Türkçede ilk
polisiye
Erol Üyepazarci
Tanzimat Edebiyati'nin en önemli isimlerinden Ahmet Midhat
Efendi; bilindigi gibi her eserinde okuyucusunu aydinlatmayi, bilgilendirmeyi
amaçladigindan hace-i evvel, yani ilk ögretmen diye anilir. Aslinda Bagdat'ta
Midhat Pasa'nin valiligi sirasinda onun maiyetinde çalisirken, sanat okulu
ögrencileri için yazdigi ders kitaplarinin adi olan hace-i evvel, kendisine
bihakkin lakap olmustur.(1)
Hocamiz Tanzimat Edebiyati'nin en popüler yazaridir.
Düzyazinin bütün tür ve konularinda telif ve çeviri iki yüz kadar eser
vermistir. Ahmet Midhat'in yapitlarinin özgün niteligi, akla gelen her konuda
okuyucusunu aydinlatmasi, ona bilgi ve bunun yaninda çikarilacak bir ders
vermesidir. Bu bilgiyi vermek için konuyu kesip araya girer; diyecegini der ve
sonra yine konuya döner.
Efendi Babamiz (bu söyleyis de dönemin gazetecilerinin
Ahmet Midhat Efendi'ye taktiklari bir diger lakaptir); yalniz edebi eserler
yazmamistir. Matematikten askerlige, iktisattan tarihe, felsefeden teolojiye,
astronomiden cografyaya her alanda kalem oynatmistir.
Edebi alanda ise her çesit edebi yapiti, siir hariç,
denemistir. Roman, öykü, oyun, ani, gezi, inceleme, mektup, deneme türünden pek
çok yapiti vardir. Dili biraz savruk ama amacina uygun olarak dönemine göre çok
sadedir. Sohbet eder, karsinizda konusuyormus gibi yazar. Yazdigi edebi
eserlerinde de çok çesitlilik egemen bir olgudur. Örnegin romanlari incelense;
döneminde geçerli her cins roman türüne uygun eserleri vardir. Mesela romantik
(Henüz Onyedi Yasinda), toplumsal (Felatun Bey ile Rakim Efendi), serüven
(Hasan Mellah, Hüseyin Fellah), siyasi içerikli (Jöntürk), tarihi
(Yeniçeriler), töresel (Arnavutlar, Solyotlar), bilimkurgusal (Dünyaya Ikinci
Gelis), natüralist (Müsahedat) romanlari oldugu gibi ilginç ve ilk uygulamalar
da onun kaleminden çikmistir. Örnegin yazinimizda feminizmi konu alan ilk
romanlari da o yazmistir (Felsefe-i Zenan ve Diplomali Kiz). Hatta bilimsel
roman yazdigini da iddia etmistir (Fenni Roman yahut Amerikali Doktorlar).
Iste bu çesitlilik içinde Ahmet Midhat Efendi gibi ilginç
bir kisinin, özünde ilginç bir ugras olan polisiye romani ihmal etmesi herhalde
beklenemezdi. Türkçemizde pek çok ilke imza atan Efendi Babamiz, dilimizde
yazilan ilk polisiye romanin da yazaridir.
Türkçe'de nesredilen ilk çeviri polis romanlarindan biri
olan dönemin ünlü Fransiz polisiye yazari Emile Gaboriau'nun Orcival Cinayeti
isimli ilginç romanini çevirip 1883'te gazetesi Tercüman-i Hakikat'te tefrika
olarak yayimladi ve ayni yil kitap olarak basti. Yine 1883 yilinda ilk telif
polisiye romanimiz Esrar-i Cinayat'i yine gazetesinde tefrika ettikten sonra
1884'te kitap olarak yayimladi. Büyük boy (27x25 cm) 225 sayfalik kitabin
basinda bu romanin gazetede tefrika edildigi belirtilip "ilk defa olmak
üzere ayrica risale seklinde dahi tab olunmustur" ifadesi bulunmaktadir.
Esrar-i Cinayat, Ahmet Midhat Efendi'nin Gaboriau'dan
etkilendigi ama yine de yerli renkleri ustalikla kullanip, konunun yerel yönünü
iyice belirledigi bir polisiye romandir. Ahmet Midhat, bu romaninda, tipki
Gaboriau ve Edgar Allen Poe ile baslayan geleneksel polisiye romanlarda oldugu
gibi salt analitik çikarsamalarla sonuca varan bir polisiye roman yazmamis;
melodramin insan kaderiyle ilgili trajik yazgisina; islenen cinayetler kadar
basat bir yer vermistir. Romanda bütün Ahmet Midhat romanlarinda oldugu gibi;
naif bir anlatim ve konuyu kesip okuyucuya genel anlamda bilgiler verme açikca
görülür. Kitabin dili, dönemine göre çok sadedir; özellikle diyaloglarda bu
durum daha belirgindir. Olaylarin gelisimi içinde mekan olarak Istanbul'un
çesitli semtleri basarili bir sekilde kullanilmistir.
Dilimizdeki bu iki polisiye romani biraz ayrintili olarak
vermek istiyoruz; çünkü bu kitabi bulmak bugüne kadar hemen hemen olanaksizdi;
(2) ancak Türk Dil Kurumu Yayinlari Ekim 2000 tarihinde Esrar-i Cinayat adli
kitabin yeni baskisini yayimladi. Ayrica geleneksel edebiyat kitaplarinda ve
edebiyat ansiklopedilerinde, bu kitap Ahmet Midhat'in diger eserleri kadar
önemsenip anlatilmadigindan; özellikle konuya ilgi duyabilecek genç okuyucular
için bunun gerekli oldugunu düsünüyoruz.
Hediye Hanim'in konaginda...
Olay "Binikiyüz $u kadar sene-i hicriyesine müsadif
olan Temmuz ayinin onyedinci Sali günü" Istanbul'da yayimlanan
gazetelerdeki bir haberle baslar. Karadeniz'de balik avindan dönen balikçilar,
Bogaz'in girisindeki Öreke Tasi denilen yerde bir genç kizla iki adamin
cesedini bulmuslardir.
Duruma, Beyoglu mutasarrifligi müstantiklerinden
(sorusturma memuru, dedektif) Osman Sabri el koyar. Osman Sabri'nin kimligi
söyle çizilir: Nazik olmak gibi bir kaygumuz olmazsa ciliz sözcügüyle
tanimlayabilecegimiz, ufak tefek, karikatür gibi bir adamsa da; beyince ve onun
sonucu olan zekaca zenginligine gözlerinden yayilan anlayis atesleri taniklik
eder. Cinayet yerindeki kanitlara dikkat edilmedigi ve bozuldugu için ilk
sorusturmadan fazla bir sonuç çikarilamaz. Efendi Babamiz, bu arada hemen araya
girer; bir cinayet olunca; arastiricilarin yararlanabilmesi için hiçbir seye el
sürülmemesinin önemini bir iki sayfacik anlatir.
Bu olaydan bir ay sonra Beyoglu'nda Halil Suri adinda
Hiristiyan bir Arap evinde asili olarak bulunur. Halil Suri, dönemin önemli
kisileriyle sIkI ancak karisIk iliskileri olan, zengin bir adamdir. Olay ilk
önce intihar sayilir. Bu olasiligi belirttikten sonra Hace-i Evvel'imiz kalemi
eline alip tam bes sayfa intiharin ne kadar kötü bir eylem oldugunu anlatir ve
sonunda "konu hakkinda daha çok sey yazilabilir.. ama biz simdilik bu
kadarini yeterli bulduk" der! Olay yine Osman Sabri'ye havale edilir.
Dedektifimiz, bu kez bilimin de yardimiyla olayin intihar degil cinayet
oldugunu ortaya çikarir. Bilimin katkisi doktorlarin tanisiyla gerçeklesmistir.
Pek dogal olarak Efendi Babamiz yine sazi ele alir; tip biliminin çok
gelistigini; dallara ayrildigini; artik bir doktorun bütün hastaliklardan
anlayamayacagini anlatip, bagimsiz bir tip dali olan adli tibbin önemini
vurgular.
Olaylarla, romanda anlatici olarak gördügümüz bir gazeteci
de ilgilenmektedir, ancak Osman Sabri'den pek bilgi alamaz. Ama gazetelerde
adinin anilmasindan ve övülmekten pek hoslanan Beyoglu mutasarrifi Mecdalettin
Pasa, tanistigi gazeteciye, Osman Sabri'nin kendisine sundugu raporu bütün
ayrintilariyla açiklar. Bereket versin gazetecimiz sorumluluk sahibidir(!),
Osman Sabri'nin iznini almadan bu bilgileri yayimlamaz ve aralarinda bir
dostluk kurulur.
Osman Sabri Efendi, iki cinayet arasinda bir bag oldugunu
kesfeder. Öldürülen kizin elbisesindeki bir etiketten, elbiseyi diken terziyi
bulur, ondan da elbisenin Hediye Hanim Konagi'nda dikildigini ve parasinin
Halil Suri tarafindan ödendigini çikarir. Bu bilgiler bizi romanin renkli
kisilerinden Hediye Hanim'a götürür... Hediye Hanim 35-40 yaslarinda, kocasinin
gelirine göre çok lüks bir hayat yasayan bir kadindir.
Olaylari aydinlatmak için kararli olan dedektifimiz,
gazeteciden yardim ister ve müstereken bir plan uygularlar. Osman Sabri bir ak
hadim olan yardimcisi Köse Necmi bohçaci kadin kiligina girip, söz konusu
konaga gider ve Osman Nuri'nin tanidigi bir kuyumcudan ariyet olarak aldigi
elmaslari çok ucuza satar gözüküp, Hanim ile dostlugu ilerletir. Bu arada da
dedektifimizin Mutasarrif Pasa'ya kafa tutup kendini azlettirirdigini duyan ve
korkan kuyumcu geçici olarak verdigi elmaslari geri ister. Osman Sabri
veremeyecegini, isterse kendisini Mutasarrif Pasa'ya sikayet etmesini
söyleyerek kuyumcuyu kizdirir. Kuyumcunun sikayeti üzerine de Pasamiz büyük bir
keyifle Osman Sabri'yi tevkif ettirir ve gazetecilere onu küçük düsürecek
beyanlarda bulunur.
Halbuki Osman Sabri'nin amaci olayin mahkemeye intikalini
saglamaktir; mahkemede gazetecimiz ve Köse Necmi'nin tanikligi ile cinayetleri
aydinlatmak gayesiyle elmaslari Hediye Hanim'a gönderdigini yargiçlara anlatir
ve Hediye Hanim'in sorgulanmasini saglar. Bu arada Köse Necmi, Mecdalettin
Pasa'nin Hediye Hanim'a yazdigi bir mektubu da ele geçirmistir. Pasa da
mahkemeye gelip ifade vermek zorunda kalir. Hediye Hanim sIkIsInca, Öreke
Tasi'nda ölü bulunan kizin kendi evlatligi olan Peri adli bir kiz oldugunu
kabul eder ve onu Halil Suri'yi sevdigi için, Peri'ye deli gibi a$ik olan
Kalpazan Mustafa adli bir kisinin öldürdügünü ve sonra da Halil Suri'yi
öldürmesinin mümkün oldugunu ifade eder. Osman Sabri, Hediye'nin verdigi
ifadeye inanmaz ve merkezi hükümetin verdigi emirle görevine döndügünden ve
artik Mecdalettin Pasa'dan da bir tehlike gelmeyeceginden gerçegi bulmak için
çalismaya baslar.
Polisiyenin kurallari...
Ancak, Efendi Babamiz, buraya kadar pekala ilginç bir polisiye
roman niteligini basariyla koruyan yapitini, bundan sonra kendi eliyle yok
eder.Tefrika mi çok uzamistir, Ahmet Midhat Efendi mi sIkIlmIstir bilinmez ama;
bir polisiye romanda yapilmamasi gereken bir hatayi yapar. Polisiye roman
meraklilarinin bildigi bir hususu burada hatirlatalim. Polisiye roman yazmanin
olmazsa olmaz bazi kurallari vardir. Bunlari ünlü polisiye roman yazari S. S.
Van Dine 1928'de yirmi madde halinde toplamistir. Bu kurallarin en önemlisi de
"Suçlunun kim oldugu, durup dururken yapilan bir itiraf ile degil;
kanitlar incelenip, taniklar dinlenip, bir dizi çikarsama yaptiktan sonra
belirlenmelidir" der.
Ahmet Midhat Efendi'nin yazdigi bu ilk polisiye roman;
yukarida degindigimiz zaafina karsin yine de ilginç özelliklere sahiptir. Bir
kere Edgar Allen Poe ve onu izleyenlerin; olaylarin toplumsal yönleriyle hiç
ilgilenmeyip, sirf analitik çözümleme ile muammayi halletme seklindeki
geleneksel polisiye roman çizgisinden epeyi uzak bir yapittir. Daha çok
Gaboriau'nun basini çektigi; melodram ögelerine öncelik veren; kahramanlarini
sosyal ortamlarindan soyutlamayip aksine toplumsal ögeleri öne çikaran bir
yapidadir.
Sefih ve dalavereci bir mutasarrif, dönemin adliye örgütünün
eksiklikleri, bu bozukluklarin dürüst ve görevine bagli Osman Sabri'nin isinden
atilmasina neden olan sonuçlari romanda açikca belirtilmektedir. Bir üst yöneticinin
suçlularla isbirligi yapabilecegini ilk kez bu romanda görüyoruz. Tabii bu
arada Efendi Babamiz, söz konusu toplumsal elestirilerini yaparken; egemen güçlerin
hismini üstüne çekmemek için kendine özgü tavriyla araya girip sevgili
karilerine söyle der:
"Okurlarimiza ihtar etmeliyiz ki Öreke Tasi
cinayetinin ortaya çiktigi dönemlerde simdiki mahkeme usulleri ve mahkemelerin
düzenlenmesi ve bugünkü adliye örgütü yoktu. Son dönemdeki adli alandaki
gelismeler ve yeni adliye örgütü; özellikle velinimetimiz, reformcu Padisah
Efendimiz Hazretleri'nin basarilari kapsamindaki islerdendir ki; bu devleti, bu
ülkeyi yeniden yaratircasina basardiklari bunca önemli reformlar arasinda; kamu
güvenligi açisindan en yararli olanlardan birisi de yeni adliye düzenlemeleridir."
Esrar-i Cinayat romaninin bir önemli özelligi daha vardir.
Bu satirlarin yazari, Paul Fesch'in Abdülhamid'in Son Günlerinde Istanbul adli
kitabini(3) çevirirken; gözüne dönemin basin hayatini anlatan bölümde su
satirlar çarpti:(4)
"Kavgaci Hayal gazetesinin kapatilmasi; olaylari ve hükümetin
davranislarini kontrol etmeye devam eden; elestiri ve kinamalarini ondan
esirgemeyen basini korkutmamisti. Hücumlari çogu zaman dogru amaçlara yönelik
oluyordu ve basinin elestirilerinin en yüksek makamlarca dinlenip kabul
edilmesi de hiç ender rastlanan bir olay degildi. Bunu kanitlamak için bir örnek
yeterlidir: Dönemin Beyoglu mutasarrifi yüz kizartacak kadar sefih bir hayat
yasiyordu. Bugünlerde de çikan bir gazete; Tercüman-i Hakikat; onu adam
edebilmek için bir girisimde bulundu. Kahramanlarindan biri tipki tipkisina
Beyoglu mutasarrifina benzeyen bir tefrika roman yayinina basladi. Bu yüksek görevli
memur tefrikada çok ustaca tasvir edilmisti. Hayatinin bütün çirkef yanlari göz
önüne seriliyordu. Kamuoyunun gücünde gülünç duruma düsen mutasarrif, kurnaz
tefrikacinin açiga çikardigi utanç verici durumdan kurtulmak için ülkeden
Avrupa'ya kaçmak zorunda kaldi."
Yazarin bu satirlarinda söz konusu ettigi zaman, II.
Abdulhamid'in saltanatinin ilk yillaridir. Bu yillarda Tercüman-i Hakikat
gazetesinde tefrika edilmis ve kahramanlarindan biri de Beyoglu mutasarrifi
olan tek roman ise size yukarida anlattigimiz Esrar-i Cinayat'tir. Türkçedeki
ilk polisiye roman türünde ilkligi yaninda; görevini kötüye kullanan bir üst görevliyi
de açiga çikararak ülkeden kaçmasina neden olmak gibi bir baska islevi de üstlenmesi
gerçekten ilginç bir rastlantidir ve 1883 yilinin sefih ve mürtekip Beyoglu
mutasarrifi, tipki romandaki Mecdalettin Pasa gibi Avrupa'ya kaçmak zorunda
kalmistir.
------------------------------------------------
(1) Bu Hace-i evvel isimli ve çesitli bilimlerle ilgili ilk
bilgileri veren kitap ilk kez 1286'da (1869) Bagdat Vilayet Matbaasi'nda , bir
yil sonra ikinci baskisi ayni yerde ve ayni yil Istanbul'da üçüncü kez
basilmistir. (2) Türkiye Basmalari Toplu Katalogu. Cilt I, Ankara, 1990'a göre
bu yapittan bütün Türkiye kütüphanelerinde 6 adet vardir. Bu satirlarin yazari
da, bütün sahaf dostlarinin yakin ilgisine karsin bu kitabin pesinde on yil
kosmustur. (3) Paul Fesch, Abdülhamid'in Son Günlerinde Istanbul, Istanbul,
1999. Pera Yayinlari. (4) Paul Fesch, Constantinople aux derniers jours
d'Abdul-Hamid, Paris, 1907, s. 38.
------------------------------------------------
Not: Bu yazi Iletisim Yayinlari'nca çikarilan Tarih ve
Toplum'un Kasim 2000 tarihli Ahmet Mithat sayisindan kisaltilarak alindi.
Cumhuriyet Gazetesi Pazar Dergi eki, 12 Kasim 2000, Sayi: 764, Sayfa: 6-7
Öneri, katki ve elestiri
Yakamoz
Anasayfa