Cami avlusundaki devrimciler
Deniz Som
Günes, birbirine kaynasmis bulutlara teslim oldugu için gökyüzü
tekdüze griye boyanmisti... Tevfik Fikret 'in "Günler geçer ki
pasli bulutlarla kasvetin/ Bir ahenin siper gibi örter semamizi"
dizelerine benzer, gögü kapatan o pek saglam ve sanki demirden siper, birkaç
bulutun yükünü bosaltmasiyla çökmüyor, aksine arkada bekleyen baska bulutlarin
bastirmasiyla daha da ahenin bir hal aliyordu... Bu olabildigince mat tabloda
hiçbir IsIk oyunu yoktu... Dünyanin bütün pasli bulutlari Istanbul'un üstünde
toplanmis gibiydi... Griligi rüzgar bile dagitamiyor, Istanbul klasik bir kis gününü
yasiyordu...
1960'larin sonunda da böylesi kasvetli kis günlerinde hele
hafta sonlarinda Istanbul'un Anadolu yakasindaki üniversite ögrencisi gençlerin
aydinlik günler düsleyerek toplandigi bir mekan vardi:
Üsküdar kiyisinda Semsipasa Halk Kütüphanesi...
Semsipasa bir merkezdi çünkü Üsküdar'dan vapur, araba
vapuru ya da motorla Istanbul'daki üniversitelerin ve akademilerin hepsine
ulasilirdi.
'Müzeyyen bir kasr'
Semsi Pasa ise çok daha eskilerdeydi... 1580'de Mimar
Sinan 'a bir medrese, bir cami yaptirmis ve ayni yil öldügünde kemerli bir
kapiyla camiye açilan türbesine gömülmüstü... Külliye, 90'ina merdiven dayamis
Sinan'in son eserlerindendi ve bir bibloya ya da mücevher kutusuna
benzetilirdi... Evliya Çelebi , arkadan bakildiginda "müzeyyen bir
kasr" sanildigini yazmisti cami için...
Kanuni 'nin Viyana'dan geri dönmesinden sonra
Osmanli, Sari Selim ve Üçüncü Murat 'la "kese"
den yemeye basladigi için, Koca Sinan'a degil bir sarayli, padisah bile görkemli
yapitlar için siparis veremez olmustu. Büyük Usta da ömrünün sonuna dogru küçük
yapilarda maniyerizmi yani incelik ve zarafet sanatini denemeye baslamisti...
Avcibasiliktan beylerbeyligine kadar bir sarayli olarak görev
yapmis ve de sair olan Semsi Pasa'ya da biter bitmez gömülecegi bu külliye
nasip olmustu Sinan'in elinden...
Semsi Pasa ki, anne tarafindan Fatih 'in torunu ve
fakat baba tarafindan Fatih'in ortadan kaldirdigi Candarogullari'nin son hükümdari
Kizil Ahmet Bey 'in torunuydu...
Selçuklu'nun emirlerinden Temur Candar 'in 1292'de
Kastamonu'da kurdugu ve daha sonra kurulan Osmanli'nin tanis olunca basindaki Isfendiyar
Bey 'den Isfendiyarogullari dedigi bir sülaleden Türk soylusuydu... Üsküdar
kiyisinda, dalgalarin vurdugu bir türbede yatmayi hak etmisti dogrusu:
"Ya ilahi son nefsade Sems-i biçarenin/ Cürmüne
kilma nazar bir amal yüzün dahi"
Ne ki zamanin dalgalari caminin minaresini yikmis, türbenin
duvarlarini çökertmis ve eski medreseyi harabeye çevirmisti. Belgelere göre Mustafa
Kemal Atatürk , 1938'de Dolmabahçe'deki hasta yataginda I. Hakki Konyali
'nin Tan gazetesindeki yazisini okuyup, pencereden karsi kiyidaki harabeyi gördügünde
caminin onarilmasini istemisti... Tek partinin camileri kapattigini, yiktigini
iddia edenlerin yalanini yüzlerine vururcasina iki yil içinde ibadete açildiginda
Mimar Sinan'in sekiz metreye sekiz metrelik bir alanda dört tromplu sekizgen
kasnaga oturttugu kubbesiyle küp biçimindeki camiye Cumhuriyet'in aydinligi da
vurmustu; secdeye varildiginda baslarla ayaklarin ayni yere degmemesi için
zemine kademeli bir düzen getirilmisti... Sonraki yillarda isgüzarlar camiye
yardim adina zemine hali dösetirken kademeler kaldirilmisti...
Hercai çiçeklerle bezeli küçük avluda ise bir tarafi denize
dik, öteki tarafi denize paralel iki kollu eski bir medrese uzanirdi; on iki hücre
ve kubbeli bir dershanesi vardi ve on dokuz mermer sütunlu revakla süslenmisti
ve 1953 yilinda sütunlarin arasi camekanla kapatilip halk kütüphanesi
yapilmisti...
Iste bu kütüphane 1960'larin sonunda üniversite ögrencisi
gençlerin aydinlik günler düsleyerek toplandigi ve soguk kis günlerinde erken
gelenlerin sobanin çevresindeki masalari kaptigi bir mekandi.
Gençlerin cogu Çiçekçi'de, Tunusbagi'nda, Pasakapisi'nda,
Dogancilar'da oturur, Kadiköy'den de gelenler olurdu... Eski bir medreseden
bozma kütüphanede bulusulur, sessizce ders çalisilir, caminin camekanla
kapatilmamis revaginin altinda verilen molalarda sigaralar tüttürülürken
aydinlik günlerin habercisi "devrim" konusulurdu...
'Sosyal' kitaplarla
Hukuk ögrencilerinin daha kalabalik oldugu ve sonradan "68'li"
denilecek grubun içine sizmaya çalisan liseli çömezler de kaytarip
ezberlemedikleri aruz vezinleri yüzünden edebiyattan çakmayi göze alarak
koltuklarinin altinda sonu "ist" le biten "sosyal"
kitaplar tasirdi...
O zamanlar kiyida yol yoktu; Semsipasa'ya Balaban'dan geçilirdi...
Balaban'da balikçilarin kahvesi, çekek yeri ve tekneleri vardi... Balikçilar, mücadelelerini
dogaya karsi veren emekçilerdi... Kiyiyi bir duvar gibi kapatan reji binasi
kapitülasyonlardan kalmis ve Cumhuriyet Devrimi'nde kamulastirilmisti; tütün
deposunda isçiler çalisirdi... Sonrasi Semsipasa Kütüphanesi'ydi...
1970'lerin basinda, sadece Semsipasa'daki degil tüm ülkedeki
emekçileri savunan gençlerin üzerinden "panzer" ler ,
1980'lerin ortasinda ise Üsküdar-Harem kiyi yolunu açmak icin balikçi kahvesi
ve Reji'nin üzerinden "dozer" geçti...
Zaman belli ki çabuk geçiyordu, 2000'li yillarin 1'incisine
gelindiginde Semsipasa'daki halk kütüphanesinin ve caminin çevresi epey
degismisti... Sanki içinde bir filin dolastigi zücaciye dükkani bastan asagi
yenilenmis, eskilerden kalma paha biçilmez bir biblo vitrinde kendine yer
bulmaya çalisir gibiydi...
Son büyük deprem sonrasi
Külliye, külliyen kiyidan geçen çift seritli yolun biraz da
altinda kalmisti... Dikkatle bakinca Marmara'daki fay, son büyük kimildanisinda
minarede serefenin üstündeki kesme taslari yerinden oynatmis ve külahi hafif
yana egmisti; bahçe duvarindaki büyük çatlak büyük depremin eseriydi!
Ve kütüphane kapaliydi... Bir ay kadar önce onarim için
kapanmis, ne zaman açilacagi tahsisatin gelisine baglanmisti... Neyse ki
kapanincaya kadar yine ögrencileri agirlamisti... Ama artik ögrenciler, ders çalismak
için degil verilen ödeve kaynak bulmak için ugruyordu; bir de ödünç kitap almak
için...
Bu ne rastlantidir ki Istanbul'un üstüne çöken gri ve islak
tabloyu, avludaki menekselerin rengi bozmaya devam ediyordu...
Caminin içinde, kemerli kapidaki parmakliklarin üstünden
sarkan örtüyü aralayinca, Semsi Pasa, türbesindeki sandukada sessizce yatiyordu
ve burasi namaz kilacak hatun kisilere ayrilmisti... Minarenin yani sira cami
de depremden nasibini almisti... Fakat onarilmasini isteyecek, onarim için
paranin bulunmasini saglayacak artik ne tek parti vardi ne de tek kisi!
Iktidar son yillarda soldan saga koalisyondu ve Vakiflar,
medresenin dershanesiyken kütüphanenin okuma salonu yapilan cepheyi, arada
yarim metre pay birakarak büfecilere emanet etmis, külliyenin bos arsasini "ülkü
ocaklari" nin islettigi biraz da "dürüm" lu aile çay
bahçesine dönüstürmüstü... Türk-Islam Sentezcilerine ecdaninin eserini korumak
degil rantini yemek yakisirdi!
Kus konmaz mi?
Semsipasa Camisi'nin bir adi da "Kuskonmaz"
dir; bu adi takanlara inat bir karga, kubbenin tepesindeki alemin üstüne kondu;
Bogaz'dan esen sert rüzga ra karsi "gak" diye bagirdi.
Ve caminin imami, eline mikrofonu alip müezzin oldugunda,
ezani çigirtkanliga dönüstürenlere inat, ders çalisan ögrencilere göre sesi
ayarlayip ve sanat müziginde makam sinavindan geçiyormusçasina özenle ikindiyi
okudu...
Yolunuz Üsküdar'dan geçerken meydanda metal bir ugultu
duydugunuzda Semsipasa Camisi'nin avlusuna gitmelisiniz; minarenin dibinde
durup unutulmus ve unutturulmus ezani dinlemelisiniz... Mimar Sinan'in Semsi
Pasa için yaptigi mücevher kutusunu kirletmek üzere dibine kurulmus plastik çay
bahçesinde oturup Fatih'in torunlari ile Deli Ibrahim 'in torunlari
arasindaki farki düsünmelisiniz!
Cami avlusundaki devrimciler, tarihi hiç kirletmemisti...
Cumhuriyet Gazetesi, 04 Subat 2001, Sayfa: 6
Not: Yazardan izin alinmistir.
Öneri, katki ve elestiri
Yakamoz
Anasayfa