Yoksa bu
sehirde gerçekten mimar mi yok?
Korhan Gümüs
'Modernlesme' dedigimiz sürecin her ne kadar yekpare
bir gelisme izleyen bir süreç oldugu varsayimindan yola çikilsa da, iki ayri
gelisme yönü var. Birincisi ütopyalarin kalintisi bir '19. yüzyil' kafasi.
Her seyi yönetimlerin aldiklari kararlara ve projelere baglayan bu eskimis
siyasal zihniyet tepeden inme projelerle ve toplum tasarimlari ile gelismeyi
saglayabilecegini zannediyor. Bu anlayisa örnekler olarak Istanbul'daki yerel
yönetim projeleri, gelismeyi denetleyemeyen mimarlar, sehircilerin 'çarpik'
sehirlesme sikayetleri, genel olarak plan ve proje hazirlama yöntemleri
verilebilir. Ikinci gelisme yönünde ise 'yönetimlerin sorunsallastirilmasi'
denen sey var. Meslek gruplarinin, seçkinlerinin siyasallasmasi, yani bizdeki
gibi siyasal taraf tutup rant iliskilerine girmesi yerine, kendi konularini
siyasallastirmalari, klasik siyasal demokrasinin temelindeki bu bütünlükçü özün
iktidari yapabilir kilan bu çevrenin bagimsiz olarak siyasallasmasi ile bir tür
'dekonstruksiyon'a ugradigi varsayilabilir.
Çünkü eksper
gruplar, uzmanlar dedigimiz kisilerin konumu, yani taraf tutmak yerine
kendilerini siyasallastirmalari ile sivil toplumun kapasitesi artiyor.
Yönetimlerin tasarim gücü azalirken, 'kural koyuculuk' vasfi çogaliyor.
Iste bugün bana göre medeniyetin gelismesi burada. Bu konu gayet açik. Dogru
dürüst sehirlerde yasamak için yönetimlerin kararlarinin seffaf olmasi
gerekiyor. Seffaflik da daha isin basinda gerekiyor, yani daha niyetlerin
olusma asamasinda. Özetle temsili demokrasinin temel özelligi 'temsilin
farkina varmak, yani asillerle vekillerin iliskilerini düzenlemek. Istanbul'da
mimarlarin, sehircilerin korporatist bir ideolojiye saplanip kaldiklarini
gördügüm için, isbirligi yaparken veya sikayet ederken devletin bir kisim sefi
gibi davrandiklarini gözlemledigim için de Radikal Iki'de son yayinlanan
yazimda 'bu sehirde mimar mi yok?' diye sormustum. Niyetim hiçbir seyi
degistirmeyen, iktidardan pay talep eden sözde duyarliliklara küçük de olsa bir
cephe açmakti. Tam bu yazinin ertesinde bir televizyon kanalinda Istanbul'da
Modern Sanatlar Müzesi ile ilgili bir program yayinlandi. Konu tam benim
söylemek istediklerimin üstüne düstü. Müze sözcügü bir kenara ama 'Modern
Sanat' kavrami bence bir biçim sorunsali degil, bir temsil sorunsali
içeriyor. Örnegin Besiktas'a belediyeyi ikna edip modern görünümlü bir heykel
(ya da boru) dikmek, bir modern sanat eseri meydana getirmek degil. Örnegin
burada sanatçinin islevi tam da kamu sahasinda böyle bir karari
sorunsallastirmak ve ona göre bir iletisim biçimi yaratmak olabilirdi. Bu
nedenle 'Modern Sanatlar Müzesi' fikri de bence bir kamu yönetimini ikna
edip, bir proje yapmak ve içine de bazi eserleri doldurmaktan ibaret degil
elbette.
Modern Sanatlar Müzesi fikrine yaklasmak için özellikle sanat
eksperlerine
sonuçta önemli bir rol düsüyor.
Ben bu
yazida 'mekân tartismama' geri dönüyorum.
Kizkulesi,
Istanbul Surlari, Feshane, Sütlüce... bu isi bilenlere veya bildigini
zannedenlere bir kere daha seslenmke istiyorum: Eger hâlâ mideniz
kaldiriyorsa,
seyretmeye devam edin, bu örnekler, Istanbul'un bir tarafta resmiyetçi bir
kafa, diger tarafta da kisilere 'ne yaparsan yap' diyen bir zihniyet ile
ne hale geldigini gösteren örnekler. Sanki bu zihniyetin disinda baska bir yol
yok. Dogru dürüst yönetilen sehirlerde yerel yönetimlerin ve sivil girisimlerle
olusturdugu yerel ortakliklar basarili örneklerle ortaya koyarken, Istanbul'un
illa da elindeki degerleri ya resmiyetçi bir kafa ile viraneye ya da
oyuncaklara çevirmesi gerekiyor. Bu yüzden ne sehri kazanabiliyoruz, ne de
dogru dürüst yeni yerlesmeler insa edebiliyoruz. Çünkü tarihi 'insa
edilebilecek bir mimarlik tarzi' olarak görenle, sehirleri kagit üzerinde
tasarlayabilecegini zanneden yaygin zihniyet ayni zihniyet.
1.Istanbul
Surlari
Vatan
Caddesi'nden ilerleyin. Edirnekapi'ya gelince Sulukule'ye dogru dönün.
Karsiniza kocaman bir tabela çikacak. Yanlis hatirlamiyorsam, tabelada sunlar
yazili: 'Istanbul Kara Surlari.' Birinci yapim: II. Teodosios. Ikinci yapim:
Komnenos. Üçüncü yapim: V. Leon. Dördüncü yapim: Fatih Sultan Mehmet. Besinci
yapim: 4. Murat. Altinci yapim: Istanbul Büyüksehir Belediyesi. (Altinci
yapimda bir isim yok, artik bir kurum var.) Bu tabelada yer alan 'tarihi
sahsiyetler'le Istanbul Büyüksehir Belediyesi kendisini ayni kefeye
koyuyor. Bu çok anlasilir bir durum, çünkü tarih boyunca kim Istanbul'a sahip
olmussa, bu sehre damgasini vurmus. Tarih sürekli bir ilerleme ve gelisme hali
oldugu için zaten degisim demek. Büyüksehir Belediyesi besbelli ki 'restorasyon'
denen isi ikinci, hatta üçüncü sinif bir ugras gibi görüyor, 'surlari tamir
etmek' gibi bir icraatla kendisini sinirlamak yerine, kendi yaptigi ile
tarihe geçmek istiyor: 'Restorasyon... nedir ki? Alt tarafi bir baskasinin
yaptigini tamir etmek! Madem bir is yapiyoruz, daha iyisini, daha mükemmelini
yapabilecegimizi göstermemiz gerekiyor. Nitekim ecdadimiz da öyle yapmis.'
Bir zamanlar
degerli bir siyasetci "Biz Istanbul Surlari gibi Bizans'tan kalma tarihi
eserlerin korunmasi için bütçeden pay ayirmayacagiz" demisti de, Dalan
ve Sözen zamaninda 'koruma' adina yürütülen akil almaz yikim sona
ermisti! Sonra bu 'ideolojik' tutum degisti, köprünün altindan çok sular
akti ve yeniden insaatlar basladi. Tarihin izlerini tasiyan ve virane halini
almis surlar traslanmaya ve son derece kötü bir isçilikle yeni duvarlar
yapilmaya devam edildi. Bir çit bile cikmadi. Anlasilan Istanbul'un en önemli
kültür mirasi için kimsenin ayiracak zamani yoktu. Bu isle ilgili kurumlar ve
kisiler belediyelerden is kapma derdindeyken, kimin görüsü, bilgisi ve de
zamani olabilirdi?
Baska bir
ülkede, baska bir sehirde böyle bir skandal yasansa, uzmanlar ayaga kalkar,
kamuoyunu uyarirlardi. Onlari susturmaya da kimsenin gücü yetmezdi!
2. Kizkulesi
Kizkulesi'ni
kiralayip, para-pul için degil, vatan-millet askina hayat kazandiran yeni
sahibi, halkla iliskiler görevini üstlenen degerli basinimiza göre 'iyi bir
is basarmis', ancak takdir beklerken haksizliga ugramis bir kisi.
Kizkulesi'nin
özel bir sirkete verilmesini elestiren nankörlere, 'Artik bu kafayi degistirmelerinin
gerektigini' ögütleyecek kadar kizgin. Isin bu tarafi hiç tartisma
kaldirmiyor. Yalnizca koruma kurulu, yapilan proje degisikliklerini onaylamakta
geciktigi için 'mecburen' insaat (yani projenin uygulanmasi) yasal
zorunluluk olan izinlerden biraz önde gitmis. Proje konusunda ise bütün
fikirlere ve görüslere açik. 'Bir yanlislik olduysa düzeltiriz' diyecek
kadar da açik yürekli. Para ondan, fikir bizden.
49 yil çok
uzun bir süre oldugu için, Hamoglu'nu 'Kizkulesi'nin yeni sahibi' olarak
adlandirmakta hiçbir sakinca yok. Vatan millet aski tartisilmaz bir gerçek
oldugu için yiyecek içecek fiyatlari konusunda halkimizin
bilgilendirilmesi
önemli bir görev. Yillik veya aylik ne kadar kira ödendigi, bu kadar uzun
sürede kira artis oranlarinin nasil hesaplanacagi, kira sözlesmesinin kiraciya
ne gibi yükümlülükler getirdigi gibi konular ise gereksiz detaylar. Isin daha 'tahsis'
gerçeklesmeden bilinmesi gereken bu tarafi hiç kimseyi ilgilendirmiyor. Herkes
vatan millet askinin 49 yil süreceginden emin. Hamoglu'na güvenler tam.
Elestirenlere
ne demeli? Onlarin parasi olsa, böyle bir hayir isi için harcar miydilar?
Istanbul'a bir tane dogru dürüst bir eser kazandirmislar mi? Istanbul'a örnek
bir mekân kazandiran Hamoglu, 'sanatcilara indirimli tarife
uygulayacaklarini' söyledikten sonra, gururla soruyor: Daha
ne yapabilirdik ki? Gerçekten Hamoglu daha ne yapabilirdi? Projesine daha neler
katabilirdi? Kizkulesi yalnizca küçük bir örnek. Bu sehirdeki restorasyon
uygulamalarinin yalnizca küçük bir örnegi. 'Kültür mirasi tantanasi'
zaten 'icraati engellemek için' uydurulan bir bahane. Koruma
kurullarinin görevi, projeleri engellemek. Bu yüzden yalnizca müteahhitler
degil, yerel yönetimler bile aracilar ile 'kurul garantili' projeler
pesinde.
3. Galata
Köprüsü
Bedrettin
Dalan yeni Galata Köprüsü pazarliklari sirasinda, Galata Köprüsü'nun bir
kentsel simge olarak restore edilmesi gerektigini ama suyun altindaki dubali
sistemin degistirilerek kazikli yapilabilecegini söyleyen uzmanlara sunlari
söylemisti: "Galata Köprüsü'nü korursak, bak yenisini yapamadi,
eskisini tamir etti derler. Bu nedenle bana yeni köprü projesi gerek..."
Daha sonra yeni beton köprüye getirilen elestirileri ise söyle yanitladi: "Daha
ne istiyorsunuz? Aynisini yaptik. Galata Köprüsü'nün tarihi özelliklerini
koruduk." (Gerçi köprüyü ve meydani belediye degil, Karayollari Genel
Müdürlügü yapti -ya da bu hale getirdi- ama belediye baskani çogu yerde oldugu
gibi, bu konuda da birilerinin vesayeti ile yetkiyi kendinde topladi.)
Bedrettin Dalan'in Galata Köprüsü'nün 'tarihi özelliklerin korunmasi'ndan
neyi kastettigi ise pek anlasilamadi.
Herhalde
yeni beton köprüye sonradan eklenen 'kitsch' demir parmakliklari
kastediyordu. (Yoksa daha yapildiginda proje ve uygulama hatalari nedeniyle
yipranmis olan yeni beton köprünün mimarisini degil.) Sonrasinda neler oldugunu
hep birlikte gördük: Ne eskisi -koruma kurulu kararina ragmen- baska bir yerde
kullanilabildi, ne yeni yapilan dünyanin parasi harcanmasina ragmen bir türlü
tam olarak hizmete girebildi!
Baska bir
ülkede, baska bir sehirde böylesine kuyruklu bir skandal yasansa, hükümetler
düser, belediye baskanlari istifa eder ve kamuya verilen zarar sorumlularina
ödetilirdi.
4. Sütlüce
Mezbahasi
Haliç
yikimlarinda belki karsi sahilde oldugu için, belki de hâlâ islevini sürdürdügü
için ayakta kalabilmis önemli bir yapi daha vardi: Sütlüce Mezbahasi. Burasi
için geçmiste çesitli projelerden ve 'iddiali' özel sektör
girisimlerinden söz edildigi duyuldu. Istanbul Kültür ve Sanat Vakfi basariyla
düzenledigi ve artik dünya çapinda taninan festival ve sanat etkinliklerinin
odagini nasil olduysa sehir merkezinin disina -bir kampüse- tasimaya karar
verdi. Ayazaga'da yapimi yilan hikâyesine dönen bir insaat macerasina giristi.
Feshane'nin tam karsisinda yer alan bu yapi ve digerleriyle birlikte Haliç'e
yeniden hayat verecek bu girisimlerin bir sonucu olmadi. Daha sonra Istanbul
Büyüksehir Belediyesi buraya Ortadogu ve Balkanlarin en büyük kültür merkezinin
insaatina giristi. Bir gün bakildi ki, korunmasi gereken ve tescilli bir yapi
olan tarihi bina yikilivermis! Tarihi binanin yikilmasi karsisinda sorumlular
üzülmek ve utanmak söyle dursun, 'aynisini yeniden insa edecegiz, cephelerini
aynen yapacagiz' gibilerinden açiklamalar yaptilar. Sonuç: Sütlüce
Mezbahasi, restorasyonu bir 'mimarlik mezbahasi' haline getiren bir
zihniyete kurban gitti. Gitti de ne oldu? Bir ders alinabildi mi? Gene tIss.
Kimseden ses çikmadi!
5. Saray
duvarlari
Geçenlerde
Bedrettin Dalan, Dolmabahçe Sarayi'nin duvarlarinin yiktirilmasi gerektigini söyledi.
Eski baskana göre sarayin ihtisami gözlerden uzak kaliyormus. Ilk önce 'Anitlar
Kurulu'ndan yikim karari alan Çiragan Sarayi ile hemen yikima
baslanmaliymis. Çelik Gülersoy ise duvarlarin, saraylarin harem dairesi gözükmesin
diye yapildigini söyledi. Bunun üzerine Bedrettin Dalan da bugün harem dairesi
olmadigi için saray duvarlarinin yikilmasinin gerektigi cevabini verdi. (Peki
ya padisahlik? Bugün padisahlik olmadigina göre asil saraylari yikmak gerekmez
mi?) Bugün Bedrettin Dalan baskan olsaydi danismanlari "Aman efendim,
ne güzel buyurdunuz, saraylarin duvarlarini yikmak da yetmez. Saraylarin
cephe duvarlarini da yikmak gerekir. Saraylarin cepheleri de yikilmali ki,
halkimiz sIkIsIk trafikte, otobüslerde ter dökerken, saraylarin iç ihtisamini görsün,
ferahlasin" demezler miydi?
6. Feshane
binasi
Haliç
yikimlari sirasinda tarihi Feshane yapilarinin içinden bir tanesi nasil olduysa
yikimdan kurtuldu. Tam kazma kürek yikima girisilmisti ki Bedrettin Dalan'i
uzmanlari uyardilar: 'Bakin bu bina ileride ise yarayabilir... hem sonra
her seyi jilet gibi kazirsaniz sonra hiç bir seyi korumadi falan diye
elestiri alirsiniz' diye. Bedrettin Dalan da 'ben ecdad yadigari
eserlere acayip sahip çikiyorum, nitekim Haliç'te de yol boyunca da gördügünüz
gibi çesme, türbe, mescid gibi tarihi önemi olan yapilari korumuyor muyum?'
dedi ve yikimi durdurdu. Durdurdu da ne oldu? Ne bir 'sivil' inisiyatif
dogru dürüst bir proje yapip, ortaya ciddi bir düsünce koyabildi, ne de kamuoyu
olusturabildi. Istanbul Büyüksehir Belediyesi kesenin agzini açip Feshane'yi El
Sanatlari Çarsisi'na dönüstürmek için trilyonlar harcadi. Sanayi arkeolojisinin
önemli bir örnegi olan Feshane'nin o müthis yapisi 'dekorasyoncu' bir
anlayisa kurban gitti. Yapi özgünlügünü yitirdi. Gazeteler Feshane'ye bir güzel
övgüler yagdirdilar. Simdi El Sanatlari Çarsisi 'is yapmadigi için'
proje yenileniyormus. Olsun. Nasil olsa Istanbul'da derin bir sessizlik hakim.
Kimsenin kalkip da bir sey söyleyecegi yok.
Baska
sehirlerde islevini yitirmis sanayi yapilari dogru dürüst projeler ve
uluslararasi gündemlerle sanat müzelerine, kültür komplekslerine
dönüstürürken
'Istanbul neden kendi elindeki degerleri böyle harciyor ve yok ediyor?'
diye bu sehirde kimse yapilan islerin hesabini sormaz! Bu tür bir restorasyon
uygulamasi baska bir sehirde olsa, en azindan alay konusu olur. Alay konusu
olmakla da kalmaz. Harcanan her kurusun hesabi sorulur ve sorumlularina ödetilirdi!
Soruyorum:
Bu sehirde hiç mi mimar yok? Hiç mi sehirci yok? Yoksa
gerçekten mi
yok?
Radikal
Gazetesi Pazar Iki eki, 12 Kasim 2000, Sayfa: 6-7