Troçki - Büyükada'da sürgün

Jean Van Heijenoort

Türkçesi: Cengiz Algan

Büyükada'da karsilastigimda, Troçki'de onu bugüne getiren acilarin dis görüntüsüne yansiyan hiçbir izi yoktu. Yolculuk 1923'te Rus Komünist Partisi içinde Stalin'e karsi mücadeleye ilk basladiginda baslamisti. Dört sene sonra partiden atildi ve tüm resmi islerden men edildi. 1928'in Kasim'inda Stalin, Troçki'yi Moskova'dan yaklasIk iki bin mil uzaklikta Sovyet Orta Asya'nin dogusunda bulunan Kazakistan'in baskenti Alma-Ata'ya sürdü. Troçki'ye, ikinci karisi Natalya ve o zaman yirmi iki yasinda olan büyük oglu eslik etti. Daha küçük olan mühendis oglu Sergei -hiç politikaya bulasmamisti-Rusya'da kalmaya devam etti. Troçki, Alma-Ata'da G.P.U. (Stalinist rejimin gizli polis örgütü) tarafindan yakindan izlenmesine ragmen, hala belli bir özgürlüge sahipti. Mektuplarini alabiliyor ve ava çikiyordu.

Troçki 12 Subat 1929'da Natalya ve Liova'yla Odesa'dan Istanbul'a geldi. Ilk önce kendilerini misafir mi yoksa tutsak mi olduklarini anlayamadiklari belirsiz bir durumda birakan Rus Konsoloslugu'ndan ayrildilar ve birkaç gün Pera Caddesi'ndeki Tokatliyan Oteli'nde kaldilar. Troçki 6 Mart'ta Paris'teki avukat Maurice Paz'a bir telgraf gönderdi: Kaldigimiz otelde rahatiz, kiralik yer ariyoruz selamlar, Leon. Üçüncü kelime Trocki'nin konsolosluktaki hislerinin bir yansimasiydi.

Yeni göçmenler daha sonra, Istanbul Sisli'nin Bomonti Mahallesi'nde, Izzet Pasa Sokagi, 29 numarada mobilyali bir eve tasindilar. Nisanin sonunda Büyükada'daki Izzet Pasa Yalisi'na yerlestiler (Caddenin ve yalinin adinin ayni olmasi birçok yazari yaniltmistir). Yali, daha sonra benim oturdugum ev gibi adanin kuzeyindeydi, ama iskeleye daha yakindi.

1 Mart 1931'de Troçki, Büyükada'nin küçük oteli Savoy'a tasinali yaklasIk dört hafta olmusken, Izzet Pasa Yalisi bir yanginla hasar gördü. Martin sonunda Büyükada'dan ayrildi ve Anadolu yakasina, Moda'ya tasindi. Sifa Caddesi 22 numarada oturdu. Son olarak Ocak 1932'de ben ekim ayinda yanlarina katildigimda Büyükada'ya geri dönmüstü.

O zamanlar tekneyle Pera köprüsünden Büyükada'daki iskeleye, gezintiyi tamamlamak için ugranilan diger adalari da dahil edersek, bir buçuk saatte gidiliyordu.

Adanin iç kisimlari havayi güzel kokulariyla dolduran camlarla kapliydi. Çogu zaman deniz ve gökyüzü canli ve sürekli degisen renklere bürünürdü. Safak vakti, bu renkler dünyada nadir görülür bir sekilde eflatun ve leylak rengiydi.

Adalari ve Anadolu yakasiyla Marmara Denizi, bitki örtüsü ve gökyüzüyle Büyükada; bunlarin hepsi dünyanin en güzel yerlesim yerini olusturuyordu. 1973'te Büyükada'yi tekrar gördüm. Adaya çok daha fazla bina yapildigi gibi Istanbul'un dis kisimlarini da evler kaplamisti. Marmara Denizi kirlenmis ve bir çimento fabrikasi sürekli bir duman halkasini Asya kitasindan Büyükada semalarina gönderiyordu.

1932'de Büyükada'nin nüfusu esasen Rumlardan olusmasina ragmen, yönetim Türkler'in elindeydi. Takimadadaki tüm adalarin hem Türkçe hem Rumca adlari vardi. Rumca'da Büyükada'ya Prinkipo ya da Prenslerin adasi adi verilmis ki, Bizans Imparatorlugu'nun gözden düsmüs prenslerinin genellikle körlestirilip , rütbeleri sökuüldükten sonra sürüldükleri bir adaydi.

Troçki'nin kaldigi yali, evlerin daha seyrek oldugu ve iskeleden yürüyerek on bes dakikada gidilen kuzey kiyisindaydi. Ev kirk ya da elli yil önce çok saglamca yapilmisti . Istanbullu çok önemli bir sahsin yazlik olarak kullandigi bir yerdi. Ev bir tarafta cadde, diger tarafta deniz olmak üzere ikiye ayirdigi dikdörtgen bahçenin ortasina yapilmisti. Eve, denize dogru giden, Hamlaci Sokagi adindaki çikmaz bir sokagin içinden varilmaktaydi. Küçük bir demir kapidan girildikten sonra sagda dört ya da alti Türk polisinin sürekli durdugu küçük bir karakol bulunmaktaydi. Bahçenin sonunda iri taslardan saglamca yapilmis evin özel iskelesine açilan bir kapi vardi.

Ikinci katta, ortadan geçen genis bir koridor, deniz manzarali bir balkona çikiyordu. Bu koridorun iki tarafindaki duvarlar da kitap ve dosyalarla dolu raflarla kapliydi. Koridorun solunda Troçki ve Natalya tarafindan kullanilan banyo ve hemen sonrasinda yatak odalari vardi. Sagda ilk olarak Jan Frankel ve benim yatak ve çalisma odasi olarak kullandigimiz bir oda, sonra Maria Ilinishna'nin çalistigi makam odasi adini verdigimiz küçük bir büro ve en son olarak iki tarafi pencereli, büyük ve iyi IsIk alan Troçki'nin çalisma odasi vardi. Üçüncü katta gazete ve dergi dosyalarinin muhafaza edildigi tavan arasi ve asçinin uyudugu bir oda vardi. Evde telefon yoktu. Ihtiyaç duyuldugunda on dakika uzakliktaki Savoy Oteli'nin telefonunu kullaniyorduk. Evin tamaminda mobilyalar seyrekçe dösenmisti. Orada yasamaktan çok kamptaymis gibiydik. Duvarlar kireçle badanalanmisti. Ama ferah, rutubetsiz ve her yerden IsIk alan bir evdi.

Ben tasinir tasinmaz, çabucak ev halkinin hayatina uyum sagladim. Hemen alistigim önemli bir ugras da balik tutmakti. Iskelede, bahçenin en alt kisminda her biri on alti fit uzunlugunda balik tutmak için, iki tekne vardi. Bir tanesi motorluydu. Saf, genç ve temiz yürekli bir Yunan balikçisi olan Haralambos, kayiklarla ve olta takimi ile ilgileniyordu. Sabah dört buçukta, hava hala karanlikken baliga çikiyorduk. Troçki hizli ve uzun adimlarla evi iskeleye baglayan patikadan geçerdi. Bazi zamanlar, ayrildiktan hemen sonra, Natalya da balik gezilerine katilirdi. Bir ya da iki sekreter ve bir de Türk polis memuru mutlaka gelirdi. Haralambos iskelede her seyi hazirlamis olurdu ve hemen iskeleden ayrilirken gökyüzü uçuk bir leylak rengi almaya baslardi. Biz olta ve aglarla bazi zamanlar çok yorucu bir is olan balik tutmaya basliyorduk.

Haralambos gelistirdigi birçok teknik araciligiyla yaptigimiz islere yardimci olurdu. Bu teknikler yilin zamanina ve balik türlerine göre degisirdi. O zamanlar Marmara Denizi balikla doluydu ve büyük miktarda balikla dönüyorduk. En çok, kirmizi tekir baligi ve uskumrunun renk ve biçiminde ama ondan daha büyük bir ton baligi türü olan palamut dedigimiz çok büyük baliklardan vardi; baska tür baliklardan da tabii ki avlamistik. Ogünlerde, genellikle balik yememize ragmen, baslangiçta yakaladiklarimizin hepsini yiyemedik. Kalanlari Büyükada hastanesine verdik.

Bazen Haralambos aksam üzeri istakoz aglarini denize atar ve sonraki sabah biz de onlari almaya giderdik. Bir gün tam otuz tane istakozla döndük ve Troçki bizden büyük bir gururla onlari yemek odasinin zeminine sermemizi istedi. Ara sira da aksamlari yem takili oltalari denize atardik, ama gece boyunca köpek baliklari bu oltalara takilirdi ve vurmak zorunda kaldigimiz yedi fit uzunlugundaki canavari, oltayi çektigimizde görürdük.

Bir gün, Büyükada'da periyodik olarak sekreterlik yapan Jeanne Martin, Troçki'ye balik tutarken eslik etti. Bir ag dolusu balik tutuldu. Zavalli yaratiklar kayigin içinde çirpiniyordu. Bir dogasever olan Jeanne, kucak dolusu baligi tekrar denize atmaya basladi. Söylemeye gerek yok ki, Troçki böyle bir davranistan memnun kalmamisti. Balik tutarken yasanmis bir baska olay da, adadan çok uzakta, Yalova yakininda motorun arizalanmasi olmustu. Bu olay yüzünden Anadolu yakasinda çadiri kurmak zorunda kalmislar ve yildizlarin altinda uyumuslardi.

Zaman zaman, baliga çikmak yerini avlanmaya birakirdi. Anadolu yakasinda, Kartal yakinlarina, kayikla avlanmaya giderdik. Kayigi sahile çektikten ve Haralambos'a emanet ettikten sonra, sarp ve çalilik bir arazide av köpegini takip ederdik. Sonunda özellikle bildircin avlanmis olurdu. Çok nadir tavsan görürdük. Troçki hizli ve isabetli ates ederdi. Ama çok açik ki, bu çesit bir av, Troçki'nin ilgisini baliga çikmaktan daha az çekiyordu. Av pek bereketli degildi. Gezinti çogu zaman yalnizca yürüyüse dönüsürdü. Troçki evdeyken "Mektuba cevap yazdin mi?" gibi is hakkinda sürekli soru sordugu halde balik tutarken bunlardan söz etmez, aksine av hikayeleri anlatirdi.

Troçki, Lenin'in bu tür etkinliklerden nefret eden Zinovyev'i ava nasil sürükleyerek götürdügünü ve bir ot yigini arkasina saklanir saklanmaz Lenin'in onu botlarindan çekmek zorunda kaldigindan söz etti. Bunlarin yaninda Anadolu yakasinda kiyida birkaç piknik de yapmistik. Bir defasinda o kadar günes yanigiyla dönmüstüm ki Natalya, yogurtla yaniklarimi tedavi etmisti.

Çayi tabaktan içiyor...

Sabahin erken saatlerindeki balik tutma ya da av isinden sonra, sekizde çay ve keçi sütünden yapilmis peynirden olusan hizli, basit kahvaltimizi yapmak için eve dönerdik. Natalya çayi hazirlar ve herkesin fincanlarina doldururdu. Çay çok sicak oldugunda Troçki, Rus usuluyle çayi fincan tabagina döker ve ondan içerdi. Bu aliskanlik bana Fransa'dan ilk geldigimde garip gelmisti.

Türkiye'de o zamanlar tatil günü olan cuma günleri hariç her sabah, postaci çokca posta getirirdi. Dünyanin her tarafindan mektuplar, gazeteler, kitaplar, döküman paketleri gelirdi. Bütün paketler Troçki'ye verilmeden önce açilirdi. O zamanlar, öldürücü bir aletin küçücük bir zarfin içine konma ihtimali olmayacagini düsündügümüzden mektuplari açmadan verirdik. Her gün hayranlardan bazi alintilari Kutsal Kitap'tan yazilmis mektuplar gelirdi. Digerleri Troçki'ye sagligina dikkat etmesi ve ruhunu ferah tutmasi için dilekler olurdu.

Posta bize iki ya da üç günlük gecikmeyle birlikte Bati Avrupa gazetelerini getirirdi. Troçki düzenli olarak Le Temps ve Die Deutcshe Allgemenie Zeitung gazetelerini, önemli pasajlarin altini mavi ve kirmizi kalemiyle çizerek okurdu. Bazi makaleler kesilir ve gelecekteki yazilar için dosyalanirdi. Her sabah, hiç degilse basliklarinin ne anlama geldigini çikarabildigimiz Türk gazeteleri de elimize ulasirdi. Her ögleden sonra birimiz, Istanbul'da çikan ve bize uluslararasi haber ajanslarinin raporlarini veren Fransiz ve Alman gazetelerini almak için iskeleye gidiyorduk.

Büyükada'daki insanlarla iliskilerimiz minimum düzeydeydi. Evde kalan Yunan bir asçi vardi. Sabahlari Yunanli bir temizlikçi kadin gelirdi.

Yemege çagirilmayi beklemezdi. Saatinde asagiya inerdi ve o indiginde yemegin hazir olmasi gerekti. Bir tek kelime bile etmedi, çünkü hiç sikayet etmezdi. Ama Natalya ve ben çok üzülmüstük." Açikcasi sistem islemedi, yardimci tutulmaliydi.

Ne arkadaslarimiz ne de Türk dunyasinda tanidiklarimiz vardi. Iliskilerimiz her ay kirayi ödedigimiz bir Ermeni olan ev sahibimiz ve kirtasiye malzemeleriyle balik takimini aldigimiz birkaç dükkan sahibiyleydi. Büyükada'da kaldigim süre içinde, Troçki Istanbul'a bir ya da iki kere bir disçiyi görmek için gitti. O zaman evin iskelesine gelen bir motorlu tekne kiralamistik ve bizi dogrudan Istanbul'a götürmüstü.

Troçki'nin Türkiye'de kaldigi tüm zamanlar boyunca Türk yetkililerle hiçbir zorluk yasamadik. 1920'de Türkiye'nin ulusal bagimsizlik için mücadele ettigi süre boyunca, Kemal Pasa savas komiseri olan Troçki'nin araciligiyla Sovyet Rusya'dan silah almisti. Yillar sonra, bir Türk ziyaretçi 1933'te Troçki'nin söyle dedigini rapor etmis: "Türkiye' ile Yunanistan savasirken Kizil Ordu vasitasiyla Kemal Pasa'ya yardim ettim. Yoldas askerler böyle seyleri unutmazlar. Stalin'in basincina ragmen Kemal Pasa'nin beni hapsetmemesinin nedeni budur."

Kelimeler, belki tam olarak Troçki'nin degildir, ama gerçekten Troçki askeri destek saglamisti. Ayrica Rus Devrimi'nin ilk yillarinda Lenin ve Troçki'nin Türk Parlamentosu'nun fahri üyeleri yapildiklarini duymustum.

1965 Eylül'unde, Gerard Rosenthal Büyükada'ya yaptigi yaklasIk iki ay süren ziyareti sirasinda meydana gelmis bir olayi anlatti. Bir gün (1930 baslarinda) Kemal Pasa, Troçki'nin o zamanlar yasadigi Izzet Pasa Yalisi yakinlarinda yalisi olan bir devlet memurunu -belki bir bakandir- ziyaret için Büyükada'ya gelmis. Kemal Pasa, Troçki'ye onu kabul edip etmeyecegini sormasi için bir yaverini göndermis. Troçki görüsmeden kaçinmak için, iyi olmadigi cevabini vermis. Bunun için en makul neden, Kemal Pasa'nin Türk Komünistlerine baski uygulamasindan dolayi, Troçki'nin onunla kisisel bir iliski kurmak istememesidir. Bildigim kadariyla bu, yüksek Türk otoriteleriyle Troçki arasindaki tek görüsme girisimidir.

Cumhuriyet Gazetesi Pazar Dergi eki, 19 Kasim 2000, Sayi: 765, Sayfa: 10-11

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa