Ezgiler
kimindir?
Tahir Abaci
Anadolu'da
arazi davalari boldur; birinin adina bir mülkiyet tespiti yapilmaya görsün,
daha birçok insan ayni yerde hak iddia eder. Kimisi hakli, kimisi haksizdir
bunlarin. Anonim halk ezgilerini, kadastrosu yapilmamis arazilerle
karistiranlar var; kimileri "zilyet"ligini öne sürüyor,
kimileri eski tapu kayitlarini. Yakicilari, derleyicileri, yöresel aidiyetleri
ve etnik aidiyetleri sürekli çekisme konusu oluyor. Türkülerin yakilmasi,
derlenmesi, yöresel aidiyetleri konusundaki tartismalar, çogu kez bireysel ya
da yerel düzeylerde sürüyor, ancak sira etnik aidiyet konusuna gelince, ezgilerin
sirtina siyaset, kültür politikalari, tarih, sovenist egilimler, asimilasyon
vb. Gibi
kaldiramayacaklari
kadar agir yükler biniyor. Oysa ezgiler sadece evrensel bir kamunun mali.
Türk müzigi
tarihini arastiran kitaplara göre, müzik teorisi konusunda kitaplar birakmis
olan ve bestekâr olduklari rivayet edilen Farabî, Ibni Sina, Safiyuddin Urmevî,
Abdulkadir Meragi, "halis muhlis" Türktürler ve tanbur da bir
Türk icadidir. Bir de Kürt müzigini arastiran kitaplara göz atin; kuskunuz mu
var, onlarin hepsi elbette ki Kürt'tür ve tanbur da "Kürt udu"ndan
baska bir sey degildir! Iranlilara sorarsaniz, adi geçenler, dogu müziginin
kaynaginda yasamislardir ve tanbur dahil, hepsi Iran'in öz malidir. Sirada
Araplar, Ermeniler, Süryaniler, Yezidiler, Gürcüler de var! Kimileri
silahlarini basiniza, kimileri beyninize dayiyor; Nasrettin Hoca gibi "Vallahi
ben buranin yabancisiyim" deme sansiniz yok!
Ezgilerin üreticileri
su ya da bu milletten olunca kulagimizda ne degisecek? 1960'li yillarda, özellikle
yaz aylarinda ve aksam saatlerinde, transistorlu "çanta radyo"muz,
Iran Kürtlerinin "kisa dalga"dan yaptiklari yayini yakalardi.
Kürtçe bilmedigim halde, coskun bir edayla icra edilen o ezgiler, beni bambaska
ufuklara tasirdi. Hele de Meryem Hani'nin sesi ve "Le berde berde"
türküsü. Derken o günlerde Erzurum Radyosu'nda Necati Coskun'dan bir türkü
dinledim: "Elaziz uzun çarsi / Dükkânlar karsi karsi". "Le
berde berde" nakarati da "Uy bende bende"ye dönüsmüstü.
Anadolu'da Türkçe icra edilen pek çok ezginin Kürtçe, Ermenice, Rumca, vb. versiyonlari
da var. Orijinali, asli hangisi, hangisi uyarlama, bunu kestirmek, Farabi'lere,
Ibni Sina'lara, Urmevi'lere kan testi ve kafatasi ölçümü yapip milliyetlerini
tespit etmek kadar imkânsiz ve gereksiz. Çünkü müzik Kürtçe, Ermenice, Arapça
ya da Türkçe'nin yani sira, bambaska bir dille daha konusuyor.
Müzigin
ulusu
Kürt müzigi üstüne
yazilan yazi ve kitaplarda, birçok Kürt müzikçiye Türkçe güfte ile söyledikleri
için sitemler yagdiriliyor. Ayrica bunlarin seslendirdikleri parçalarin
tamaminin Kürtçe'den uyarlama olduguna inaniliyor. Isin tuhafi, bu sitemler de
Türkçe'yle ifade ediliyor. Ayni sitemler Türkçe yazan Kürt edebiyatçilara da
yapildi. Oysa bu sitemleri yagdiran yazilar hangi nedenle Türkçe yazilip çiziliyorsa,
müzikçiler ve edebiyatçilar da ayni nedenle Türkçe yazip söylüyorlar. Tercih
ile zorunlulugun karistigi bir durum. Dogru ve dogal olan, buradaki "zorunlulugun"
tamamen ortadan kaldirilmasi, bir halkin kültürünü icrasinin paranoyak degerlendirmelerden
arindirilmasi, çogu kez kör bir siddet ile kirlenen ayrilikçi ya da intikamci
egilimlerle esdegerli ya da o dogrultuda bir ödün sayilmamasi.
Öteki cephenin bakisi da ayri bir alem. Örnegin Kürtler'in
Oguzlar'in bir kolu oldugu yolundaki malum tezi yineleyen bir yazar, illa Kürt ezgilerinden
söz etmek isteyenlerin "Kürt türküsü" dememeleri, "türkü"
yerine baska bir sey kullanmalari gerektigini, çünkü türkünün "Türk"ten
türedigini öne sürüyor. Kelimenin asli "türkî"den türeme, ama
ezgi dünyasinda daha bir dizi kavim ve boy adi, bir arada halklarin kardesligini
gerçeklestirmis durumda: Kürdî, acem, irak, bayatî, vd. Bunlari "asimile"
etmek, "Kürdün Gelini"ni "Koyun Gelini"ne çevirmek
kadar kolay degil!
Kürt müzigi üstüne
yazanlar, ezgilere yüzde doksan bes gibi yüksek bir oranda danslarin eslik
etmesini, bu müzigin bir özelligi olarak belirtiyorlar. Müzigin dansa eslik
etmesi, sadece Kürtler'e özgü bir durum degil, ayrimsiz bütün kavimlerin
gelisim çizgisinde geçilmis bir konak. George Thomson'un "Tarih Öncesi
Ege" adli kitabinda, sadece antik toplum için degil, 20. yüzyil Irlanda'si
için aktardigi örnekler de bunu dogruluyor. Kürt müzigi üstüne yazanlar, bu müzigin
genis ölçüde "folklorik" karakter tasidigi tespitini
yapiyorlar ve bu toplumda anonim olmayan, bestecilere dayali müzigin, daha çok
dissal nedenlere bagli olarak gelismemis olmasina hayiflaniyorlar. Aslina
bakilirsa, saf Türk müzigi de, belki sadece köy türkülerinde, çoban
havalarinda, göçebe Türkmen ve Yörük boylarinda bulunabilir, yani ancak anonim
ve folklorik bir müzik olabilir. Temsil biçimlerinin harman oldugu, etnik
gruplari bagdastiran bir hukuk içinde örgütlenmis ve kültürün geçirimlilik kazandigi
sehirlerde boy veren, güftenin ve bestenin kisisellik kazandigi sanatsal müzigin,
Anadolu'nun özgül yapisi içinde ulus üstü bir kimlik kazandigini görüyoruz.
Hatta sehirlerde dogan ya da kirdan gelip sehirlere yerlesen "halk müzigi"
tarzi için bile geçerlidir bu. Örnegin Agyazar Akyüz'ün (Yegyazar Garabedenyan)
Egin türküsü, Celal Güzelses'in Diyarbakir türküsü, Fahri Kayahan'in Malatya türküsü
olarak repertuarlara geçmis besteleri, sanatçilarin sirasiyla Ermeni, Kürt ya
da Türk olmalarina ragmen, ayni ezgisel temelde bulusurlar.
Yürek,
kulak, ferman...
Bilindigi
gibi, Türkçülügün teorisini yapan Ziya Gökalp de, Klasik Türk Müzigi'ni
duraksamadan ulusal müzigin disina çikarir. Söyle yaziyor "Türkçülügün
Esaslari"nda: "Fârâbi tarafindan arapçaya naklolunduktan sonra bu
hasta musikî, saraylarin ragbetiyle, farsçaya ve osmanlicaya da naklolunmustu.
Diger taraftan Ortodoks ve Ermeni, Keldâni, Süryani kiliseleriyle Yahudi sinagogu
da bu musikiyi Bizans'tan almislardi. Osmanli memleketinde, bütün Osmanli unsurlarini
birlestiren yegâne müessese oldugu için, buna 'Osmanli ittihâdi anasir
musikisi' (Osmanli milletler toplulugu musikisi) adini vermek de gerçekten çok
münasipti". Gökalp'in, "milli musiki" olarak halk müzigini
temel alma ve Bati müzigiyle kaynastirma önerisinin geçirdigi serüven
biliniyor.
Malatya /
Adiyaman dolaylarina ait olan "Bahçelerde mor meni / Verem ettin sen
beni / Gaziantep yolunda / Öldürdün gelin beni" türküsu, aslinda "ufak"
bir operasyon geçirmis. Ayni türkünün son ikisi dizesi bir zamanlar söyle söyleniyormus:
"Ya ben olayim hirçik / Ya sen ol Ermeni". Yürek bu: Bir
Ermeni genci, bir Müslüman kiza vurulmus, dayanmis bir yol ayrimina. Belki de
ayni tarihlerde, komsu yörede, Harput'ta kutuplar ters dönmüs, bu kez Müslüman
genç, bir Ermeni kizini, Ahcik'i sevmis. Gelgelelim, o da ayni yol ayrimina
dayanivermis: "Ahcik'i yolladim Urum eline / Eser badi saba zülfün
teline / Gel seni götürem Islam içine / ... / Vardim kiliseye haç suda döner /
Ahcik'i kaybettim yüregim yanar / Ben dinen dönersem el beni kinar".
Anadolu'da farkli etnik gruplardan gençlerin asklarini anlatan daha birçok türkü
var.
Yürek ferman
dinlemiyor, kulak da...
Radikal
Gazetesi Pazar Iki eki, 22 Ekim 2000, Sayfa: 10