Finans merkezli vurgun kapitalizmi

Ahmet Insel

 

Kapitalizm, iki yüzyildan fazla bir zamandan beri, üretimde yaratilan degerin sermaye sahipleri ve emekçiler arasinda paylasilmasina dayali bir dinamikle gelisti. Sermayedarlar veya emekçilerin zenginlesmeleri, bir tarafin fakirlesmesiyle mümkündü. Iki tarafin da göreli olarak, ayni zamanda zenginlesebilmeleri için toplu üretkenligin artmasi ve bunun dengeli paylasilmasi gerekiyordu. Birinci durum, kapitalizmin ilk dönemlerinde egemen oldu. Sermaye üretilen degerden giderek daha fazla pay alirken, emek göreli olarak fakirlesti. Bu dengesizlik sonuçlarini göstermekte gecikmedi ve yeni tür bir iktisadi bunalimla insanlik tanisti: talep yetersizligi. Artan üretimi tüketecek yeterli alimgücü bulunamiyordu. XX. yüzyilda, kapitalizmin ikinci gelisme asamasinda, artan üretkenligin sermaye ve emek gelirleri arasinda paylasilmasina dayali, sürekli genisleyen pazar ve refâh/tüketim toplumu modeli yerlesti.

 

Içinde bulundugumuz dönemde, bu modelin de gelismis kapitalist

ekonomilerde yavas yavas yürürlükten kalktigina sahit oluyoruz. Son yirmi yilda, Avrupa Birligi'nde, sermaye ve servet gelirlerinin GSYIH (takriben ulusal gelir) içindeki payi yüzde 40 artarken, ücretlerin payi yüzde 22 azaldi. Ücretlerin yüksek alimgücüne dayali büyüme modeli olarak gösterilen Almanya'da, ücretler ulusal gelirin yüzde 45'ini olusturuyorlar. Yirmi yil önce ulusal gelir içindeki paylari, yüzde 60 civarindaydi. Ücretlerin payi hizla düserken, Avrupa Birligi üyesi devletler, yabanci sermayeyi çekebilmek için, sermaye gelirleri lehine vergi ayricaliklarini arttirmaya devam ediyorlar.

 

Anglosakson kaynakli emeklilik fonlari, sirketlerin güçlü ortagi olarak, bugüne kadar görülmemis kâr oranlarinin hissedarlara dagitilmasini empoze ediyor. Dagitilan kâr, özkaynaklarin yüzde 15'inden daha az oldugunda yapilan yatirimi kârli kabul etmiyorlar. Sürekli olarak bu oranda kâr dagitabilmek için sirketlerin yapabilecekleri fazla bir sey yok. Üretkenligi arttirici uzun vâdeli yatirimlara kârdan fazla pay ayiramadiklari için, ücretleri ve istihdami kisarak, kisa vâdede yüksek kârlilik oranini korumaya çalisiyorlar. Borsa merkezli patrimonyal kapitalizmin egemen olmasiyla birlikte, Amerikan emekli fonlarinin finansmani ve giderek Amerikan ekonomisinin yüksek büyüme hizi, ücret gelirlerinin üzerine baski yapilmasiyla elde edilir oldu. Yalniz Amerika

ile geri kalan ileri kapitalist ülkeler arasinda önemli bir fark var.

 

Amerika'da, çalisanlarin ezici çogunlugunun gerçek ücretleri yirmi, hatta otuz yil öncesinin seviyesinin altindayken, bir talep yetersizligi ve ona bagli bir durgunluk yasanmiyor. On yili askin bir süredir hizi kesilmeden devam eden büyüme, sürekli büyüyen bir tüketim patlamasiyla ayakta duruyor. Nüfusun dörtte birine yakin bir kesiminin doymak bilmez tüketimi bu. Bunun

finansmani, ücret gelirlerinin artisindan degil, borçlanmayla saglaniyor. Amerika'da hane halklarinin net tasarrufu, geleneksel olarak çok zayiftir. Ama artik hane halklari net borçlu durumdalar. Iki yildan beri, Amerika'da hane halklarinin toplam net borcu, takriben yilda 350 milyar dolarlik bir hizla büyüyor. Borcun kaynagi borsa. Borsada hisse senetlerinin degerinin giderek arttigini gören "ayricalikli Amerikalilar" (nüfusun yüzde 30'u olduklari tahmin ediliyor), borçlanarak hisse senedi aliyorlar. Borsanin artisi, borçlarini zahmetsiz biçimde ödeme olanagi sagladigi gibi, ellerindeki hisse senetlerini güvence olarak gösterip, tüketimleri için de borçlaniyorlar. Böylece borsa, para yaratici bir kurum gibi çalisiyor. Yaratilan paranin tek karsiligi, borsada fiyatlarin sürekli artacagi beklentisi. Yani spekülasyon. Borsa, Amerikan nüfusunun ayricalikli yüzde 30'una, bir emek veya üretim karsiligi olmayan, salt borsada fiyatlarin artacagi inanciyla yaratilan bir gelir olanagi sunuyor. Onlar da bunu çilginca tüketiyorlar. Yeni teknoloji hisselerinin çogunun, daha uzun yillar sürekli zarar edecekleri asikârken, bu finans cambazlari bu hisselere dogru kosmaya devam ediyorlar. Ta ki...Böyle bir büyüme, elbette sürekli biçak sirtinda kalmaya mahkûm. Borsanin düsme egilimine girmesi, spekülatörleri hizla borçlarini kapatmaya itecegi için, birden tüm ekonominin çig gibi büyüyen bir düsüse geçmesi riski her an var. Ama patrimonyal kapitalizmin önemli özelliklerinden biri, kisa vâdenin tüm iktisadi hesaplara egemen olmasi. Ekonomik modellerin ünlü "rasyonel bireyleri", bu dinamigin orta uzun vâdede çökmesinin kaçinilmaz oldugunu akillarina getirmemeyi tercih ediyorlar. Patrimonyal kapitalizmde uzun vâde, üç ay sonra demek, yani borsacinin uzun vâdesi. Geleneksel kapitalizmde ise, üç ay içinde kârina kâr katabilmek için bir vurgun becermek gerekirdi ve vurgunun riski de çok yüksekti.

 

Türkiye de bu patrimonyal kapitalizm dinamigiyle, baska biçimde tanisti. Son yirmi yilda ulusal gelirde sermaye ve servet gelirlerinin payi hizla artarken, emek gelirlerinin payi geriledi. Büyüme, yatirim ve ihracat kadar, sermaye ve servet gelirleriyle yasayan bu dar çevrenin tüketim patlamasi üzerine dayandi. Yüksek enflasyon ve düsen alimgücü karsisinda, tasarruflarinin alimgücünü korumaya çabalayan orta sinif, bankerzede, bankazede, borsazede yapildi. Bu kazazedelerin sirtindan toplanan para ise, bir yerlerde birikti. Ama göreli ciliz bir iktisadi yapida, zenginlesmek de daha zordur. Bu nedenle kisa vâdede en yüksek kâri elde etme hirsindaki yeni isadamlari, eski ilkel sermaye birikimi yöntemlerini kullanmaya devam ettiler. Bunlar, kamu kaynaklarini bir zümrenin sahsi mali imisçesine kullanabildigi eski patrimonyal yapinin sundugu olanaklardi. Banka satin alip, içini bosaltmak gibi, Türkiye'nin 1980 sonrasinda tanistigi (sahi Istanbul Bankasi'na ne oldu?) yeni yöntemler bunlara ilâve oldu. Hayali ihracat da bunun baska bir türüydü. Türkiye'de borsanin hacmi ne de olsa küçük oldugu için, kimi medya patronlarinin da öncülük ettigi borsa manipulasyonlarindan yeteri kadar kazanamayan "ayricalikli Türkiye"ye, kisa vâdede benzer biçimde para kazanilacak alanlar gerekiyordu. Medya gücünü tehdit unsuru olarak kullanip, kamu bankalarindan kredi üzerine kredi alanlar; hükümetten tesvik kopardiklari için, yil sonuna birkaç gün kala paldir küldür gazete çikaranlar; karapara aklama operasyonlarinda mafya güçleriyle kâr paylasanlar; bir borsacinin tabiriyle, "borsanin psikolojisiyle oynayanlar", patrimonyal kapitalizmin az gelismis ülke versiyonu olan vurgun kapitalizminin mümtaz aktörleri oldular.

 

Bir cumhurbaskaninin aile fotografi bu mümtaz simalarla bezenirken; emekli orgenerallerin çogu bu mümtaz firmalarin yönetim kurulu koltuklarinda otururlarken; basbakanlar ve bakanlar vurguncu isadamlariyla düsüp kalkmayi övünç mevzu yaparlarken, vurguncu patrimonyal kapitalizmin

güvencelerinin devletin içinde oldugunu da simgeliyorlardi. Bu sistemin kalbine çok yakin yerde duran birisi, Murat Demirel, kelepçeli ellerini havaya kaldirip, "devletin ayibidir bu" diye bagirirken, baska bir niyetle ifade etmis olsa da, tartisilmaz bir gerçegi dile getiriyor. Nasil, borsa merkezli patrimonyal kapitalizm, devletin düzenleyici kurumlarinin güvencesi olmadan ayakta uzun zaman kalamazsa, finans ve kamu kaynagi yagmasi merkezli vurgun kapitalizmi de devlet destekli olmadan kendini sürdüremez. Vurgun kapitalizmine kendilerini siper eden siyaset ve devlet adamlarini da, elleri kelepçeli haykirirken görmedikçe, yeni vurguncular üretmeye devam edecegiz.

 

Radikal Gazetesi Pazar Iki eki, 05 Kasim 2000, Sayfa: 5

Not: Yazardan izin alınmistir. Dersaadet.

Öneri katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa