Ankara'nin
sembolü
Gürsel Korat
Ankara
entellektüeller katinda pek sevilen bir sehir olamadi. Bu sehri edebiyatta
yalnizca Y.Kadri övdü, ancak yazarin ideolojik gerekçeleri olmasaydi, sehri
yüceltmek için gerekçe bulabilecek miydi, bu da bir soru olarak kaldi.
Bu sehri
sevemeyenler sehrin ciddiyetini, büyük devlet binalarini, aksam oldu mu
sessizlige gömülüsünü örnek gösterdiler. Ankara'nin siyasal baskent olmanin
disinda, kültür ve bilim baskenti olma özelliklerine sahip olamadigi hep
vurgulandi.
Yirmi yildir
Ankara'da yasayan bir insan olarak ne yazik ki benim de gözüm hep
"çöplükte" oldu, Ankara'yi duygusal gerekçelerle degil de somut
gerekçelerle savunarak bu sehre baglanmaya çalistim: En azindan Istanbul gibi
bir kesmekesi yoktu, düzenliydi, ülkenin merkezine yakindi, vs.
Ne yazik ki,
sehrimizin Türkiye'nin degisen degerler tercihinden payina düsen sey,
otomobillere ve oto yollara uygun bir mimarlik seçimi olunca, Ankara devasa
binalarin, sIkIsIk kaldirimlarin ve büyük is merkezlerinin belirledigi bir kaos
merkezi haline gelmeye basladi. Bugün yalnizca Mesrutiyet Caddesi'nde aklin ve
sagduyunun kabul edemeyecegi bes tane üst geçit var.
Ankara
otonom sehircilik hizmetlerine bölünmüs bir sehre benziyor. Belediye sanki
Karayollari Genel Müdürlügü oldu. Bu da yetmezmis gibi Belediye Baskani
kaldirimlara sIkIstirdigi yayalara degil de otoyola çevirdigi caddelerin
sürücülerine oynayarak bir amblem tartismasi sürdürüyor. Bu amblemi reddeden
Ankara Valiligi ise anlasilmaz bir biçimde amblemin irrasyonel mantigini
göstermek yerine, bayragin yasaya aykiri oldugu gerekçesine siginiyor. Kendi
eliyle dinci tasallut ehline karsi çikmada boynu bükük olan 12 Eylül rejimi, bu
tuhaf amblemi açik seçik bir dille reddetmeyi beceremiyor.
Belli ki,
karsilarinda Eylülizmin temsilcisi Özal'in ruhu var.
Bu sehrin
sembolü Turgut Özal'la birlikte, tuhaf ve acimasiz bir biçimde Atakule olarak
görülmeye baslandi. Sanki bu sehirde Frig, Hitit, Roma, Yunan, Selçuklu ve
Osmanli uygarliklarinin camisi, köprüsü, amfitiyatrosu, akropolü, sivil
mimarlik eserleri, heykelleri yokmus gibi, topu topu on yil önce sehrin
yüksekçe bir yerine kurulmus olan bir alisveris merkezi, sehrin amblemine
yerlesti. Üstelik ticaretle siyaseti yanyana getiren vandal mantigin sözcüsü
oldugunu haykirir gibi bu ticari merkezin kulesindeki kubbe ile cami kubbesi
özdeslestirilip yanina iki de minare simgesi oturtuldu. Tanriya ticaret disinda
ibadet ve safiyetle baglanmis bir müslümanin tiksintiyle yüzünü burusturacagi
böyle bir çagrisim, sehrin tüm tarihi mirasini utanmazca çigneyen köksüz bir
düsünce fukaraliginin essiz bir sembolü oldu.
Sehrin daha
önceki sembolü olan Hitit Heykeli'ni "heykele tapmiyoruz"
gerekçesiyle ve biraz da alay ederek degistirenler, umarim ki, bu amblemi
savunurken neye taptiklarini ima etmis degillerdir. Sehir sembolü denince
aklina "tapinma sembolleri" gelenler, cami ve ticaret merkezi
bilesimi bir sembolü seçmekle neye tapindiklarini, bu bilesimin neyin sembolü
oldugunu açiklamak zorundadirlar.
Bu sehri
kamu yararina göre isleyen bir mantigin yönetmedigi açiktir. Bu sehri kurnazlik
teslim almistir. Otoyol mantigina göre kurulmus caddeleri ve köprüleri, "Japonlar
da böyle yapiyorlar" diyerek savunan bir sehircilik anlayisi, "anlayis"
bile degildir. Koca nüfuslu, daglik bir ülkenin kendi kentsel sorunlarini çözüs
biçimi ile bizim sorunlarimizi çözmeye kalkisan mantik, akli degil kurnazligi
çikar yol olarak gören Makyavelizmden baska bir sey olamaz.. Zaten nesesiz bir
kent olanAnkara'yi, sadece ulasim sorunlari çözülmesi gerekli olan bir kent
olarak görmek, bizi bu sehrin hakiminin müteahhitler ve sürücüler oldugu
yargisina götürmez mi? Bu durum Ankara'nin nesesizligine bir de sevimsizlik
eklemek anlamina gelmez mi? Bosuna "elinde çekiç tutan kisi tum
sorunlari çekicle halledecegini düsünür" dememisler.
Ankara,
cadde ve sokaklarinda dolasirken estetik olarak insana ferahlik duygusu
vermeyen bir sehirdir. Bunda yalnizca belediyenin degil, ülkeyi sarip
sarmalayan rant ekonomisinin büyük payi vardir. Kizilay Meydani'na bir bakin;
bu ülkenin baskentinin göbegi insanlarin sürekli olarak birbirine tosladigi,
ara sokaklarinda oturacak yer olmayan bir tikinma merkezidir. Yalnizca
isportacilar degil, araba klaksonlari, müzik marketleri, dönerciler, manavlar,
balikçilar ve hatta magazalar bile bir gürültü ve kirlilik kaynagidir. Sehrin göbegindeki
kaldirimlarda "çekilis armagani" olarak sergilenen arabalara,
banka müdürlerinin arabalarina yer vardir da, yayalara yoktur. Bu sehirde
arabalar kaldirimlara park eder, yayalar caddede yürür.
Bu bir
kaostur ve bundan kisa bir sürede kurtulus olmadigi da açiktir.
Ama hiç
degilse bu sehir öncelikle heykellerden baslayarak güleç yüzlü hale
getirilebilir. Heykelleri bahçelere konmus, meydanlari otoyol haline getirilmis
hiçbir uygar kent yoktur.
Ancak
Ankara'da nedense Mimar Sinan heykeli Dil ve Tarih - Cografya Fakültesi'nin bahçesindedir.
Baskentte herkes "kendi bahçesine" heykel yapma konusunda
anlasmis gibidir; üstelik bunlarin çogu sert bakisli, kaslari gittikce kartal
kanadina benzeyen Atatürk heykelleridir. Emniyet'in, Kara Kuvvetleri'nin,
Maliye'nin ve Anayasa Mahkemesi'nin bahçesinde yapilmis olan heykeller
Ankaralilara nasil bir "devlet sitesi"nde oturduklarini
animsatir. Ankara'nin heykelleri devletin ciddiyet ve vakarini, otoriteyi ve
askersel degerleri yüceltir. Ancak bu heykellerin devlet kurumlarinin bahçesine
yapilmasi isabetli olmustur, hafazanallah eli tüfekli asker heykelinin Kizilay
Meydani'nda oldugunu bir düsünün; memur ve ögrenci eylemlerinde insanlar
polisten dayak yerken bir de bunlarin ortasinda eli silahli asker! Böyle bir
heykel olsa olsa Baskentimizi korku ütopyalarinin simgesi haline getirirdi.
Oysa
Ankara'da dünyada pek de esi olmayan iki heykel vardir ki, heykel görünce
aklina puta tapmak gelen bir belediye baskaninin çabasiyla sehrimizin
kisiligini gösteren birer anit olmaktan çikip adeta "serap"
haline gelmislerdir. Bunlardan ilki Sihhiye'deki Hitit Aniti, öbürü ise garin önündeki
Himera'ya ters binmis olan Nasrettin Hoca heykelidir.
Bu iki
heykel Türkiye'nin üzerinde durdugu tarihsel, antropolojik ve kültürel temel
taslarini temsil ettikleri için gerçekten özgündürler ve pek ala da yalniz
Ankara'yi degil tüm Türkiye'yi temsil edebilirler. Bu nedenle prosedürü nedir
bilmem ama, Hitit Heykeli'nin tüm ülkeyi temsilen TBMM önünde yapilan altgeçitin
tam üstüne, Atatürk Bulvari'yla Inönü Bulvari'nin kesistigi noktaya, ne amaçla
yapildigini anlamadigim -dairesel halde betonlanan alana tasinmasini öneriyorum.
Hem böylece heykel Sihhiye Otoyolu'ndan kurtulur, hem de halkimiz bu heykeli
gidip yakindan görür, yabancilar önünde fotograf çektirir, bu fotografi görenler
burasinin Ankara oldugunu anlar.
Himera
heykeli de bunca tarihsel birikime ragmen utanmadan Ankara'nin sembolü olarak
kullanilan Atakule'nin karsisindaki döner kavsagin ortasina yerlestirilebilir.
Ankara Belediye Baskani bu kavsaga da bir yeralti geçidi yapmadan, oraya Anitlar
Kurulu'nun izni olmadan çivi bile çakilmayacak o heykeli koymali ki, $u $ehir
daha fazla zivanadan çikmasin.
Melih Gökçek'in
at nali seklindeki köprü hizmeti için Sihhiye Meydani'na
seramikten
bir at nali hatirasi, dev bir nazarlik ve fiskiye kondurulabilir; böylece bu "içinden
oto yol geçen sehrin" kitsch ile malül bu dönemi bir ibret anitina da
kavusur.
Radikal
Gazetesi Pazar Iki eki, 04 Subat 2001, Sayfa: 4