Ülkeyi çok
sevmek
Ahmet Insel
Çogumuzun
basindan geçmistir ya da sahit olmusuzdur. Çocuklarini çok fazla
seven anne
ve babalar, bu sevgilerini biraz frenleyemezlerse, çocuklarini asiri ilgi ve
sefkat içinde bogarlar. Attigi her adimda, "düseceksin, dikkat et",
"eyvah" ve "aman" feryatlariyla
karsilasmaktan bunalan çocuk, içine kapanir, pasiflesir, eylemsizlesir. Onlari "çok
sevdikleri" için lafla, dayakla, asiri sefkatle veya sevgi santajiyla
çocuklarina sürekli müdahale eden anne ve babalar, en sonunda onlari samar
oglanina dönüstürürler. Her an bir yerden ya bir tokat, ya bir tehdit ya da bir
sevecen görünümlü bir müdahale gelmesi tehditi altinda yasayan çocuk,
ürkeklesir. Bir sey yaparken gözü sürekli o tehdit merciindedir. O mercii bir
an için bos kalsa, bu kez ne yapacagini sasirir, olmadik bir sey yapar. Ama her
durumda böyle bir sürekli müdahale mercii beynine kazili olarak durur, onun tüm
davranislarini belirler. Büyüklerinin asiri müdahaleleri karsisinda çocuklar ya
görünüste bütünüyle teslim olma stratejisini benimserler ya da kisa zamanda
isyankâr olurlar. Ama her iki durumda da davranislarini bu dIs mercii belirler.
Çocugun özerk kisiligi
eksik
gelisir. Bakarsiniz isyankâr çocuk, yasliliginda bile hâlâ kafasinda anne ve
babasina bir seyler ispat etme saplantisi içindedir.
Türkiye'de
Türk Silahli Kuvvetleriyle Türkiye toplumu arasindaki iliski de, biraz kaba
hatlarla betimlemeyi kabul edersek, yukarida tarif edilen iliski gibidir. TSK.
Türkiye'yi ve Türk toplumunu çok sever. Bu nedenle topluma sürekli müdahalede
bulunmaktan kendini sakinmaz, sakinamaz. Varlik nedeni olarak bu konumu kendine
atfetmistir. Bu konum, kisaca ifade etmek gerekirse, "Türkiye'yi adam
etmektir". Bu "adam etme" misyonunu TSK ile
sivil ama bir o kadar müdahaleci ve otoriter güçler paylasirlar. Otoriter
velinin yetistirdigi toplumda da, otoriter refleksler baskin çikar.
*
* *
Türk Silahli
Kuvvetleri, Atatürk'ün sahsinda cisimlesen otoriter baba figürünü, onun
ölümünden sonra, kurum olarak adim adim doldurarak, bugünkü üstün, egemen ve
sorgulanamaz konumu elde etti. Günümüz Türkiye toplumu otoriter baba figürü
gölgesinde kuruldugu için, bu merciin mesruiyetinin sorgulanmasini pek aklina
getirmedi. Bu yöndeki girisimler ise, otoriter baba makamini isgal eden gücün
tehdit ve fiziki mudahaleleriyle bastirildi. Yakin tarihimize bu gözle
baktigimizda, yasanan çalkantilarin büyük ölçüde toplumla bu otoriter güç
arasindaki ihtilaflardan kaynaklandigini görüruz. Bu tür iliskilerde çogu zaman
oldugu gibi, bir müddet sonra, yani söz ile uslanmayip, tekdirin de yetmedigi
yerde, kötegin devreye girdigi bir devrevi süreç vardir. Bunun adi "ihtilâl",
"muhtira", "yönetime Türk milleti adina el koyma" veya
daha amiyane tabirle "balans ayari" olabilir. Ama her
seferinde otoriter güç bir siddet bosalmasi yasar.
TSK'nin
Türkiyelilerle iliskisini, otoriter babanin çocuguyla iliskisine
benzetmek
baska bir açidan da anlamlidir. Bilindigi gibi, otoriter baba veya anneler,
çocuklarinin iyiligi için onlara sürekli müdahale ederlerken, kendileri için
hiçbir sey istemedikleri inancindadirlar. Gerçek ise pek öyle degildir. Çocugun
"adam olmasi", ona ebeveynlerinin atfettigi meslek, makam ve
yasami benimsemesi demektir. Asiri müdahaleci anne ve babalarin çocuklari,
omuzlarina yüklenen bu adam olma misyonunun agirligi altindan çogu kez
kalkamazlar ve bütün ömürleri zehir olur. Bu yükün altindan kalkanlar da
elbette vardir. Bu, genellikle, anne ve babanin otoriter konumuna erken bir
dönemde belli bir mesafe koymak, arayi sogutmakla bu mümkün olur.
Türkiye'de
T.S.K'nin siyasal alanda egemen bir konumda olmasi, yukarida tarif edilen
otoriter ve müdahaleci ebeveyn tavrinin bir sonucudur. Bu nedenle, sIk olarak
dile getirildigi gibi, askerin siyasete bunca karismasindaki esas neden, sivillerin
ya da siyasetçilerin yeteneksiz, basiretsiz, menfaatperest vb. olmasi degil,
ordunun yillardan beri yapageldigi müdahaleler nedeniyle siyaset alaninin
aktörlerinin biraz samar oglanina dönmüs olmalarindandir. Bugün Türkiye'de
birçok siyasetçide, siyasetin kelle koltukta yapilan bir meslek oldugu inanci
hakim degil midir? Isini kelle koltukta yapan kisiden sogukkanli, uzun vadeli
ve yapici bir davranis bekleyebilir misiniz?
Türkiye'de
bundan sadece kirk yil önce, bir basbakan ve iki bakani idam edildi. 1960'larda
Türkiye toplumu ordunun içinden gelen darbe ve karsi darbe, cunta ve karsi
cunta haberleriyle yasadi. 9 Mart 1971'de gerçeklesmesi plânlanan "ilerici
askeri müdahale"ye karsi, üç gün sonra "statükocu askeri müdahale"
gerçeklestirildi. Burada taraflar esas olarak askerlerdi. Siviller daha çok figüranlik
yapiyorlardi. Bunu izleyen aylarda, sorgulamalarda, iskence seanslarinda bazi
askeri sorumlular yer aldilar. Türkiye toplumu kontrgerilla ile tanisti. Bu
teskilât, basbakanlik ve bakanlik koltuklarinda oturmus birçok siyasetçinin,
birçok arastirmacinin belirttigi gibi, Özel Harp Dairesi'nin bir uzantisiydi.
Daha dogrusu, kontrgerilla diye bir sey aslinda yoktu, Özel Harp Dairesi vardi.
Milli Istihbarat Teskilati'ni yillar boyunca bir general yönetti. Kadrolarinin çogunu
subaylar olusturdu. MIT'in içinden bazi kisiler, 70'lerden itibaren bir dizi
provokasyon düzenlediler.
Ordu,
siyasal yasamin olagan ritmi içinde, toplumun kendi siyasal liderlerini seçmesi,
ayiklamasi ve emekliye yollamasini engelledi. Siyasette yasakli kategorisini
sokarak, bu yasaklilari magdur konuma sokup, kendi taraftarlari arasinda
dokunulmazlik kazanmasina yol açti. Demirel siyasal olarak yasakli olmasaydi,
bu kadar zaman basimiza çöreklenmekte zorlanirdi. Ayni sey, 12 Eylül magduru
konumuna dayanarak bir kari-koca partisi kuran Ecevitler için geçerli degil mi?
Ordu, 12
Marti izleyen dönemdeki siddet bosalmasiyla, bir kusagin en yetenekli
kadrolarini tasfiye etti. Ayni seyi, çok daha büyük boyutlarda 12 Eylül
sonrasinda tekrarladi. Siyasal yasamin siyasal geleneklere, zaman içinde biçimlenen
kurumlara ihtiyaci oldugunu, siyasal kadrolarin bir anda yerden bitmedigini
dikkate almadi. Türkiye'nin kendine özgü siyasal yasami içinde biçimlenmis, köklü
siyasal partilerini 12 Eylül sonrasinda kapatarak, siyasal kadrolarini yasakli
ilan ederek, ortada doldurulmasi zor bir siyasal bosluk yaratti. Bu boslugu,
siyasal yasamin dogal filtrelerinden süzülüp gelmemis bir nevi zuhur siyasetçi
tayfasi doldurdu. Buna ilaveten, TSK'nin kendi iç isleyisinden esinlenmis bir
siyasal parti normu topluma empoze edildi.
Bütün
bunlarin yaninda, MGK gibi ordu merkezli bir kurum, fiilen bir iç hükümet
olarak faaliyet göstermeye basladi. Siyasetin bazi asli konulari, örnegin
Kibris sorunu, Ege sorunu, Kürt sorunu, laikligin yorumu sorunu, siyasal
partilerin yetkilerinin disina çikarildi. Siyasal partiler, siyasal olmayan
islerle ilgilenmeye yetkili kilindilar. Öyle ki 1990 baslarinda bazi
milletvekilleri, bir DGM bassavcisi tarafindan "siyasal eylemde bulunmakla"
suçlandilar. Ayda bir toplanan MGK, gündeminin gizliligi ve görüslerinin
emrediciligi yetmiyormus gibi, zaman içinde banka sorunlarindan egitime, devlet
personel kanunundan elektrik üretimi sorununa kadar görüs üreten (aslinda
siyaset üreten) bir kurum oldu. MGK, kendine ait veri kaynaklari, veri isleme üniteleri,
politika saptama heyetleri olan, bir tür her seyden sorumlu devlet bakanligina
dönüstü. MGK'nin icra yetkisinin olmamasi, icraci olmayan bir dizi bakanliktan çok
daha fazla yetkiyle donanmis oldugu gerçegini unutturmamali. MGK ve genel
olarak TSK üst hiyerarsisi siyasette sorumsuz yetkili konumunu isgal
ederlerken, siyaset sinifina da emsal olusturdular.
Yakin
zamanda ortaya çikan "andiç" belgeleri, TSK'nin Türk halkinin
iyiligi için yapmayacagi sey olmadigini gösteriyor. Bu belgelerde ismi geçen
bazi kisilerin, belgelerin hazirlanisinin akabinde ya suikasta maruz kalmalari
ya da islerinden atilmalari, otoriter babanin "tekdirle
uslanmayan" çocugunu kötekle cezalandirmasina benziyor.
Türkiye
toplumunun haldeki siyasal kadrolarinin ezici çogunlugunun basiretsiz, firsatçi
ve menfaatperest oldugu asikârdir. Türkiye'yi bunca sevdigi için, bir yandan
her an canini onun icin feda etmeye hazir oldugunu söyleyip, diger yandan
durmaksizin yaptigi müdahalelerle toplumu samar oglanina çevirenlerin de bu
durumun sorumlulari arasinda yer almadigini söyleyebilir miyiz? Sevginin de
fazlasi, fazladir.
Radikal
Gazetesi Pazar Iki eki 19 Kasim 2000, Sayfa: 5
Not:
Yazardan izin alinmistir.