Devletçi sahinligin toplumsal bedeli

Ahmet Insel

 

Devlet geleneginin güçlü oldugu diger ülkelerde oldugu gibi, Türkiye'de de kendini devletin yerine koyarak düsünen bir insan tipi var. Fikir dünyalari devletin çikarlarini koruma misyonu içinde biçimlenir, olaylara sadece bu açidan bakarlar.

 

Artik devlet görevlisi olmasalar da, genç yaslarindan beri edindikleri siyasal analiz refleksleri onlari devlet misyonu ile donanmis sorumlular gibi davranmaya zorlar. Zaten tahayyül dünyalari böyle sartlanmistir. Artik isin basinda olmadiklari zaman, devlet sorumlulugu tasiyanlarin kendilerinden daha az devlet çikarini koruyup, kolladiklari endisesi içinde kivranirlar.

 

Devlet aydini tabirinin tipatip uydugu bu sahsiyetlerin zihniyet dünyalarinda, ulus ve devlet özdesdir. Ulusu, farkliligi içinde bir özne olarak tahayyül etmezler. Tek boyutlu düsünürler ve düsün alanlarinin yegâne kutbu devlettir. Devletin çikarlari için iyi olanin, toplumun çikarlari için de iyi olduguna inanirlar. Bunun tersi ise, onlara göre, nadiren dogrudur. Toplumun tek bir çikari olamayacagi için, bu kendi içinde farkli, çeliskili, "basibozuk" çikarlar yumaginin yerini, devletin tespit ettigi "ulusal çikarlarin" almasi daha dogrudur. Bu ulusal çikarlar, devlet katindan bakip, devletin güç stratejisi içinde biçimlendirilmislerdir. Ulusa atfedilirler ama çogunlukla devletin özel çikarlaridir. Devlet kendi basina bir nesne olmadigi için, "ulusal çikarlar" paketinin büyük bölümü, devlet iktidari sayesinde toplumsal konum kazanmis olanlarin, bu üstün konumlarini, yani hükmetme yetkilerini sürdürebilmeleri amacini tasir.

 

Türkiye'nin AB'ye üyeligi gündeme geldiginden beri, bu devlet aydinlarinin bazilari mutlak ulusal egemenlikçi bir söylem benimsediler. Açikca Türkiye'nin AB üyeligine karsi tavir aldilar. Bu, kendi içinde tutarliligi olan bir tavir. Bir de, diger gönüldaslari gibi AB üyeligi aleyhtari olmakla beraber, bunu Avrupa ülkelerinin aslinda nasil Turkiye'yi istemedigi propagandasi altinda yapmayi tercih edenler var. Bunu yaparken, Türkiye'nin AB üyeliginin Avrupa'daki aleyhtarlariyla benzer kültüralist yargilari piyasaya sürüyorlar.

 

Yakin tarihte neden olduklari zulümlerden dolayi çektikleri suçluluk kompleksini, "kötü Türk" imajiyla telafi etmeye çalisan çevreler Avrupa'da elbette var. Ama bunu Avrupa toplumlarinin esas sorunu gibi göstermeye çalismak, kendini biraz fazla önemsemek degil mi? Avrupa toplumlarinin en önemli sorunu herhalde Türkiye degil. Kaldi ki, sorunu bu çözümleme düzleminde ele alirsak, Türkiye'deki devlet aydinlarinin da imparatorlugun efendileri olma kompleksinden hâlâ siyrilamadiklari ve bu nedenle her öneri ve gelismeye "devletin bölünmesi" saplantisi içinde baktiklari söylenebilir. Bu çerçevede "zalim Türk" imajinin Avrupa'da kültüralist çevrelerde gördügü islevin benzerini, "devleti parçalama gayretindeki yabanci" imaji Türkiye kültüralist çevrelerinde görmektedir. Üstelik daha etkin ve açik biçimde. Bu düzlemde kalmak gerekirse, bunun kadim bir "gavur saplantisi" oldugu da söylenebilir. Kültüralist analizler, tarihte pek sIk görüldügü gibi, hizla irkçiliga kayip giden bir egim tasirlar.

 

Dikkat edilirse, aday üyelik yolunda ilerlemesi için AB'nin Türkiye'ye önerdigi reform paketleri içinde, bu kültüralist devlet aydinlari açisindan kabul edilemez olani, demokratiklesme paketi olarak adlandirabilecegimiz bölümdür. Burada islenen usta bir manevra vardir. Bu demokratiklesme paketinin Türkiye'ye özgü biçim ve hizda gerçeklesmesinin, disaridan empoze edilmemesinin geregi vurgulanir. Ardindan, "Türkiye kendi eksiklerini herkesten daha iyi bildigine göre, gerekeni geregi kadar yapar" denir. Bunun anlami, devlet gerekeni geregi kadar yapar demektir. Çünkü Türkiye toplumunun özerk temsilcilerinin, kendilerini ilgilendiren konularda devletten bagimsiz girisimde bulunma haklari yoktur. Kibris konusunda, dört tarafin sol kuruluslarinin temsil edilecegi bir toplantiya gelecek olanlara devlet vize vermez. Çünkü birçok konuda oldugu gibi, Kibris konusu da "devletin herkesten daha iyi bildigi ve gerekeni gerektigi kadar yaptigi" bir konudur. Sonuç malum: 26 yildir süren bir statüko.

 

Türkiye'nin bugün içinde boguldugu bir dizi sorunun sorumlulari arasinda, en ön sirada bu devlet, daha dogrusu kendini devletle özdeslestirmis bu sivil ve askeri kapikulu zümresi var. Bu devlet aydinlarinin neyi bilip, neyin gereklerini yaptiklarina yakin geçmisten bir örnek verelim. Bilindigi gibi, askeri cunta 12 Eylül'de darbe yaptiktan sonra, geregini gerektigi kadar yapan devlet zümresi, Kürtçe konusmayi yasaklayan bir kanun çikardi. O zamanlar PKK, bir avuç kisiydi ve daha çok rakip Kürt örgütleriyle çatisma içindeydi. Birçok gözlemci, Kürtçe konusma yasaginin ve bölgede estirilen devlet terörü havasinin, PKK türü bir tepkisel siddet hareketinin güçlenmesine nesnel zemin hazirladigini belirtiyor. Geregini gerektigi gibi yapanlara selam olsun!

 

Bu tür örnekleri çogaltmak mümkün. "Komünizm ve bölücülük tehlikesine karsi", sünni Islamin bir devlet dini olarak empoze edilmesi girisimini hayata geçirenler de, bu devlet aklinin mümtaz sivil ve askeri temsilcileri degil miydi? Türkiye'de devlet zümresinin basiretsizligi, yanlis degerlendirmeleri, statükoculugu yüzünden atilan yanlis adimlari ve bunun karsiliginda onyillardir ödenen agir bedelleri unutup, bütün Türkiye'nin bugün bu devlet aklinin arkasinda yek vücut durmasini talep ediyor devlet aydinlari. Ne için? Devletin pazarlik gücünü arttirmak için. Yani devletin demokratiklesme paketinde direnebilmesine, bu konuda kendi tespit ettigi gerekenleri, gerektigi kadar yapabilmesine yardim etmek için.

 

Dikkat ederseniz, bu devlet aydinlari AB müktesabatinin iktisadi cephelerine hiç ses çikarmiyorlar. Hatta tam üyelik kalsin, bize Gümrük Birligi yeter diyorlar. Çünkü yillardan beri devam eden devlet politikasi geregi olarak, siyasal konularda taviz vermemek için, iktisadi konularda her türlü tavizi vermeye hazirlar. Gümrük Birligi anlasmasinin Türkiye'de genis toplumsal kesimlerin çikarlari düsünülmeden, sadece sermaye cephesinin çikarlari gözetilerek imzalandigini bize unutturmaya çalisiyorlar.

 

Devletçi-milliyetçi sahinler, geçtigimiz günlerde Telekom'un özellestirilmesi yasasini hazirlarken, yabanci ortagin yüzde 32 blok hisse almasi ama icra konseyinde çogunluga sahip olmasini kabul ettiler. "Yabanci" güçlere teslim olmayanlar, iste bunlar! Özellestirme deyince önlerini ilikleyip, "emriniz olur" diyecekler ve üstelik kamu mülkünü hortumlama biçiminde özellestirmeleri yapacaklar, ama demokratiklesme deyince, "ulusal çikar, milli egemenlik" naralari atacaklar.

 

Türkiye sadece Yunanistan veto ettigi veya AB mizikçilik çikardigi için degil, siyasal alanda eli güçlü olmadigi ve  iktisadi reformlari sürdürme

kredibilitesine sahip olmadigi için, bugüne kadar AB kaynaklarini kullanamadi. Banka hortumlayanlarin pisliklerini temizlemeye, dis kaynaklarin "bütçede gözükmeyen harcamalara" kaydirilmasina, bir avuç zenginin cebine faiz olarak girmesine Avrupa'dan yardim kosullarinda kaynak bulmak elbette kolay olmazdi. Zaten Türkiye'nin üyeligi konusunda çok heyecanli olmayan Avrupa hükümetleri, Türkiye'nin siyaseten zayif konumunu rahatlikla kullandilar ve kullandirttilar.

 

Bugün Türkiye'nin AB temsilcileri karsisinda pazarlik gücünün zayif olmasinin esas sorumlusu, "gerekeni gerektigi gibi yapan", bu devlet gelenegi ve bu sivil-askeri devlet zümresidir. Avrupa devletleri elbette kendileri için en az bedelle Türkiye'nin aday üyelikte ilerlemesine çalisacaklar. Avrupa Birligi'nin Türkiye'ye karsi digerkâm bir yaklasim takinmasini beklemek, safdillik olur. Uyumun bedelinin en fazla Türkiye toplumuna çikarilmasi için direnecekler. Bu tavra karsi Türk hükümetin stratejisi, az demokratiklesme, Kürt sorununu ve Kibris sorununu sürüncemede birakma konularinda taviz koparmaya kilitli olacagi için, uyumun iktisadi yükünü kismen telafi edecek kaynaklari elde edecek pazarlik gücü olmayacak. AB ile iliskilerde pazarlik gücümüzü son derece zayif kilan esas neden, bu devlet gelenegi ve bu devlet zümresinin saplantilari nedeniyle empoze ettigi siyasal statükodur. AB ile pazarligi, toplumsal çikarlar isiginda degil, hikmetinden sual olunmaz devlet çikarlari isiginda sürdürmek isteyenler, siyasal kriterlerde sahin ama iktisadi konularda ise süt dökmüs kedi gibi davranmak zorundadirlar. Halbuki Türkiye toplumunun ezici çogunlugunun çikarini savunmak, tam tersi yönde davranmayi gerektirir.

 

Türkiye'de demokrasi mücadelesi veren çevrelerin esas hedefi, AB üyeligi degil, demokratik, özgürlükçü ve dayanismaci bir toplum kurmaktir. AB bu hedefi mümkün kilabilecek bir olanaktir. Kendini devletle özdeslestirmis olan bu zümre, AB üyeliginin degil, esas olarak bu hedefin önündeki en büyük engeldir.

Radikal Gazetesi, Pazar Iki eki, 10 Aralik 2000, Sayfa: 7

Not: Yazardan izin alinmistir.

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa