumda ben olmak bazen ötekinden daha iyi
durumda olmak bazen de onun karsisinda duyulan bir eziklik anlamina geliyor.
Her iki duygunun uzantilarinda farkli milliyetçilik tiplerini izlemek mümkün.
Cumhuriyet tarihi farkli milliyetçilik tiplerinin bir resmi geçidi gibidir. 'Türk
milliyetçiligi genelde özümseyici-assimile edici bir özellik gösterir
ancak özümseyemedigini de yeri geldiginde tecrit eder.' (Türk
milliyetçiliginin dogasindaki çeliskileri açiklamada hep basvurdugum bu
saptamayi Ayhan Aktar'a borçluyum). Peki hemen soralim: Türkiye'nin güneyinde
ne var? Yani biz neye bakip da 'iyi ki öyle degiliz' diyoruz? Elinize
bir mikrofon alip gezseniz herhalde en çok Iran'dan, Irak'dan, Tunus'tan,
Misir'dan, Cezayir'den söz edildigini duyarsiniz. Bu soruyu Istanbul'da
sorsaniz 'Ankara'yi güney diye tesbit edenler bile çikabilir! Ne de olsa
Istanbul'un benmerkezciligi çok daha miyop özellikler sergiliyor. Bayram
tatilinde Kahire'ye, Hammamet'e gidip dönüste Türkiye'nin tasina topragina
kurban olanlarin sayisi eminim hiç de az degildir. Demek ki bu 'biz onlardan
daha iyiyiz' hissi kisa süreli de olsa modern insana bir tür haz
veriyor. Ben ya da Biz'i kurgulamaya yardimci olan 'Öteki' bazen
yüceltiliyor bazen asagilaniyor. Burada 'güney' ile kastedilen 'asagilanan
Öteki' oluyor. Cumhuriyet'in Batililasma tutkunu devrimlerinde güney ya da
asagilanan, begenilmeyen öteki Tanil Bora'nin ifadesiyle 'mazi'dir ya da 'eski
Türkiye yani
Osmanli'dir. Ama iste herkesin bildigi gibi
Batililasmayi sadece istemek yetmiyor, kostümler degisiyor, saç modelleri
degisiyor, medeniyet yularlari takiliyor ama gözlerin içindeki güvensizligi,
kafalardaki sorulari, sosyal mühendislik projeleri ile yok edemiyorsunuz.
Milliyetçilik galiba hem severek hem döverek yapiliyor. Türk milliyetçiligi son
yillarda, özellikle MHP'nin de medeniyetçi milliyetçiligi etnik yüzünün önüne
geçirmeyi siyasal bir hamle olarak addetmeye baslamasiyla, daha ziyade Bati'yi
sevip kendisini dövmeyi yegler oldu. Her ne kadar birbiri ile uyusmaz görünse
de milliyetçilik Baticilik ile -Müslüman karsiti söylemin de etkisiyle iyice
eklemlenmeye yüz tuttu. Yani öyle bir durum oldu ki sanki artik biz
Batililasmaya çalismayi biraktik çünkü Batili olduk düsüncesi yayginlasti.
Ancak bu Batililik hep biçak sirtinda ve Bati ile sevginefret iliskisi içeren
bir Batililik olmasi itibari ile de her an Bati karsiti bir söyleme
dönüsebilir.
Asagilanan Öteki
yani güney ile olan iliskide de yerine göre gözdagi veren bir güçlüyü, yerine göre
de Bati karsisinda ayni kulübün üyelerini oynuyoruz. Yani güney ile olan
iliskide belirleyici olan Bati ile olan iliski. Bati haddimizi bildirdiginde güney
ile kucaklasirken, Bati kulübüne yaklastikça 'yok aslinda birbirimizden
farkimiz ama biz Batili bir Türkiye'yiz' havasina giriyoruz. Bu oyun o kadar
uzun bir zamandir oynaniyor ki artik karakterimize sinmis durumda. Gündelik
kisisel iliskilerde bile benzer iktidar oyunlari gözlemlemek mümkün. Koreografi
özetle söyle: Bati bizi teptikçe biz güneye sahip çikiyoruz, Bati bizi sevdikçe
de biz güneyi tepiyoruz. Modern kimlikler bu tepismeyi gerektiriyor, bu
asagilamayi iteliyor ve biz de bundan nasibimizi
aliyoruz.
Saniyorum içinde
bulundugumuz kriz ortaminda tüm bu dinamiklerin
'mesruiyet' olgusuna yaptiklari etki nisbetinde bir önemleri
var. Bugün Türkiye'de siyaset gerek iktidari ile gerek muhalefeti ile bitti.
Eskiden siyasal iktidarlar zorla ve direnmelerine ragmen devreden çikarilirlardi
-yani bizim alistigimiz durum buydu. Son iki haftadir yasananlar siyasal
iktidarin zaten artik kendi kendisini de pek begenmedigini ortaya koydu. Yerli
bir kurum olan Cumhurbaskanligi'nin çikisi karsisinda kendisini ezdirmemeyi seçmis
görüntüsü vererek kafalarimizi karistiran hükümet üyeleri Batili kurumlarin
kendi icraatina müdahalesini bu kez bizzat ve isteyerek yaptilar. Yani siyaset
bu kez öldürülmedi de intihar etti gibi bir durum oldu. Muhalefette ise durum söyle:
Fazilet Partisi'nin temel raison d'etre'i (varlik nedeni) kendisine kilitlendi.
Yani Fazilet artik sadece var olabilmek için var ve bu ugurda her türlü ödünü
vermeye, yeri geldiginde kraldan çok kralci olmaya hazir bir görüntü
sergiliyor. DYP'nin ise çikislari (özellikle Ufuk Söylemez'in televizyonda söyledikleri
çerçevesinde düsünürsek) sanki siyasete sahip çikici ve siyasete disaridan müdahaleyi
de ilke olarak reddedici bir özellik sergiliyor. Ancak geçmis faaliyetleri
DYP'nin bu tutumunun inandirici olmamasina sebep oluyor. CHP'nin son ve ne
oldugunu anlayamadigim çikislarini ise bilerek ve isteyerek kaale almamayi seçecegim.
Durum bir
siyaset bilimcisi için oldukca acikli. Çünkü eger demokratiklesme dogrultusunda
bir degisimden söz edilecekse teorik olarak siyasal alana ve siyasetçiye sahip çikmak
zorundasiniz çünkü onlar atanmisligi degil
seçilmisligi
simgeliyor, ancak Türkiye'de reel siyasal aktörlerin durumu pek de sahip çikilacak
gibi degil. Siyasal alan ve siyasetçiler Türkiye siyasal yapisinin 'güney'i
durumundalar. Her gelen onlara vuruyor, her seyin suçlusu onlar oluyor, isin
aciklisi onlar da elinize onlari savunabilmeniz için pek de veri vermiyorlar.
Simdilerde siyasal yorumcular mesruiyetlerini siyaseti ve siyasetcileri kötülemekten
çikariyorlar yoksa asla ciddiye alinmiyor ve hatta tefe tutuluyorlar. Söze
siyasetçinin ne denli kötü ve yolsuz oldugunu söylemeden girerseniz gerisini
kimse dinlemiyor. Belki haksiz da degiller. Acikli olan açmaz da bu zaten. Peki
siyasetin intihar ettigi yerde demokratiklesmeye ne olur? Siyasetin intihar
ettigi yerde demokratiklesme süreci agir bir yara almis, bas aktörlerini
yitirmis demektir. Kendi içinden icraati çözumleyemeyen hükümet beyaz atli bir
prens ithal etmeyi seçmistir. Bu durum belki vatandasa acil moral depolamasi
acisindan akla uydurulabilir. Ne de olsa 'beyaz atli prensler' içeren,
bizim disimizdaki güçler tarafindan kurtarilmaya aliskin bir gelenekten
geliyoruz. Ancak hükümetlerin isi kendilerini o konuma getirmis olan
vatandaslarin moralleri ile ugrasmak degil, kurumlari isler hale getirmek,
kisisellestirmelere firsat vermemektir. Oysa açiktir ki çözüm kurumlar degil
kisilerde, kisisellestirmelerde aranmaktadir. Bu durum demokratiklesme süreci
ile bagdasmaz ve galiba yutulacak aci reçetelerden biri de budur. Ithal edilen
bakan çok donanimli birisi, çok iyi bir insan, üstelik yüksek bir maasi vatan
hizmeti ugruna terk eden bir özgeci ve 'noblesse oblige' bir yoksulsever
olabilir ancak demokrasilerin ayirt edici özelligi kisilere degil 'usul'e
dayanmasidir. Bütün bunlari bugün söylemek münasebetsizlik olarak addedilebilir
ancak ortalikta yasanan seferberlik durumu uzun vadeli tahlillerin de önünü
tikamamali. Avrupa Birligi'ne üyelik süreci demokratiklesmeyi ittirdigi
nisbette önemli ve savunulmasi gereken bir süreç.
Simdi
gelelim içi 'güney'li kimlik kurgularina...Ben toz duman arasindan su
sesleri duyar gibiyim:
'Italya'da yasanan siyasal skandallar
bizimkilerden beter miydi neydi?
Siyasetçi
dedigin zatlarin orada da mesruiyeti zedelenmis.
Galiba
siyasetin bizzat kendisi kötü bir sey, yani yozlasma siyasete içkin, siyaset
yozlasmaya mecbur.
Belki de
siyaset gereksiz, verimsiz, zaman kaybina neden oluyor.Is bitirici, teknokratik
çözümler sadece Türkiye'ye özgü degil ki. Bir kere bunlar Bati kaynakli ve üstelik
biz 'güney'liler için salt Batililik sorgulamayi askiya almak için
yeterli bir sebep.
Hem
sorgulamak da nereden çikti? Simdi sorgulamanin zamani mi, memleket zaten
batmis durumda, siz hâlâ demokrasi bilmem ne diyorsunuz...'
Ne
diyebilirim, 'her yerin bir güneyi var' ancak güneyin Sarkiyatciligi
gibisi de yok.
Radikal
Gazetesi Pazar Iki eki, 18 Mart 2001, Sayfa: 7