Hür ve cagdas isveren cephesi

Ahmet Insel

 

Is Güvenligi Yasa tasarisi gündeme gelince, Türk isveren sinifinin maskesi bir kez daha düstü. Daha önce de maskeli dolastiklari pek söylenemezdi. Çagdaslik konusunda mangalda kül birakmayan bu zümrenin cagdasliginin alameti farikasi, yüksek gümrük duvarlari arkasinda korunmak, tekelci iç piyasalarda palazlanmak, tahsis ve tesvikle beslenmek, sendikal ve sosyal haklarla ilgili 12 Eylül yasalarini alkislamakti. Bu nimetlerle yetinmeyip, arsiz bir istahla sirket ici bosaltan, banka hortumlayan, hayali ihracat konusunda binbir dalavere çevirenleri de, bu çagdas isveren sinifi bagrina sefkatle basmaktan imtina etmedi. Malumunuz, paranin kokusu yoktur.

 

Türk sermaye cephesi, faaliyet dIsI kârlarla, yani esas olarak faize yatirdiklari veya borsada oynadiklari paralarla, yillardir kârlarini koruyup, enflasyon sayesinde zenginlesti. Diger yandan tesvik, tahsis, ihale aziz üçlüsünün gözden irak kalmamasina dikkat etti.

 

AB üyeligini saglamak için ön cephede savasirmis gibi gözükürken, rekâbet yasalarinin gündeme gelmemesine elinden geldigince ugrasti. Istikrar programi çerçevesinde vergi reformu kapiya geldiginde, sermayenin kaçacagi

tehditlerini savurup, hükümeti pistirip, geri adim attiran ve reform rüzgarini çok az zayiatla atlatanlar da sermaye sahipleriydi. Devlet bono ve tahvillerinin vergilendirilmesini engellediler. Gelir vergisi matrahinin genislemesini önlediler. Kurumlar vergisindeki uçsuz bucaksiz vergi bagisikliklari ve indirimler cangilina (bu verginin fiili oraninin yüzde 10'unun altinda oldugunu her muhasebeci bilir) dokunulmamasini sagladilar.

 

Simdi de Is Güvenligi Yasa tasarisinin ya bütünüyle kirpilip, etkisizlesmesi ya da gündemden kalkmasi için dört dörtlük bir sinifsal cepheyle, isverenler sinifi cephesiyle karsimiza çikip, agir tehditlerde bulunuyorlar. Bunu yaparken bir yigin seyi tahrif etmekten, hatta yalan söylemekten imtina etmiyorlar. Örnegin, yürürlükteki yasanin 1936'dan kalma, arkaik bir yasa oldugunu, bu nedenle Is Güvenligi ve benzeri yasalardan önce, yeni ve çagdas bir Is Yasasinin çikarilmasini savunuyorlar. Konuyu bilmeyenlere makul gelmesi dogal olan bu öneri, olgulari tahrif etmekten geri kalmiyor. Çünkü yürürlükteki yasa, 1936 yasasini büyük ölçüde degistirmis olan 1971 tarihli. Ama gene de Avrupa Birligi müktesabatina ve Uluslararasi Çalisma Örgütü ilkelerine uygun, yeni bir genel yasa hazirlamanin daha dogru olacagi, elbette savunulabilir. Gelgelelim, isveren/sermaye sinifi cephesinin bu vesileyle niyeti, kismen 1936 yasasina geri dönmek, kismen düzensizlestirilmis bir emek piyasasi kurmak olunca, dile getirilen çagdaslik hedefinin, baska tür bir çagdaslik oldugu görülüyor.

 

Isverenlerin amaci, yeni yasa kisvesi altinda, var olan haklari daraltmak.

Örnegin Is Güvenligi Yasasi'nda yer alan sendikal güvence ile ilgili hükümler, halen yürürlükte olan 2821 sayili Sendikalar Kununu'nun 30 ve

31maddelerinde var. Atilla Özsever'in belirttigi gibi, yasa tasarisinda, "isten çikarma nedenini açikca bildirme ve ispat yükünün isverene ait olmasi" yükümlügüne bir yaptirim gücü getirilmedigi için, Is Yasasi'na ilaveten getirilen bu koruma kagit üzerinde kalmaya devam edecek. Yasanin bu maddelerine Türk isverenlerinin canhiras feryatlar içinde itiraz etmelerinin tek nedeni, kalitimsal nedenlerle sendikal örgütlenme düsmani olmalarindan kaynaklaniyor. Getirilen önlemlerin isverenleri kayitdisina itecegini iddia ederlerken, kayitdisi ekonomiyle mücadele için en etkin araçlardan birinin isyerlerinde sendikal varligin güçlenmesi oldugu gerçegini gündeme getirmemeye özen gösteriyorlar. Tersine, kayitdisiyla mücadele etmek için, kayit altindaki sektörün de kayitdisiyla ayni kosullarda çalisir hale gelmesini öneriyorlar. Genellesmis bir kayitdisi ekonomide, kayitli ve kayitsiz farki kalkacak ve bu haksiz rekabet sorunu da çözülmüs olmayacak mi?

 

Isveren dünyasinin "çagdas" kurulusu TÜSIAD'in baskani, Is Yasasi'nin kendine model almasi gereken yerin ABD oldugunu ifade ederken Avrupa'nin geri kalmasinin nedeninin kati bir emek piyasasi oldugu, kuyruklu yalanini kiviriyor. Isveren cephesinin "arkaik" örgütü TISK'e böyle bir cevheri var gücüyle onaylamak kaliyor. Sabanci, Koç, Baydur, Yücaoglu ve sürekasi, kisacasi Hür Türk Tesebbüsü Ortak Deklarasyonu'nda yanyana gelenler,

sermaye cephesinin çagdasliktan ne anladigini açikca ortaya koyuyorlar: Is güvenceleri isverenin iki dudagi arasinda olan, her an emek piyasasi cangilinin içine atilivermek endisesiyle, sirketine, patronuna varligini adayan, yeniçag köleleri. Isveren cephesinin karsi önerisinde yer alan kidem tazminati ve benzeri hususlardaki düzenlemeler, 1971 yasasindan 1936 yasasina geri dönmeyi öngörüyor.

 

Sosyal konulardaki bir düzenlemenin genel ekonomik sonuçlarinin

degerlendirilmesi elbette gerekir. Ama bunun yöntemi, isveren cephesinin yaptigi gibi, çagdaslik adina, sosyal haklarin daraltilmasi olamaz. Hele istikrar programinin esas yükünün sabit gelirlilerle tarimda çalisanlar üzerine bindigi bir dönemde, hiç olamaz.

 

Hür Türk Tesebbüsü cephesi, Is Güvenligi Yasasi'na karsi çikarken, AB üyeligine sahip çikiyormus gibi davranmayi ihmal etmiyor. Yasa tasarisinin AB asgari müstereginin ötesine gittigini iddia ediyor. Hükümetin yasa

tasarisinda önerdikleri elbette bütünüyle Birlik müktesabatinda yer almiyor. Ama örnegin AB içinde ulus-devlet üstü sendikal haklar konusunda, Avrupa Parlamentosu Istihdam ve Sosyal Isler Komisyonu'nun 20 Mart 1998'de ezici çogunlukla kabul ettigi rapora, çagdas Türk isverenlerinin bir göz attiklarinda, bu çagdas elitlerin bir AB karsiti mücahit haline geleceklerini kestirmek zor degil. Nitekim saksi ve fanus içinde büyümüs burjuvazinin bazi mümtaz örnekleri, Türkiye için geçerli tek modelin Amerikan modeli oldugunu bu vesileyle dile getirmekten geri kalmadilar. Bunun özeti, yol yakinken su AB macerasindan vazgeçelim demekti. Türk sermaye güçlerinin de AB'den anladiklari Gümrük Birligi yani Ortak Pazar oldugunu, bir kez daha görmüs olduk. Gönüllerinde hâlâ yatan küçük Amerika olmak.

 

Kendi milliyetçi ve otoriter gelenek ve refleksleriyle, AB gerekleri arasinda zaten saskin ve biçare durumda kalmis olan hükümet, isveren cephesine karsi AB müktesabi gereklerini öne çikarmaya cesaret edemedi. "Popülist amaçlarla isçiyi degil, sendikalari koruyan" bir yasa çikarmakla itham edilmeyi sineye çekti. Bu da Türkiye'nin baska bir paradoksu.

 

Hür Sermaye Cephesi, Is Güvenligi yasa tasarisina karsi hükümeti tehdit ederken, sirkatini dile getirmekten de geri kalmiyordu. Yürürlükteki istikrar programina isverenlerin sözde verdikleri destegi geri çekecekleri tehditinde bulunmak, isveren dünyasinin aslinda yüksek enflasyon dönemini tercih ettigini ifsa etmek demekti. Bunun bir adim ötesi, hükümeti AB aday üyeligi sürecinde desteklememekle tehdit etmekti.

 

Aday üyelik sürecinin siyasal gerekleriyle ilgili konularda otoriter-milliyetçi kampin gösterdigi tepki gibi, AB aday üyelik süreci, Türkiye'de sosyal mücadelelerde kaldiraç islevi yerine getirecek bir potansiyel içeriyor. AB aday üyeligi süreci içinde, Türkiye'nin yapmasi gerekenler arasinda özellestirmeler, serbest mal ve sermaye dolasimi ve benzeri liberal önlem olunca yürekten alkislayan bu isveren/sermaye sinifina karsi, AB projesinin Amerikan modeline karsi verilen, bir Sosyal Sart ve düzenlenmis emek piyasasi modeli mücadelesi oldugunu hatirlatacak, genis bir emek cephesi de Türkiye'de elbette olusacaktir. Hür mütesebbislerin "çagdas" yüzlerini asil o zaman görecegiz.

Radikal Gazetesi Pazar Iki eki, 15 Ekim 2000, Sayfa: 4

Not: Yazardan izin alinmistir.      

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa