Avrupa,
Avrupa, isteme bizi!
Ahmet Insel
Avrupa
Birligi'ne aday üyelik sürecini hâlâ pek iyi bilmiyor olmamiz
nedeniyle,
Katilma Ortakligi olarak adlandirmamiz gereken öneri paketine, Katilim
Ortakligi Belgesi diye bir isim uydurduk. Avrupa Birligi'nin
yürütmeden
sorumlu sekretaryasi islevini gören Komisyonun çalisma tarzini, aday üye
konumundaki diger ülkelerle 1998'den beri sürdürülen ortaklik sürecinin
isiginda degerlendirebildigimiz de süpheli. Bütün bunlar, "bol lâf az
is" felsefesinin egemen oldugu günümüz Türkiye siyasal sinifinin
kapasite sinirlarini ele veren küçük detaylar. Statükocu anlayisin bedelini
toplum olarak yillardir ödüyoruz ve görülen o ki daha uzun zaman ödemeye devam
edecegiz.
AB sütten
çikmis ak kasik degil. Birçok konuda ortak siyaset üretmekte sIkIntIlar çeken,
siyasal kurumlasmasinin el yordamiyla ilerledigi, iç
çekismelerin
ve çikar çatismalarinin karar alma mekanizmalarinin etkinliklerini körelttigi
bir yapiya sahip. Bu durumun daha uzun bir dönem devam edecegini kestirmek o
kadar zor degil. Ulus-devlet yapisi ve onun siyasal, iktisadi ve kültürel
davranis kaliplarinin etkisinin azalip, adim adim kurulan yeni olusuma özgü
kaliplarin egemen olmaya baslamasi daha yillar alacak.
Bu çerçevede
Türkiye'nin üyeligi konusu da AB içindeki tartismali konulardan birisi. Sadece
Türkiye'nin degil, diger aday ülkelerin konumu
da pek o
kadar belirli degil. AB 8 Kasim'da Türkiye'ye Katilma Ortakligi önerirken, ayni
gün yayinladigi "stratejik belge"de, aday üye konumundaki
diger ülkelere de bir yol haritasi ve takvim öneriyordu. Önerilen takvimde,
görünüste bir degisiklik yoktu. Birkaç ülkeyi içeren ilk üyelik dalgasinin
2002'de gerçeklesmesi öngörülmeye devam ediyordu. Ama metne daha dikkatli bakip,
üyeligin onaylanmasi için gerekli siyasal asamalari da dikkate alinca, bunun en
iyi ihtimalle 2004'de gerçeklesebilecegi ortaya çikiyor. Daha önemlisi, bugüne
kadar aday ülkeleri parti parti üye yapma stratejisini benimseyen Avrupa'da, bu
kez, bir defada birçok ülkeyi üye yapmayi tercih eder bir hava esmeye basladi.
Alti, belki sekiz veya on ülkeyi toplu biçimde üye yapmak, üyelik tarihini 2005
ötesine atmak demek.
Üyeliklerinin
gerçeklesme tarihlerinin yakin oldugu farz edilen yedi aday ülke hükümeti,
yayimlanan "stratejik belge"ye siddetli bir tepki gösterdiler.
Sürenin uzamasiyla, kendi ülkelerinde AB üyeligi konusunda kuskulu olanlarin
hizla artacagini belirttiler. AB'nin genisleme sorunu, sadece Türkiye'yle
sInIrli degil.
Bugün
Avrupalilarin yüzde 38'i AB'nin içine on, hatta on üç ülkeyi daha almasina
taraftar. Bu oran Ingiltere'de yüzde 35'e, Almanya'da yüzde 34'e, Avusturya'da
yüzde 30 ve Fransa'da yüzde 26'ya düsüyor. Macaristan, Polonya, Çek
Cumhuriyeti, Slovenya gibi "kültürel ve cografi" olarak yakin
ülkelerin üyeligi konusunda ürkek olan AB kamuoyunda, Türkiye'nin üyeligini
arzulayanlarin küçük bir azinlik olusturacaklarini tahmin etmek zor degil.
Ama siyaset
her zaman kamuoyu yoklamasiyla yapilmadigi için, diger aday ülkeler gibi, Türkiye'nin
de aday üyeligi süreci bir itis kakis içinde devam ediyor. Ayrica kamuoyu denen
olgu, her yerde oldugu gibi, Avrupa'da da kamuoyu yapicilari tarafindan
yönlendirildiginden, siyasetin gereklerine göre dalgalanmalar sunuyor. Ayrica
AB'nin içinde birkaç Avrupa politikasi var. Avrupa Komisyonu ile Avrupa
Parlamentosunun, Avrupa Bakanlar Konseyi ile üye devletlerin hükümetlerinin
birçok konuda politikalari farkli. Bunlarin kendi aralarindaki çatismalar, AB
politikalarina dogal olarak yansiyor. Bu durum, Yunanistan gibi, kendi "özel
sorununu" herseyin üstünde tutan bir ülkenin karar alma
mekanizmalarindaki agirligini arttiriyor. Örnegin Katilma Ortakligina son anda
eklenen Kibris sorunuyla ilgili kosul, AB'nin de rasyonel politikalar üretmekte
sIkIntIli oldugunu açikca gösteriyordu. Yaptirim gücü fiilen olmayan, buna
karsilik süreci engelleme gücü yüksek bir öneriyi gündeme alabiliyordu AB
temsilcileri.
AB içinde "kötü
ögrenci" konumunu isgal eden Yunanistan'in, hem iç politika oyunlari
amaciyla hem de Türkiye'deki Sevr sendromunun bir baska türlüsü olan "Büyük
Felaket" sendromundan hâlâ kurtulamadigi için sürdürdügü firsatçi
politikanin orta vadede akilci olmadigini, akli selim sahibi Yunanli
siyasetçiler de biliyorlar. Ama Yunanistan'daki egemen siyasal akilla
Türkiye'de egemen siyasal akil arasinda büyük bir fark yok.
Katilma
Ortakligi, bir kez daha, Türkiye'de sag ve sol ayrismasini ortasindan kesen ve
kisa vadede siyasal olarak daha etkili olan bir baska ayrim çizgisinin var
oldugunu gösterdi. Ulusal egemenligin korunmasi kisvesi altinda,
devletçi-milliyetçi otoriter zihniyetin sagda ve solda temsilcileri oldugunu bu
vesileyle bir kez daha gördük. Basindan beri AB'ye karsi olan, "ulusalci
sol" ve "milliyetci sag", küçük farklarla, ayni
cepheden agir bir karsi saldiri atesi baslattilar. Kibris, Ermeni ve Kürt
sorunlarindan olusan girift yumagin, bazi Avrupa ülkeleri tarafindan da bazen
kasitli bazen siyasal basiretsizlikten dolayi karistirilmasi, milliyetçidevletçi
otoriter cephenin elini kolaylastirdi.
Kendi içinde
tutarli olan bu cephenin yaninda, daha sinsi bir politika sürdüren ikinci bir
tavir, bu vesileyle kendini ele verdi. Görünüste Türkiye'nin AB'ye girmesini
isteyen, ama bunun "Türkiye'yi oldugu gibi kabul edilmesi"
kosuluna baglayan ve aslinda AB üyeligi degil, Gümrük Birligiyle yetinilmesini
isteyenlerden olusuyor bu kesim. Bu riyakâr tavrin sözcüleri, Türkiye'nin üyelik
için elinden geleni yaptigini, ama AB'nin yorgunu sürekli yokusa sürükleyerek,
bunu engelledigini iddia ediyorlar. Bu tavrin sözcülerini dinlerseniz, "AB
Türkiye'yi asagilayan, küçümseyen, kabul edilmesi mümkün olmayan
kosullari bize sokusturmaya çalisan bir tavir içinde" ve "Türkiye
kendi eksikliklerini herkesten daha iyi bildigine göre, gerekeni herkesten
daha iyi yapar"! Sonuç olarak, diye sorarsaniz, önerilen AB'nin dis
halkasi olmaktansa, "bunca maliyet ve fedakârliga karsi, Gümrük Birligi'yle
yetinmenin daha ekonomik oldugu"
Türkiye'ye "zorla
dayatilan, kabul edilmesi mümkün olmayan ve bunca maliyeti ve
fedakârligi olan" kosullara bakildiginda, devletçi-milliyetçi
zihniyetin nasil bir Türkiye tahayyül ettigi net biçimde ortaya çikiyor. Bunu
kisaca Malezya turu Türkiye olarak tanimlayabiliriz. Otoriter bir egemenlik
anlayisi çerçevesinde, IMF'in dayattigi politikalar konusunda hakli nedenlerle
Bati'ya karsi çikan, ama insan haklarinin da "Batililarin emperyalist
politikalarinin bir araci oldugunu" iddia eden, Malezya'nin
sorunlarinin sadece Malezyalilarca anlasilabilecegini böbürlenerek söyleyen,
evrenselligi kozmopolitizm olarak asagilayan, "devlet merkezli liberal
kalkinma modeli". Sosyal haklari ülkenin rekabet gücünü kirmak için
Batililarin icat ettikleri bir koruma politikasi olarak gören bu anlayisin, çagdas
Türk sanayici ve isadamlari sinifinin içinde destekçileri oldugunu yakin
zamanda yeniden gördük. Bu kesim için, gerçekten Gümrük Birligi yeterli. Daha
fazlasi, "Türkiye için kabul edilemez ya da altindan kalkamayacagi külfetler
getiren kosullar" içeriyor.
Devletin, Türkiye
toplumuna hükmetmesini devletin bekâsi geregi olarak algilayanlar katindan,
sermaye sahipleri cephesinden, milliyetciligi siyasal rant unsuru olarak
kullananlar açisindan, kisacasi hükmedenler safindan bakinca Türkiye'nin AB
macerasinin Gümrük Birligi'yle nihayet bulmasini istemek anlasilir bir dilektir.
AB'nin eli titrek ve Yunanistan'in firsatçi politikalarini bahane ederek, bu
tercihi destekleyecek argümanlar bulmak elbette o kadar zor degil. Gelgelelim Türkiye
toplumunun sosyal ve siyasal dinamikleri açisindan bakildiginda, AB üyeligini gündemden
kaldirmanin Gümrük Birligi'ni de sürdürülür olmaktan çikaracagini unutmamak
gerekir. Çünkü iste o zaman, Türkiye cephesinden bakinca AB , "onlar
ortak biz pazar" sloganinin yansittigi gerçege tekabül edecektir.
Siyasal,
kültürel ve iktisadi bütünlügü içinde AB. içinde yer alma hedefini gündeminden
kaldiran bir Türkiye, kurulus ideolojisini yeniden tanimlamak zorunda
kalacaktir. Bunun anlami, birlik ve beraberligin kosullarinin da yeniden
tanimlanmasidir. "Yeni bir dünya kurulur ve biz orada yerimizi aliriz"
diyeceksek, cumhuriyetin kurucu ilkelerini ve benimsedigi ufuk çizgisini de
bütünüyle yeniden tanimlamamiz gerekecektir. Milliyetçi-devletçi otoriter
sahinler, buna var misiniz?
Radikal
Gazetesi Pazar Iki eki, 26 Kasim 2000, Sayfa: 5
Not:
Yazardan izin alinmistir.