1964 yilinda yapilan bir açik oturumda Turkiye'nin nereye gittigi
tartisilmis AP Genel Baskan adaylarindan Demirel kalkinmanin sahsi tesebbüs ve
yabanci sermaye ile basarilabilecegini savunmustu. Avcioglu'na göre ise
kalkinma ancak Demirel'in savundugu siniflara karsi gerçeklesebilirdi.
Sen
hakliymissin Dogan Hoca...
Gökhan Atilgan*
1964 yilinin Kasim ayinin ortalarinda, Ankara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi'nin büyük salonu tiklim tiklim doluydu. Salonu dolduran merakli
kalabalik, dönemin ünlü isimlerinin katildigi bir açik oturumu izlemek üzere
oradaydi. Konusmacilar, eski Ticaret Bakanlarindan AP Milletvekili Ihsan Gürsan,
CHP Grup Baskan Vekili Profesor Fethi Çelikbas, CHP Milletvekili Sefik Inan,
Devlet Planlama Teskilati eski Müstesari ve Sosyalist Kültür Dernegi Genel
Baskani Osman Nuri Torun, o dönemlerde bütün siyasi akimlarin, partilerin ve
kuruluslarin yanit aradigi bir soru hakkindaki düsüncelerini ifade ediyorlardi:
Türkiye nasil kalkinabilir?
Açik oturuma katilan iki kisi daha vardi ki, tartisma ve çekisme
esas olarak bunlar arasinda cereyan ediyordu. Bunlardan birisi AP'nin genel
baskan adaylarindan Süleyman Demirel, digeri Yön dergisinin "sahibi ve
mesul müdürü" Dogan Avcioglu idi.
Süleyman Demirel, bir yil kadar önce, 22 Mart 1963'te,
Celal Bayar'in saglik nedenleriyle Kayseri Cezaevi'nden saliverilmesi
dolayisiyla meydana gelen gösteriler sirasinda AP Genel Merkezi'nin de
saldiriya ugramasi üzerine, partinin Genel Idare Kurulu üyeliginden istifa
ederek ortadan kaybolmustu. AP Genel Baskani Ragip Gümüspala ölünce ise onun
koltuguna oturmaya namzet olarak, ABD'nin, büyük sermayenin ve bir kisim
basinin destegini alarak yeniden politika alanina dönmüstü.
Dogan Avcioglu ise 27 Mayis'tan önce çalistigi Akis, Kim
gibi dergilerde ve zaman zaman yazdigi Forum'da DP yönetimini elestirmeye
baslamisti. Elestirileri yalnizca "hürriyet ve demokrasi"
talepleriyle sinirli bir çerçevede kalmamis, hürriyetsizligin ve demokrasiden
yoksunlugun bir "rejim meselesi" olduguna dair görüslerinin ipuçlarini
da bu yayinlarda vermeye çalismisti. 27 Mayis'tan sonra, Ismet Inönü'nün
kontenjanindan girdigi Kurucu Meclis'te bu görüslerini sinamis ve bütün
kararlara "red" oyu vermisti. 27 Mayis'in ardindan izledigi yol,
kendi sözleriyle söyleydi: "... CHP ileri gelenlerinin tekliflerine ragmen
son seçimlerde (1961) aday olmayi kesin sekilde reddetmistir. Yetkililerin,
memuriyet tekliflerini de, sosyalist bir dergi çikaracagini söyleyerek kabul
etmemis ve Yön'ü çikartmaya baslamistir" (Avcioglu, 1963).
Bahsedilen açik oturumda, bundan sonra nasil bir "yön"
takip edilirse Türkiye'nin kalkinacagina dair tartisma, esas olarak iste bu
isimler arasinda cereyan ediyordu.
Yön'ün 27 Kasim 1964 tarihli 87'nci sayisinin orta
sayfalarindaki kayitlara göre, ilk konusmaci olan Süleyman Demirel, "bir
cihad isi" olan kalkinmanin sahsi tesebbüs ve yabanci sermaye ile
basarilabilecegini savunuyordu. Demirel'i, Türkiye'nin o günkü verilerine ve geçmis
deneyimlerine dayanarak elestiren Dogan Avcioglu ise, Türkiye'deki yatirimci
olmayan özel tesebbüsün, toprak agalariyla ve esrafla ittifak halinde oldugunu,
bu sinifin kalkinmanin öncüsü olmak gibi bir misyona, bir ehliyete sahip
bulunmadigini savunuyordu. Avcioglu'na göre, Türkiye'nin kalkinmasi ancak bu
siniflara karsi, bu siniflarin düzeninin disinda gerçeklestirilebilirdi.
Bu açik oturumda zuhur eden tartismalar, o yillardan günümüze
kadar uzanan temel meselenin bütün içerigini özetleyen bir nitelik tasiyordu: Türkiye
nasil kalkinabilirdi? Tesebbüsü sahsiye ve yabanci sermayeye mi, yoksa devletçilige
ve iç imkanlara dayanarak mi? Kapitalist mi yoksa kapitalist olmayan bir yol
izleyerek mi?
Sonuçta, herkes kendi yonunu buldu. Demirel, Kasim 1964'te
gerçeklesen AP Ikinci Kongresi'nde genel baskanliga getirildi. 10 Ekim 1965 seçimlerinde
ise Isparta milletvekili seçilerek Türkiye Cumhuriyeti'nin 13'üncü ve en genç
genel baskani oldu. O günden sonra zaman zaman sapkasini alip gitse de,
savundugu düzenin daima en merkezi noktalarinda yer aldi. Ünlü slogani "Büyük
ve Müreffeh Türkiye" hiçbir zaman söyleminden eksik olmadi. Büyük Türkiye
adli kitabinda Türkiye Cumhuriyeti'nin basbakani olarak "cihad"in
hedeflerini ilan ederken kendinden emindi: "10 sene sonra dünyanin 10'uncu
ülkesi olacagiz. 2000 yilinda Türkiye'nin durumu çok daha iyi olacak. 2000 yili
Türkiyesi Federal Almanya'nin bugünkü seviyesine ulasacaktir. ... Gayri Safi
Milli Hasila rakamlari ile Türkiye 52'nci siradadir. 2000 yilinda fert basina
düsen milli gelir ... 5 bin dolar olacaktir" (Demirel, 1977: 5-6).
2000 yili geldi ve bitmek üzere. Türkiye'nin bugünkü
rakamlariyla, Demirel'in yillar önce emin bir sekilde 2000 yili için koydugu
hedefler arasinda daglar kadar fark var. Türkiye'de bugün kisi basina milli
gelir 5 bin dolar degil 3 bin 160 dolar. Ve Türkiye, GSMH temelinde kisi basina
düsen milli gelir itibariyle dünyanin 10'uncu degil 89'uncu ülkesi.
Süleyman Demirel, neredeyse 40 yil önce 2000 yilina dair bu
hedefleri güvenle ilan ederken, Yön ve Devrim dergileriyle ona muhalefet eden,
bugün oldugu gibi dün de, her gün biri patlak veren Demirel ailesinin
yolsuzluklarini açiga çikaran Dogan Avcioglu, yakin çevresine ve esine söyle
diyordu: "2000 yilina kadar yasayacagim ve hakli oldugum görülecek".
Kim hakliydi? 1960'li yillarda düzen disi muhalefetin en önemli
sözcülerinden biri konumuna gelmis olan Avcioglu mu, yoksa yillarca düzenin tam
kalbinde yer almis olan Demirel mi?
Demirel, sirtini devlete ve düzene yaslarken Avcioglu bütünüyle
bu iliskilerin disinda yer almisti. Ne milletvekili olmak istemis, ne
memuriyeti kabul etmis, ne üniversitede hoca olmaya meyil göstermisti.
Gelgelelim, bunlarin her biri onun açisindan son derece
olanakliydi. Milletvekili olabilir, oradan bakanliga tirmanabilirdi; yukarida
aktardigim gibi, 27 Mayis'tan sonra CHP ileri gelenlerinin bu yönde önerileri
olmus ama o geri çevirmisti. Neden bu önerileri geri çevirmisti ve ne yapmak
istiyordu? Yön dergisini birlikte çikardigi dostlarindan Mümtaz Soysal bu
konuda sunlari anlatiyor:
"Biz 'yön' sorunu çözülmeden, 'yön'u bu kadar belirsiz
bir siyasal partinin içine girmeyi dogru bulmadik. Kendi 'yön'ümüzü ya da Türkiye'ye
vermek istedigimiz 'yön'ü ortaya koyalim, böyle bir hareket baslatalim, ondan
sonrasina bakariz,' diye düsünmüstük. O bakimdan bu boslugu doldurmak, adi üstünde
'yön' arayisi içindeki Türkiye'ye bir 'yön' önermek amacindaydik."
Türkiye'nin düzeni...
Parlamenter olmamis, bir memuriyet kaparak devlete
kapilanmamis ama Türk siyasal hayatinda birçok parlamenterden daha etkili
olabilmisti Dogan Avcioglu. Bunun neden ve nasil olduguna dair soruyu, Aydin Çubukçu
söyle yanitliyor:
"Siyasal hedefleri kendince net, bir program insa
edebilme basarisini gösterebilmis, bu program ve hedefler etrafinda örgütlenme
tarzini kafasinda netlestirmis bir insandi. Aydin olarak ayirt edici özelliklerinin
bunlar oldugunu düsünüyorum: bir programa sahip olmak, buna uygun bir örgütlenme
modelini kafasinda netlestirmis olmak, ve bunun araçlarini gelistirerek kararli
bir sekilde ilerlemek; dergisiyle, örgütüyle, iliskileriyle, propaganda
yetenegiyle..."
Üniversitede hoca da olabilirdi. Amme Idaresi Enstitüsü'nde
asistanken, bir ara buna niyetlenmis ve doktora derecesi almak icin Mülkiye'ye
basvurmustu. Basvuruyu degerlendiren heyetin baskani Profesor Sadun Aren o günler
hakkinda sunlari anlatiyor: "Müracaat etti. Yalniz, tahsili Fransa'da
oldugu için bir muadelet sözkonusuydu. Bu muadelet imtihani yapma görevini de
bana verdiler. Fakat ben o zaman artik Dogan'i iyice taniyordum. Yeteneklerini,
bilgi düzeyini biliyordum.
Siyasal Bilgiler Fakultesi mezunu düzeyinde bir insandi. Çok
daha üst seviyedeydi hatta. Onun için bir odaya aldim kendisini ve bu düsüncemi
de söyledim. Dedim, ben bir ciddi bir sey yapmayi düsünmüyorum muadelet
bakimindan ama burada biraz oturalim, kahve-çay içelim ki bir imtihan yapilmis
oldugu anlasilsin. Biraz orada hasbihal ettik ayrildik. Kayit oldu. Hatta
tezden evvel orada imtihan yapilirdi, o imtihana da girdi. Ben de o imtihanda
vardim. Yüksek derecede pekiyi ile o imtihani da verdi. Fakat ondan sonra devam
etmedi doktoraya..."
Üniversitede hoca olmayi da reddetti ama, Türk düsünce dünyasinda
çogu profesörden daha etkili olabildi. 1968 yilinda yayimladigi "Türkiye'nin
Düzeni" bir yil sonra Yunus Nadi ödülünü aldi. Eser, yayimlandigi
yillarda, adeta bir best-seller gibi satildi ve dönemin siyasal tartismalarini
belirledi. Ertugrul Kürkçü, bu öncü çalismanin o dönemdeki siyasal etkileri
hakkinda sunlari anlatiyor:
"Herkesin Türkiye'nin Düzeni hakkinda bir fikri var,
tartisiyor ve fikriniz olmadigi zaman o konuda muteber addedilmiyorsunuz. O
zamanin ölçülerine göre bu kitap pahali bir kitapti. Bunu almak icin epeyce
ugrasmak gerekiyordu. Sonra, çok yakin bir arkadasim vardi, hala da
arkadasimdir, o zaman Erdal Öz'un kitabevi vardi Büyük Sinema'nin üstünde,
oradan Erdal'in gözyummasi sayesinde çalmistim kitabi da beraber okumustuk. O
nedenle çalmaya, risk almaya degecek bir seydi. Yani, Kapital'i çalmadim
mesela, onu daha büyüdügüm zaman, bir yil sonra alacak kadar param vardi. Ama o
zaman Türkiye'nin Düzeni'ni çalmaya deger görmüstüm dogrusu."
Dogan Avcioglu'nun yillar süren çalismalarinin ve
birikiminin bir ifadesi olan Türkiye'nin Düzeni, yalnizca dönemin siyasal
tartismalarini etkilemekle kalmadi, günümüzde Türkiye'nin temel sorunlari
hakkinda çalisma yapmak isteyen akademisyenlerin de temel basvuru eserlerinden
biri oldu. Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesoru Korkut Boratav su saptamayi
yapiyor:
"Türkiye'nin Düzeni klasik bir yapittir. Dogan
Avcioglu'nun çok iyi bir arastirmaci oldugunu ortaya koyar. 1950'li-60'li
yillari anlamak isteyen herkesin muhakkak basvurmasi gereken bir
kaynaktir."
Dogan Avcioglu kavgasina, belirledigi istikamette devam
etti. Hedef, devrim yoluyla düzeni degistirmek, Mustafa Kemal'in temelini
attigi fikirlere sosyalist bir içerik kazandirarak "halkçi, devletçi,
devrimci ve milliyetçi kalkinma" yoluyla Türkiye'yi düze çikarmakti.
Sosyalistligi, zaman zaman süpheyle karsilanabiliyordu. Ama
o, kendi sosyalistliginden emindi. Sadun Aren, bu konuda aralarinda geçen bir
konusmayi söyle hatirliyor:
"Sosyalizme bagli olmalarindan süphe ediyormus gibi
bir tavir aldim bir ara Dogan'a. Bizim eve gelmisti, evde konusurken boyle
yumrugunu sIkarak 'Sosyalizmin için sonuna kadar mücadele edecegim. Ondan hiç süpheniz
olmasin Sadun Bey' dedi."
Burada hatirlatmak gerekir ki, 27 Mayis'tan sonra
"sosyalizm" kavramini ilk kez kullanan da Dogan Avcioglu idi. TIP'in
yazili belgelerinde Malatya Kongresi'ne kadar "sosyalizm" kavramina
rastlanmazken, Dogan Avcioglu, daha Yön'ün ilk sayisinda sunlari söylüyordu:
"Yirminci yüzyilin ikinci yarisinda azgelismis
memleketler için tek çikar yol sosyalizmdir." Hedeflerine ulasmak için her
seyi göze almisti. Evliliklerinin ilk dönemlerinde, esi Sevil Yurdakul'a söyle
diyordu:
"Ya iktidari ele geçiririz ya daragacini
boylarim."
Bununla birlikte, iktidar onun için kendisini ve ailesini
zenginlestirmenin yolu degildi. Hedefleri ne kadar büyükse, hedeflerine
ulastiktan sonra kendisi için istedikleri o kadar küçüktü. Devrim dergisinde
yardimcisi olan Dogan Yurdakul su anisini aktariyor: "Bütün hayali,
devrimden sonra ve yaslandiktan sonra emekli olmak, Güneyde bir portakal bahçesi
almak ve o portakal bahçesinin içinde küçük bir ev sahibi olmakti."
Sonuçta, ne daragacini boyladi Dogan Avcioglu, ne iktidari
ele geçirdi. 4 Kasim 1983'te öldügünde, inatla ve sabirla tarih çalismalarini sürdürüyordu.
2000 yili geldiginde hakli oldugunun görülecegine inaniyordu. 2000 yilinin
basbakani Bülent Ecevit ve ortanin solu teorisyenleriyle 1969 yilinda giristigi
bir polemik "kim hakliydi?" sorusuna bir yanit niteligi tasiyor. Bülent
Ecevit ve ortanin solu teorisyenleri, o yillarda yeni siyaset sahnesine inmis
Necmettin Erbakan'i ve mukaddesatçi hareketi "komprador burjuvaziye
yaslanan Demirel'e karsi Anadolu'nun dinine bagli ulusal burjuvazisinin
direnisi" olarak selamlarken, Avcioglu sunlari yaziyordu:
"Nedir bu Anadolu'nun dindar burjuvazisi? Eger bunda
cografya agir basiyorsa, Ankara'da bakkalliktan gelme Vehbi Koç, Adana'da
hamalliktan yetisme Haci Ömer, koyuncu Ercan'lar, asiret beyi Beyazit'lar ve
bir sürü armatör, Anadolu burjuvazisinden sayilmalidir.
... Yeni bir ekonomik düzeni, üstyapisiyla birlikte
getirmeye yönelmis sosyalizmin halkça benimsenmesi için, aslinda kapitalizm öncesi
düzenin degerlerini yansitan ve tutucu güçler koalisyonunun egemenligini sürdürmeye
yarayan bir mukaddesatçilik salina bürünmeye ihtiyaci olmasa gerektir."
1969'da, Erbakan hareketini "Anadolu'nun dinine bagli
ulusal burjuvazisi" olarak selamlayan Ecevit ve teorisyenleri, 2000 yilina
gelirken, bir zamanlar selamladiklari ve birlikte hükümet kurduklari hareketin
devlete ve Istanbul burjuvazisine "meydan okumasi" karsisinda panige
kapildiklarinda, Avcioglu bu dünyadan göçüp gitmisti. "Büyük ve Müreffeh
Türkiye" sloganiyla Türkiye'yi dünyanin 10'uncu ülkesi yapacaklarini vaat
eden Demirel, dünyanin 89'uncu ülkesi olan Türkiye'de yegenlerinin
yolsuzluklariyla çaresiz iken Avcioglu artik yasamiyordu. Peki, kim hakliydi?
Dogan Avcioglu'nun düsüncelerinde ve ortaya koydugu modelde sosyalizm açisindan
elestirilecek birçok yan oldugu gerçektir. Ama, düzeni hala bozuk olan Türkiye'nin
bugünkü yöneticileri ve Türkiye'yi bu güne getiren yöneticiler karsisindaki
konumu düsünüldügünde, Dogan Avcioglu'nun haksiz olmadigi muhakkaktir.
Avcioglu'nun yayinlanmis kitaplari:
- Türkiye'nin Düzeni (1968)
-31 Mart'ta Yabanci Parmagi (1969)
-Devrim Üzerine (1971)
-Milli Kurtulus Tarihi 4 cilt (1977)
-Türklerin Tarihi 4 cilt (1979)
-Devrim ve Demokrasi Üzerine (1980)
* Gökhan Atilgan, Ankara Üniversitesi
Iletisim Fakültesi'nde "Yön-Devrim Dergileri ve Dogan Avcioglu"
konulu master tezi hazirliyor. Atilgan, çalismasi kapsaminda Avcioglu'nun
ailesi, dostlari ve taniyanlarla görüsmeler yapiyor.
Cumhuriyet Gazetesi Pazar Dergi eki, 05 Kasim 2000, Sayi: 763, Sayfa: 4-5
Öneri, katki ve elestiri
Yakamoz
Anasayfa