Alevilerin siddetle iliskisi

Sefa Feza Arslan*

 

     

Son iki ay içerisinde yasananlarla bir kez daha siddet sorunu Türkiye'nin gündemine tüm yakiciligiyla oturdu. F tipi cezaevlerine karsi yapilan ölüm oruçlarinin ölümsüz çözülmesi için çaba gösteren demokratiklesme ve

toplumsal baris yanlisi güçler basarili olamadilar. Bir yandan, operasyonlarin siddeti, örgütlerin silahli eylemleri öne çikarilarak mesrulastirilirken, diger yandan da insanlarin hücrelere kapatilmasina karsi olan ve ölümleri engellemeye çalisan tüm partiler, demokratik kitle örgütleri ve aydinlar, Çevik Kuvvet otobüsünü tarayanlar ile özdeslestirilmeye çalisildi ve toplumdaki tüm demokratiklesme yanlisi güçlerin hedef haline getirilmesi saglandi. Tüm bunlarin sonucunda toplum, siddetin sagirlastirici suskunlugunun esiri oldu ve ölüm oruçlari hâlâ devam ederken suskunluk da sürüyor. Demokratiklesme yanlisi güçleri, siddeti yöntem olarak benimsemis örgütlerle ayniymis gibi göstererek demokratiklesme adimlarina karsi çikmak aslinda çok bilindik ve sIkça basvurulan bir senaryo. Bu yazida bu süreçte bazilarinca iyi niyetli ve

sosyolojik bir anlama çabasinin, bazilarinca kötü niyetli bir hedef göstermenin ve bazilarinca bilgisizligin sonucu olarak dillendirilen çok daha tehlikeli olabilecek bir özdeslestirmeden veya iliskilendirmeden söz edecegiz, Alevilik ile DHKP/C ve benzeri örgütlerin su veya bu düzeyde iliskilendirilmesi veya özdeslestirilmesinden.

 

Bu iliskilendirme en tüyler ürpertici biçimiyle Osman Durmus tarafindan,

Diyarbakir'daki silahli ve bombali saldirida Gaffar Okkan ile birlikte öldürülen yegeninin cenazesinde yapildi. Durmus, ilk bakista pek de anlasilmayan bir biçimde, "Alevileri seviyoruz ama, Aleviler adina teror yapan DHKP/C'yi sevmiyoruz" biçiminde bir açiklama yapti. Hizbullah'in en azindan taseronlugunu yaptigi düsünülen bir saldiridan sonraki cenaze töreninde böyle bir açiklama yapmanin anlami üzerine demokrasi ve baris güçleri israrla egilmek zorunda. Hele bu açiklama, siddet deyince hemen akla gelen, Türkiye toplumunun, geçmisini çok iyi bildigi, ölümle sonuçlanan son meclis kavgasinda da basrolde olan bir partinin, yine toplum tarafindan çok iyi taninan bir bakaninca yapilinca daha da tüyler ürpertici hale geliyor. Bu, toplumdaki Alevilere yönelik düsmanligi ve ayrimciligi kasimanin çok somut bir örnegi oldugu gibi, toplumun ilgisini, her kesim açisindan asikâr bir hale gelen Hizbullah siddetinden ve acimasizligindan, baska bir yöne çevirme çabasi olarak da algilanabilir. Buna Hizbullah'in bir dönem, özellikle HADEP'lilere karsi nasil palazlandirildigi olgusunu da eklemek lazim. Son derece profesyonelce islenmis bu kanli terörist saldirinin ardinda Islam adina cinayet isledigini açikca ifade eden Hizbullah varken, Osman Durmus'un Hizbullahi tartismak ve lanetlemek yerine, Alevilerden ve Aleviler adina "terör yapmak"dan söz etmesi topluma Aleviler adina da "terör yapanlar" var mesaji vermeye çalismakti. Ancak böyle bir mesaj gerçekligi tahrif etmenin ötesinde, toplumun imgeleminde Aleviligi terör ile iliskilendirmeye çalisan, tüm Alevilere yönelik, bir sembolik siddettir. Durmus'un ifadesi gerçekligi tümüyle tahrif ediyor, zira bir siddet veya terör eyleminin herhangi bir kesim ya da düsünce ile iliskilendirilebilmesi ancak, siddetin, o kesim veya düsünceye iliskin bir talep veya deklarasyon ile mesrulastirilmaya çalisilmasi ile mümkün olabilir. Oysa, DHKP/C'nin, yaptigi siddet eylemlerini mesrulastirmak için kamuoyuna sundugu Alevilige iliskin ne bir talep ne de bir deklarasyon var. Dolayisiyla, DHKP/C'nin eylemlerinin Aleviler adina yapildigini söylemek mümkün degil.

 

Ali Bayramoglu, kapatilmadan önce Yeni Binyil gazetesindeki bir yazisinda etnik ve mezhep özellikleriyle yasanan gecekondu mahallelerinde, ekonomik olarak dislanmislarla, kültürel olarak dislanmislarin çakistigini ve DHKP/C'nin bu mahallelerdeki Alevi gençlere yöneldigini belirtmisti. Dolayisiyla, eger sosyolojik bir olgu olarak DHKP/C ve benzeri örgütler içerisinde Alevi gençlerin sayisi daha fazla ise bu, Alevilik düsüncesi ile DHKP/C'nin düsüncesi arasinda bir iliski olmasindan degil, kültürel olarak dislanmislik ile ekonomik olarak dislanmisligin çakismasindan ve bu gençlerin en keskin biçimiyle hem çiplak, hem de sembolik siddete maruz kalmalarindandir. Sivas katliamindan Gazi katliamina, afis asan, dergi satan gençlerin öldürülmesinden, geçtigimiz yaz yasanan, caminda üç hilalli bayrak olan arabaya tas atan küçük bir çocugun, arabanin sahibi tarafindan silahla öldürülmesine sürekli siddete maruz kalan bu gençlerde, bu siddetle basa çikabilmenin ancak bir karsisiddetle olabilecegi düsüncesi yerlesiyor. Nitekim, Nese Düzel'in 8 Ocak tarihli Radikal gazetesinde yer alan, Pir Sultan Abdal Dernegi eski genel baskani Murtaza Demir ile yaptigi söyleside, Alevilerin siddete daha çok maruz kalmalari, Alevi kimlikleri nedeni ile baski görmeleri ve demokratik yollarla kurtulus umutlarinin yok edilmesi gibi etkenlerin altini çizen Demir, Alevilerin tüm bunlara ragmen siddeti bir çözüm olarak benimsemeyeceklerini ve baskaldirilarinin, hep esitlikten, kardeslikten ve baristan yana bir tepki oldugunu belirtiyor. Yine, Reha Çamuroglu, "Günümüz Aleviliginin Sorunlari" adli kitabinda Alevilerin siddet karsiti felsefesini söyle özetliyor: "Siyasette sunu söyleyebiliriz; zulümden, iskenceden -hangi kosulda olursa olsun- diktatörlükten, terörden yana olan Alevi, yol düskünü olmayi hak etmistir." Bu olgular ve açiklamalarla birlikte degerlendirildiginde, Osman Durmus'un beyaninin vehameti ve gerçek dIsIlIgi daha da belirginlesiyor.

 

Mesele hakkinda ilk bakista makul görünse de, üzerinde dikkatle

duruldugunda, kötu niyet olmasa bile, Anadolu Aleviligine iliskin yüzeyselligi yansitan vahim bir perspektif de Hürriyet gazetesindeki kösesinde Hadi Uluengin'den geliyor. Uluengin söyle soruyor; "Hapisteki ölüm oruçlarina basini baglayarak yatanlar bir semah ayini sahnesini; müdahale sirasinda kendini diri diri yakan veya komiserlige saldirida vücuduyla infilak eden insanlar da, samanist etkiye ragmen son tahlilde Kerbela yakinmasinin Sii ruhiyatiyla; hatta Hasan Sabbah Batiniligiyle uzak akrabaligi olan Aleviligin 'martirizasyon' duygusuyla özdeslesmiyor mu?". Bu soruyu yanitlamak için birkaç noktaya açiklik getirmek gerekiyor. Birincisi, Alevilik ile Siilik arasindaki farklar, Alevilik ile Sünnilik arasindaki farklar kadar çok. Anadolu Aleviliginde Islam'in formel ve legal pratikleri önemli degilken, Iran Siiliginin Ortodoks yönü oldukça belirgin. Kaldi ki, Humeyni'nin kendisi, Siilik ile Sünnilik arasindaki ayrimi yok etmek için hem doktriner hem de örgütsel düzeyde önemli girisimlerde bulundu. Alevilerin Humeyni ve rejimine büyük tepkisi de malumken, böyle bir tartismada Siilik ile Alevilik arasindaki geçmiste kalan kökensel ortakliktan söz etmenin hiçbir açiklayiciligi olamaz. Ikincisi, Batinilik, Alevilik ile Siilik arasindaki farklardan biri ve Anadolu Aleviligi batini. Ancak, eger "Hasan Sabbah Batiniligiyle uzaktan akrabalik"tan söz etmedeki kasit Hashasiler ile silahli eylem yapan örgütler arasinda bir paralellik kurup, bunu da Batinilik üzerinde bir biçimde Alevilerle iliskilendirmekse bu da hem çok zorlama hem de yüzeysel bir degerlendirme olur. Ayrica, Anadolu Aleviliginde bir "martirizasyon" (haksiz eziyete katlanma dürtüsü) oldugu da gayet tartismali bir tez. Çamuroglu'nun "Sabah Rüzgari" adli kitabinda belirttigi gibi, heterodoksinin semboller dünyasinda, Kerbela olayinda Hüseyin'in yaninda yer almak, mazlumlarin yaninda yer almanin sembolüdür. Mazlumlarin yaninda yer alma da, bir yakinma ya da "martirizasyon" degil, bir mücadelenin imasidir. Dolayisiyla, Uluengin'in sorusuna verilecek yanit tartismasiz bir hayirdir. Uluengin'le benzer fikirleri bir televizyon programinda Islamci yazar Ali Bulaç'in da dile getirmesi, siddeti Aleviligin kökenlerinde ve felsefesinde aramasi, Türkiye Islamcilarinin, en azindan, bilinçaltlarindaki Alevilik düsmanliklarini asma konusunda pek de mesafe kaydedememis olduklarini bir kez daha gösterdi. Kendisinden farkli olana tahammülsüzlügün Türkiye Islamciliginin ve muhafazakârliginin olusumundaki kurucu rolü, ne yazik ki Alevilige iliskin tutum alislarda kendisini çok net açiga vuruyor.

 

Kuskusuz, herkesin her konuda özgürce degerlendirme hakki vardir, fakat böylesine önemli konularda yapilan özensiz ve yüzeysel degerlendirmelerin, Osman Durmus gibi düsünenlerin ellerinde patlamaya hazir bombalara dönüsebilecegini de unutmamak gerek. Ayrica,  bu ülkede Alevi yurttaslarin

Aleviliklerini daha yeni yeni telaffuz edebilmeye basladiklarini, kimliklerinin hala taninmadigini, daha geçtigimiz yaz Avrupa Birligi Türkiye temsilcisi Karen Fogg ile Alevi dernekler arasinda yapilan görüsmeler üzerine ne firtinalar koparildigini, Alevilerin hâlâ ülkenin paranoyak antidemokrat kafalari tarafindan "iç düsman" olarak degerlendirildigini düsünürsek, böylesine hassas bir konuda daha özenli ve duyarli davranmanin geregi açiga çikar.

 

·             ODTÜ, ögretim üyesi

·             Radikal Gazetesi Pazar Iki eki, 18 Subat 2001, Sayfa: 4

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa