Tutunabilen
68'liler
Ahmet Insel
Türkiye'de
68 kusagi, Bati toplumlarinda oldugu gibi, farkli biçimler altinda iktidar
mevkilerine gelemedi. Bugün özel sektörde ve kamu kuruluslarinda yönetim
mevkilerinde olanlarin, milletvekili, belediye baskani veya valilerin büyük
bölümü, yaslari itibariyla 50-60 yas kusagi içinde olsalar da, fikri ve
kültürel aidiyet olarak, 68 kusagiyla baglari yok denecek kadar az insanlardan
olusuyor. Daha çok muhafazakâr-mukadessatçi gelenekten gelen, buna modernligin
teknik ve zahiri bazi cephelerinin serpistirilmesiyle elde edilen bir insan
tipi, Türkiye'de yönetici konumlari isgal ediyor. 68 kusagi degerleri açisindan
tam bir karsideger konumunda olan milliyetçilik, günümüz Türk yönetici
kusaginin belki en önemli siyasal-külturel degerini olusturuyor.
Bu nedenle,
68 kusaginin biraktigi mirasa karsi, onu izleyen kusagin
üyelerinin
Bati'da dile getirdikleri elestirilerin tümünün Türkiye'de de geçerli oldugunu
söylemek mümkün degil. 12 Mart muhtirasini izleyen "balyoz harekâtlari",
bu kusagin lider kadrosunu biçti. 1974'u izleyen dönemde toparlanmaya
baslayanlar, kendilerini adim adim verilen bir cephe savasi ortaminda buldular.
Toparlanma dönemleri kisa ve kanli oldu. 12 Eylül askeri darbesi sonrasi,
devlet terörü döneminde bunlar bir kez daha tirpanlandilar. Hapishane, sürgün
ve bazen ölüm gündemdeydi. Bu kusagin en aktif kesimleri üniversitelerden, kamu
kuruluslarindan ve bazen özel sektörden ya atildilar ya da ayrilmak zorunda kaldilar.
Birçogu için yasam endisesi, ideal ve degerlerin önüne geçti. Bunlari korumak
isteyenlere ise, siyasal alanda kapilar simsIkI kapaliydi. Iktisadi ve kültürel
alanlarda ise, çok dar bir yasam alani birakilmisti. Çogu "tutunamadi".
Bati
toplumlarindaki kusakdaslari yönetimin günlük çetrefilli isleri ile
ugrasirlarken,
Türkiyeli 68'liler ancak bir vakif olabildiler. Türkiye'de 68'liligin bir vakif
biçiminde kendini var etmesi, onun daha hayattayken gömülmesi demekti. Zaten
gömme töreninden baska yapacak bir sey de kalmamisti.
Bati
toplumlari, elestirelim ya da sicak bakalim, 68 kusaginin önde gelen simalarini
siyasal, iktisadi ve kültürel alanlarda bünyelerine alarak, kendilerini
yenilediler. 68'liler egemen sisteme ("sistemin dislisi olmamak", 68
söyleminin önde gelen ifadelerinden birisiydi halbuki) entegre olurlarken, hem
kendileri degisti hem de sistem kismen dönüstü. 1990'larda hemen hemen tüm Bati
dünyasinda iktidara gelen solun yönetici kadrolari, bu kusaga aitti. Bu
nedenle, bugün yapilan bilançoda da bu kusagin rolü ön plana çikiyor.
Eger
Türkiye'de 12 Mart müdahalesi olmasaydi, ardindan 12 Eylül gibi siddetli bir
kopus yasanmasaydi, 68 kusaginin siyasi simalarinin büyük bir bölümünü, kendini
80'lerde yenilemis, gerçek bir sosyal demokrat partiye dönüsmüs CHP'nin
yönetici kadrolari içinde bulacaktik. Üniversitelerde ve devletin yönetim
kadrolari içinde yer alacaklardi. Bir bölümü merkez sagin reformist ideologlugu
rolünü üstlenecekti. Bir diger bölümü ise, CHP'nin solundaki sosyalist
hareketlerde mücadele etmeye devam edecekti. Merkez sagdan sosyalist sola
kadar, önde gelen siyasal kadrolarin, kusaginin en iyi yetismis, toplumsal
olarak iddiali, özgüveni yüksek ve gelecek korkusu olmayan ögelerinden olustugu
bir Türkiye'de yasiyor olacaktik. Bu ögeler, farkli kulvarlarda olmakla
beraber, bir biçimde sol hareket içinde olduklarina ya da sol hassasiyete yakin
durmaya devam ettiklerine inanacaklardi.
Ama
hepimizin kendi yakin tarihinden bildigi gibi, bu kusagin siyasal ve kültürel
baskisina tepki, Türkiye'de Bati'dan farkli gelisti. Düzenin sahipleri
kendilerini yenilemekten acizdiler ve reform girisimlerinin kendi konumlarini
bir dalgada silip süpürmesinden korkuyorlardi. Reform yapmak yerine, baski ve
siddet uygulamayi tercih ettiler. "Beyin kabinesi", "ara
rejim", "balyoz harekatlari" yetmeyince,
Milliyetçi Cepheler gündeme geldi. Türk egemen siniflari, 68 kusaginin
enerjisini, birikimini, becerisini kanalize ederek, kendi düzenlerine taze kan
asilamak yerine, bunu tirpanlamayi tercih ettiler. 68 kusaginin en dinamik
kesimlerinin tutunmalarina, hakim düzen izin vermedi. Bu kusagin büyük bölümü,
toplumsal iddiasinin bedelini çok agir biçimde ödedi. Toplumun reformcu
elitleri olmaya kendilerini hazirlarlarken, ummadiklari yerlere savruldular.
Savrulanlarin,
tirpanlananlarin yerini, ayni kusagin silik, ikinci sinif, dekalifiye
sahsiyetleri aldi. Günümüz CHP'si, 68 kusaginin önde gelen kesimlerinin dalga
dalga tirpanlanmasinin yarattigi boslugu dolduranlarin içler acisi vasiflarini
gözler önüne seriyor. Bunun daha karikatüre dönüsmüs versiyonu ise DSP. isin
vahim yani, kendi kusaklarinin ikinci siniflari olduklarinin kendileri de
farkinda olan bu kesim, yerlestikleri iktidar mevkilerini ellerinde
tutmalarinin tek kosulunun yerinden hiç kipirdamamak demek oldugunu biliyor. 10
yildan beri Türkiye toplumunun mutlak biçimde yerinde saymasinin nedenlerinden
biri, kusaginin ikinci sinif ögelerinin olusturdugu bu iktidar blogu degil mi?
68 kusaginin
önde gelen simalarinin bugün Türkiye'de egemen konumda olduklari tek tük
alanlarin basinda, medya ve reklam dünyasi, ardindan kültür dünyasi geliyor. Bu
alanlarda tutunmayi basardi 68 kusagi. Bunda,Türkiye'de sagin yapisal ve hatta
neredeyse kalitimsal olarak, bu alanlarda bir nebze olsun pirilti isareti
gösteren insanlar yetistirememesi de rol oynadi. Medya isverenlerinin 68
kusagina elleri bir anlamda mecburdu. Ve ilginçtir ki, Bati toplumlarinda
68'liler iktidarina yönelik elestirilerin öne çikardigi unsurlarin çogu,
Türkiye'deki medya ve reklam dünyasi için geçerli. Asiri hazci, bireyci ve her
an zevk ve fikir degistirmeye hazir, benmerkezci ve kendini begenen insan
figürünün prototipleri, bugün Türkiye medya sektörünün belli basli noktalarini
isgal ediyorlar. Bir kismi son dalgadan sonra bulunduklari yerlerden geçtigimiz
günlerde tepetaklak devrilse de, medyanin içler acisi durumunda hepsinin ortak
sorumlulugu var.
Tutunmus
olmanin somut isaretinin elinin paraya degmesi olduguna kani olan
medyadaki 68
kusaginin bu zaafini sermaye çevreleri kesfetmekte gecikmedi. Böylece 80'li
yillarin ortasindan baslayarak, bas döndürücü bir hizla 90'lar içinde gerçeklesen
medya/is dünyasi bütünlügünün tasiyici aktörleri olmayi da üstlendi bu kusagin
temsilcileri. Dünyanin çok az yerinde rastlanan türden bir medya içi ücret
hiyerarsisi uçurumunun en tepesine oturmuslardi artik. Türkiye onlardan sorulur
olmustu. Sark usülü bir "gösteri toplumunun" rejisör ve bas
aktörleri oldular. Fütursuz biçimde arkalarindaki gücün tetikçiligini yaptilar
veya ona yapilan saldirilara karsi kendilerini, sahsiyetlerini ortaya koydular.
Sahsiyetlerini harcadilar.
Umur Talu,
Dipsiz Medya (Iletisim Yayinlari, 2000) baslikli kitabinda, medya ve siyaset dünyasindaki
bir tür 68'li tavrini betimliyor gibi: " (...) Kendi bellediklerini
tüm topluma tek dogruymus gibi... Kendi çikarlarini tüm topluma tek çözümmüs
gibi... Kendi yasam biçimlerini tüm topluma geçerli tek degermis gibi
dayatirlar. Hos, çogunun dogrulari sIk sIk degisir; ama onlar en son hangi
istasyondaysa, isterler ki herkes o istasyondan binsin.(...) Onlarin zorlamasi,
herkesin kendilerine suç ortagi olmasi, dolayisiyla, kusurlarinin, zaaflarinin,
çürümelerinin toplumsallasmasidir. Toplumsallasmasi ve böylece, kusur, zaaf, çürüme
degil adeta erdem addedilmesidir. Kutsanmasi, tapinilmasi, putlastirilmasidir.
Koyduklari 'basari' çitalari, 'itibar' ölçüleriyle,
begeni,
mutluluk kistaslariyla, insaniligi tahrip ve tahrif edilmis bir yaratik tipini 'model'
olarak pazarlarlar. Birbirlerine yilisarak ve birbirlerini pohpohlayarak gösterisini
yaptiklari 'sayginlik karikatürü'nü hakliliklarinin kaniti olarak
satarlar. Haysiyetsizlikleri gene de ciliz vicdanlarinin ufak bir kösesinde
minik bir sizi yaratiyorsa eger, baskalarini asagilayarak bunu keyfe dönüstürmeye
soyunurlar. Isterler ki, kendi civik meclislerinin sirti sivazlanan
saklabanliklari herkesin gözünde de prim yapsin. Aslinda, soytarinin,
dalkavugun derdi, saraya yaranip yaranamamasidir. (...) Cüretleri arttikça
arsizliklari da azar. Yüzsüzlügün, piskinligin doruklarindan, siz asagidakileri
süzerler: 'Bizim gibi olmaktan baska çareniz yok. Devir bu devir, baska yolu
yok.' (...)"(s.182-186).
Sosyolog
Gilles Lipovetsky, "Bosluk Çagi" adli kitabinda, modern dönemden
postmodern döneme geçilirken, sözün içinin bosaldigini, herkesin soz söyleme, öznelligi
içinde kendini ifade etme yarisi içine girdigini belirtir. Söylenen sözün artik
önemi ve degeri yoktur. Önemli olan söz söyleme konumlarini mümkün olan en
fazla zaman isgal etmek ve sonra bunu "olay" haline
getirmektir. Postmodern olarak adlandirilan dönemin egemen tavirlarindan olan
narsisizm, Türkiye 68 kusaginin, en azindan medya, siyaset ve diger iletisim-kültür
alanlarinda bir biçimde tutunabilmis olanlarinin ortak özelligidir. Modernligi
dogru dürüst yasamadan, çig, umarsiz ve yaygaraci bir modern sonrasi döneme Türkiye'nin
savrulmasinda, bu "tutunabilmis" 68'lilerin katkisini
unutabilir miyiz?
Radikal
Gazetesi Pazar Iki eki, 11 Mart 2001, Sayfa: 4
Not:
Yazardan izin alinmistir.