Iktisat egitimi tartismasi

 

Iktisadin somut dünyaya inmesi, matematigi terk etmesini gerektirmiyor. Belki bunun için iktisatçilarin önce somut toplumsal sorunlari sorarak ise baslamalari beklenir

     

Ahmet Insel

 

Kendini toplumsal bilimlerin bilimi olarak gören iktisat, son zamanlarda giderek artan elestirilere hedef olmaya basladi. Bunlar, iktisat içi yöntemsel tartismalarla sInIrlI kalsalardi, bilimin dogal yasam tarzi der, geçerdik. Ama söz konusu elestiriler, "en fazla yanilan bilim" olma ayricaligini elinde tutan iktisat biliminin toplumsal yarari ve islevini sorgulamaya baslayinca, is akademik bir tartisma olmaktan çikip, siyasal bir tartismaya dönüstü. Geçen haziran ayinda, Fransa'da Le Monde gazetesinde, bazi iktisat ögrencileri bir protesto metni yayimladilar. Gördükleri iktisat egitimini üç açidan elestiriyorlardi: - Kendilerine ögretilen iktisat, gerçek dünyadan kopuk, hayali bir dünyanin aktör ve dinamiklerini ele almakla yetiniyordu. Bu anlamda otistikti, yani kendi disindaki dünyaya bütünüyle kapaliydi; -Bir araç olarak yararli olan matematik, gerçekdisi varsayimlara dayali kuramlara bilimsel bir maske islevi görmek için kullaniliyordu; - Tek Iktisat Bilimi olarak sunulan

neoklasik iktisat yaklasimi, günümüz iktisat biliminde mutlak hegemonyaci bir konum isgal ediyor ve hem varsayimlarini hem de yöntemini iktisadin yegane kabul edilebilir varsayim ve yöntemi olarak empoze ediyordu. Halbuki hem yöntemi hem varsayimlari ideolojik olarak tarafliydi.

 

Matematik egitimleri son derece iyi olan, Fransa'nin en elit yüksek

okullarindan birinin ögrencilerinin basini çektigi bu protesto hareketi, Fransiz iktisatcilar arasinda, "Iktisat egitimi nereye gidiyor?" tartismasini kisa zamanda alevlendirdi. Ögrencilerin elestirilerini destekleyen metinler ve karsi metinler birbiri ardindan gazetelerde, dergilerde yayimlanmaya basladi. Öyle ki üniversitelerden sorumlu bakanlik, taninmis bir iktisatçiyi iktisat egitimi konusunda rapor hazirlamakla görevlendirdi.

 

Iktisat biliminin bugün neden bu durumda oldugunun geleneksel izahi, II. Dünya Savasi sonrasinda iktisadin fizik bilimlerine benzeyen bir bilim dali olmak istemesine dikkat çeker. Iktisat, toplumsal bilimlerde fizik gibi bir bilim kurmak istemistir. Bunun için, matematige, matematik modellere daha fazla basvurup, tekniklesmis ve içerik kadar, çözümlemenin biçimsel zarafetine önem vermeye baslamistir. Bu geleneksel izah dogru olmakla beraber, eksiktir. Çünkü iktisat fizigi degil, aslinda matematigi taklit etti. Toplumsal bilimlerin fizigi degil, toplumsal bilimlerin uygulamali matematik dali olmaya öykündü. Fizikle matematik arasindaki farki küçümsememek gerekiyor. Çünkü, sonuç olarak fizik gibi somut olgularla dogrulanan veya yalanlanan bir bilim dali degil, matematikte oldugu gibi, varsayimlarin ve iç tutarliligin olgulardan daha önemli oldugu bir soyut kuram olmayi tercih etti. "Bilimsel Iktisadin", iktisata benzeyen bir uygulamali matematik dali oldugunu söylemek daha dogru.

 

Iktisadi epistemoloji konusunda günümüzün önde gelen iktisatçilari arasinda yer alan Mark Blaug bu durumu söyle tarif ediyor: "Söz konusu olan, 'fiyat', 'pazar', 'mal' gibi kelimeleri kullanan bir tür toplumsal matematik; görünüste iktisada benziyor ama bu kelimelerin kullanildigi bir makale okudugunuzda, tüm iliskilerin matematiksel iliskiler oldugunu görüyorsunuz. Tüm çikarsamalar matematiksel sonuçlara indirgeniyor ve bu degiskenlerin, kavramlarin, denklemsel iliskilerin gerçek dünyadaki gözlemlerle bir iliskisi olup olmadigi konusunda hiçbir düsünce kirintisi yok (...) Bu iktisatcilar fizikçiye degil, matematikçiye benziyorlar". Balug'un tesbitleri, iktisat ögrencilerinin tesbitleriyle kesisiyor. Yasanan sIkIntI sadece Fransa'daki bazi ögrencilerle sInIrlI olmasa gerek ki, son aylarda benzer protesto girisimleri Ispanya, Ingiltere ve Italya'da görülmeye basladi.

 

Iktisadin geldigi bu durumu, birbirini tamamlayan iki olgu ile izah etmek mümkün. Birinci olgu, akademisyen iktisatçi mesleginin sosyolojisi ile

ilgili. Egemen akim iktisatçilari, matematigi sadece arastirma yöntemi olarak degil, "sektöre giris engeli" olarak da kullaniyorlar. Ama bunun sadece bir giris baraji olarak kalmasi mümkün degil. Bu yöntemle yetisen, elemelerden geçen yeni iktisatcilar, kendi konumlarini dogrulamak için bu yöntemleri daha fazla kullanmak zorunda kendilerini hissediyorlar. Böylece iktisat ögrencilerinin içinde çok küçük bir azinlik ileride iktisatta akademik kariyer yapacak bile olsa, tüm programlar bu "hayali dünya" modeline ve bu dünyayi gerçek dünyanin yerine koymayi tercih eden iktisat modellerini ögrencilere empoze etmek üzerine insa ediliyor.

 

Iktisatta saygin arastirmalar gerçek dünyayi degil, iktisadin sanal dünyasinin aktorlerini, iliskilerini ve "sorunlarini" konu ediyor. Böylece pürüzsüz, zarif ve sonuçlarin varsayimlara uygun oldugu, ama ayni zamanda birbirinin benzeri modeller, iktisat biliminin saygin dergilerinde yayimlanan binlerce yaziya ilave oluyor. Bugün dünyada, sadece Ingilizce olanlari sayarsak, üç yüzün üzerinde bilimsel iktisat dergisi var. Bunlarin ezici çogunlugunun neredeyse tek varlik nedeni, iktisatçilarin akademik kariyerlerinde gördükleri islev. Kendi kendini üreten bu sistemin degismesi için bir neden yok. Blaug, "durdurulmasi çok zor olan bir canavar" yarattik derken, sorumlular arasina kendini de katmayi ihmal etmiyor.

 

Iktisadin bugünkü konumunu izah eden ikinci olgu, egemen iktisat ögretisinin dayandigi yöntem ve temel varsayimlarin siyasal/ideolojik içerikleriyle ilgili. Kisaca neoklasik ögreti olarak tanimlanan egemen iktisat yaklasimi, kaynak dagiliminin belirlenmesinde en iyi yöntemin pazar sistemi oldugu inanci üzerine dayanir. Pazar sistemi demek, kisaca esneklik demektir. Pazar sisteminin özelliklerinden devlet müdahalesi veya dogal kosullar nedeniyle uzaklastikça, esneklik ve ona bagli olan etkenlik azalir. Pazarin ilkesel olarak evrensel üstünlügünü ispat etmek için gerekli yöntem, tüm toplumsal kararlarin arkasinda bireyin tercihi oldugunu ve çözümlemenin öznesinin her zaman birey olmasi gerektigini kabul eden, yöntemsel bireyciliktir. Bu ikisini, iktisadin öznesi olan bireylerin faydaci olduklari varsayimi tamamlar. Iktisadi insan, kendi faydasini azamiye çikarmaya çalisan bir yaratiktir. Iktisadi davranis, kaynaklarin kit oldugu ortamda bireylerin kendi faydalarini azamiye çikarmalarinin, esnek piyasalar içinde en iyi biçimde gerçeklesebilecegini kabul eder. Matematik optimizasyon modelleri, bu kosullar altinda iyi

çalisirlar. Bu ideal modele, dogal nedenlerle sonradan sInIrlamalar getirebilir. Ama iktisadin ideal bir normu vardir. Bu norm, iktisadin ideolojik

çekirdegidir.

 

Bu norm, iktisadi günümüz modern toplumlarinin "yumusak ideolojisi" yapar. Kendini ideoloji olarak tanimlamayan, ama her türlü toplumsal iyilestirme girisimini bu norm isiginda degerlendiren egemen neoklasik iktisat, pazar toplumunun ideolojisidir. Bu toplumun kurucu ideolojisi islevi görür.

 

Yukaridaki varsayimlar, neoklasik iktisadi, özellikle üniversitelerin ilk

siniflarinda okutulan biçimi altinda son derece komik durumlara da

düsürmüyor degil. Standart mikroiktisat ögretisinin ikinci ayagi olan "üreticiler"in ne denli bir fiksiyona tekabül ettigini anlamak için, üretim faktörlerinin ikamesi varsayimina yakindan bakmak ögreticidir. Esneklik esas oldugu için, mikroiktisat modellerde emekle sermaye arasinda ikamenin mükemmel oldugu var sayilir. Bu çok soyut bir düzeyde ve zamana yayilmis haliyle kabul edilir bir varsayimdir. Ama birçok iktisatçi, ögrencilerine bunu günlük bir olguymus gibi, somut örneklerle anlatmaya çalisir. Iste iki ünlü mikroiktisat kitabindan seçilmis örnekler: Hirshleifer ve Glazer (Microeconomics, Prentice Hall 1992) bir dizi matematik denklemi arasinda, bir faktör ikamesi örnegi verirler. Sadece bir iktisatçinin hayal edebilecegi bu üretim dünyasinda, emek ve kumas araciligiyla gömlek üretilir. Emek ve kumasin göreli fiyatlarina göre, bu girdiler birbirlerinin yerini alirlar. Ögrenciler (ve hepimiz) ayni gömlegin nasil daha fazla emek ve daha az kumasla veya daha fazla kumas ve daha az emekle üretilecegini anlamaya çalisiriz. Browning ve Zupan ("Microeconomics and application", Harper Collins) daha ileri gidip, ayni örnegi otomobil üretimi için vermekten kaçinmazlar. Bir "garajda" çok fazla emek kullanimiyla ya da bir fabrikada robotlar araciligiyla ve çok az emek kullanan iki yöntem arasinda, emek ve makinalarin marjinal olarak ve aninda ikame olabildikleri bir örnegi verirler. Bunun somut anlami, bir anda (yani emegin göreli maliyeti düstügü anda) garajdaki isçinin hemen fabrikadaki robotun yerini almasi demektir. Ya da tersi...Hem emek hem de robotlar sanaldir.

 

Iktisatçi bakis tarzinin bu mümtaz örnekleri karsisinda, ögrencilerin iktisat biliminin otizminden söz etmeleri anlasiliyor.

 

Iktisadin somut dünyaya inmesi, matematigi terk etmesini gerektirmiyor. Belki bunun için iktisatçilarin önce somut toplumsal sorunlari sorarak ise baslamalari beklenir. Bu ise, hayali bir adada, sanal bir üretici, sanal bir tüketici ve sanal emek, sermaye ve diger girdilerle, bir "mekano oyunu" gibi sunulan üretim, tüketim ve benzeri eylemleri ete kemige büründurmek demektir. Ama o zaman gerçek dünyanin, pazar ekonomisi, esneklik ve "iktisadi insan" davranislari nedenleriyle, pek optimal olmadigi, toz pembe hiç olmadigi bütün çiplakligiyla ortaya çikmayacak midir? Matematigin bilimsel görünüslü korumasi arkasindaki neoklasik iktisata kapitalist düzenin ihtiyaci belki bu nedenle var. Iktisat biliminin bugünkü durumu, iktisat içinde degil, onun disinda dururarak, düzenin dizginlenmesi ve dönüsümünün imkanlarini düsünebilecegimizi bize gösteriyor. Elbette Marksist iktisat ögretisi kilifi altinda geçmiste denenen had safhada ekonomist, planli ekonomi tecrübelerinin agir toplumsallar bedellerini unutmadan, sol veya muhafazakâr bir mühendis iktisatçiliginin özünde çok farkli olmadigini dikkate alarak. Iktisat egitimi ve iktisadin toplumsal sorumlulugu tartismasi, akademik degil siyasal bir tartisma.

Radikal Gazetesi Pazar Iki eki, 31 Aralik 2000, Sayfa: 4

Not: Yazardan izin alinmistir.

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa