Diyanet, hurafe ve özgürlük

Murat Küçük

 

Geçtigimiz günlerde gazetelerde yer alan bir haber, Diyanet isleri

Baskanligi'nin "hürafelerle savas"indan söz açiyordu. Anadolu'da binlercesi bulunan yatir ve türbelerin sadik müdavimi teyzelere, kendilerine "hayirli bir kismet" arayan genç kizlara, mum yakmayi, dilek tutup agaçlara bez baglamayi, fal baktirmayi vs. yasaklayan kurum, Telli Baba, Eyüp Sultan ya da Yusa Tepesi gibi ragbet gören ziyaret yerlerini öteden beri uyarici tabelalarla doldurmustu. Ama yasaga pek uyulmuyor olsa gerek ki birkaç yilda bir bu türden haberlere rastliyoruz.

 

Aslinda hurafe denilen bütün bu seyler halk arasinda sanilandan çok daha

büyük yayginliga sahip ve bir sektör olusmus durumda. Kimi taninmis siyasilerin dahi Medyum Memislere basvurup cinlerden yardim istedigi, büyü yaptirip fal baktirdigi hepimizin malumu. Bu isin bir boyutu. Öte yandan Diyanet'in hurafe diyerek yasaklamaya kalkistigi mum yakma, dilek agacina bez baglama gibi inançsal ritüeller, Alevi ya da Sünni halk islaminin yani sira Anadolu Hiristiyan kültürlerinde yaygin bir gelenek. Diyanet bu nedenle olsa gerek, koku "Islam öncesi" inançlara uzanan bu gelenegi yasaklamaya, "dinimizde yeri yok" diyerek Telli Baba-Susuz Dede müdavimlerini ikna etmeye çabaliyor! Toplumu dini konularda "denetlemek" üzere kurulan, "yanlis inançlar" konusunda "bilgilendirip", neye inanilip neye inanilmayacagina karar veren Diyanet'in, Kilise gibi hareket ettiginin kaniti aslinda bu yaklasimda gizli. Bütün toplumu homojen bir cemaatin üyeleri olarak algiladigindan, inanç ve ibadete dair her ayrintida oldugu gibi bu meselede de belli bir mezhebin kabullerini tek dogru olarak topluma dayatma hakkini kendisinde görüyor.

 

Neyin hurafe olup olmadigi bir yana bu dayatma meselesi, Türkiye'nin AB ile uyum sürecinde zorlanacagi konular arasinda agirlikli bir yer alacak gibi. Bu konuda temel olarak iki farkli zihniyetin karsi karsiya oldugunu söylemek mümkün. Türkiye toplumun inanca iliskin "meselelerini" devlet eliyle belirleyip, yurttaslar için neyin makbul olup olmadigi konusunda "tanzim ve tasnif" tutkusundan vazgeçmeye pek niyetli degil! AB, Türkiye Cumhuriyeti'nin Diyanet Isleri Baskanligi araciligiyla dinsel hayati belirleme çabasinin yarattigi sorunlara dikkat çekerken Türkiye isi o denli ileriye götürüyor ki, fundamentalist islami hareketlerin sinirlanabilmesi için Diyanet modelini önerip, Avrupa ülkelerince islam adina tek muhatap kabul edilmesini bizzat Basbakan'in agzindan talep edebiliyor!

 

Son yillarda din dersi tartismalarinda yasanan sIkIntilarin çözümü için

ögrenciler, veliler ve inanç temsilcilerinin katilimini tesvik eden Avrupa

Birligi ise toplumun inanç örgütlenmesinde, demokratik hukuk devletine

yönelik bir tehlike söz konusu olmadigi ve baskalarinin özgürlügüne müdahale edilmedigi sürece din konusunda tayin edici olmamaya özen gösteriyor. Her ülke kendi tarihi içerisinde inanç kurumlarinin gelisimine uygun modeller gelistirir ve bu modeller tartismaya açik tutulurken, temel hak ve özgürlükler öne çikiyor. Avrupa Birligi'nin konuya iliskin yaklasimini Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciligi Baskatibi Niall Leonard'in sözlerinde bulmak mümkün; "AB üye devletleri, bir kimsenin kimlik belgelerinde hangi dine mensup oldugunun belirtilmemesi konusunda mutabakata varmislardir ve farkli inançlari benimseyen vatandaslar arasinda ayirimcilik yapmak yasaklanmistir. Istisnalar ancak insan haklarina iliskin daha genis konular ortaya çiktiginda yapilmaktadir. Örnegin, kadin-erkek esitligi konusunda ya da dini toplumlar arasinda ihtilaf çikma riski bulundugunda. Bu durumda devletin görevi zayif olani korumaktir. Bir kisinin inançlari diger vatandaslarin inançlarindan farkliysa, varsayimimiz odur ki, devlet bu kisiye digerlerinden farkli bir muamele yapmayacaktir. Ancak eger bu kisi ayni inanci paylasmayan kisilerce baskiya maruz kalirsa, devlet onun farkli inanç hakkini savunacaktir. Bu Irlanda'daki bir Müsluman için de, Türkiye'deki bir Protestan için de, Almanya'daki bir ateist için de geçerlidir. AB inançlarinizla degil, inançlariniza sahip çikmanizla ilgilenir."

 

Leonard bu hatirlatmayi Diyanet Isleri Baskanligi'nin geçtigimiz aylarda

Istanbul'da düzenledigi Avrupa Birligi Surasi'nda yapmisti. Azinlik statüsüne sahip gayrimüslim cemaat temsilcilerinin sadece açilis protokolüne davet edildigi, tartisma sürecine katilmalarina olanak taninmayan toplantiya, islam tarihi içerisinde olusmus farkli mezhep ve cemaat temsilcileri de çagirilmadi! Katolik, Protestan, Liberal Kalvinist gibi farkli Hiristiyan mezheplerine mensup Avrupali din adamlari, "diyalog" ve "hosgörü" kavramlarinin sIkça yinelendigi ve üstelik "Türkiye'de Dini Hayat" alt basligini tasiyan toplanti boyunca, karsilarinda sadece "resmi Islam"in Sünni din adamlarini ve devlet

bürokratlarini buldular! "Laik" Türkiye'de halen Cemevleri için yasal bir statü kazanamamis Alevilerin yasadigi sorunlar ya da yikilmaya yüz tutmus

kiliselerini tamir için yillarca mahkeme kapilarinda ugrasan Süryani, Rum, Ermeni yurttaslarimizin sIkIntilari ve yirmi yildir bir türlu açilamayan ruhban okulu gibi "tali" meseleler gündeme dahi alinmadi.

 

AB'nin inanç özgürlügüne iliskin bu temel yaklasiminin, "ülke bütünlügüne kasteden bölücü senaryolar"in bir parçasi olmadigini ise, belki Yunanistan'a yönelik AIHM kararina kisaca göz atarak fark edebiliriz. Çünkü ne yazik ki komsumuz da benzer elestirilerin muhatabi ve Türk azinliga karsi öteden beri benimsedigi aliskanliklarini terk etme konusunda sIkIntili! Bati Trakya'da müftü seçimiyle ilgili tartismalara iliskin AIHM'ce alinan karar, AB'nin din-devlet iliskilerine dair benimsedigi yaklasimin tutarliligina önemli bir örnek. 1990 yilinda Yunan Hükümeti'nin atadigi müftüyü kabul etmeyen Türk azinlik, Ibrahim Serif'i Rodop müftüsü seçmis ancak Atina, atanmis müftüde israr ederek, Serif'in "kamu düzeni"ni bozdugu gerekçesiyle sekiz ay hapis cezasina çarptirilmasi ile sonuçlanan yargi sürecini baslatmisti. Geçtigimiz aylarda Ibrahim Serif'in basvurusunu sonuçlandiran AIHM, Avrupa Birligi Temel Hak ve Özgürlükler Konvansiyonu'nun 9-10 ve 14. maddeleri uyarinca Yunan mahkemelerinin kararini iptal ederek Atina'yi tazminat ödemeye mahkum etti. Yunanistan atanmis ve seçilmis iki müftünün varliginin toplum içerisinde "belirsizlik ve kargasa" yarattigini öne sürmüstü. AIHM kararinda Yunan Hükümeti'nin iddialarinin aksine, demokratik toplumda dini

cemaatlerin tek bir önderlik altinda bir araya getirilmesi için devletin herhangi bir "önlem" almasi gerekmedigi özellikle vurgulaniyor. Mahkeme, toplum içerisinde dini konularda her zaman anlasmazliklar yasanabilecegini, hatta bu tartismalar sonucu bölünmeler olabilecegini ancak bütün bunlarin çogulculugun olagan sonucu kabul edilmesi gerektigini özellikle vurguluyor. "Bu tür durumlarda otoritenin görevi anlasmazligi ortadan kaldirmak degil, tartismalar sirasinda gruplarin birbirini tolere etmelerini saglamak olmalidir" diyen AIHM, kamu düzenini koruma adina çogulculugun yok edilmesine riza gösterilmemesi gereginin altini çiziyor.

 

Kuskusuz din her zaman tartismali bir alan ve bu tartismalar her inancin kendi dogmalari çercevesinde ele alindiginda daha da büyümesi kaçinilmaz. Bati'da da farkli mezhepler arasinda uzlasilmaz dogmalar mevcut. Ama Türkiye'de halen uygulanan ve Bati'nin kabul etmedigi olgu, devletin var olan, olabilecek tartismalar içerisinde taraf olmasi, yurttaslarin dini inanç ve kanaatlerini belli bir mezhebin kabulleri ile belirlemeye ve yönlendirmeye çalismasi. Iste Avrupa Birligi'nin Diyanet'e iliskin Türkiye'ye yönelttigi temel elestiri bu ve "hurafe"ler bu yüzden önemli.

Radikal Gazetesi Pazar Iki eki, 15 Ekim 2000, Sayfa: 4

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa