Küresel
anti-kapitalizmin bahari
Ahmet Insel
Seattle'dan
beri, uluslararasi kuruluslarin toplantilari, yeni dünya düzenine muhalif
hareketlerin bulusup, seslerini duyurduklari platformlar haline dönüstü. Geçen
ilkbaharda Washington'da göstericilerle köse kapmaca
oynamak
zorunda kalanlar, bu kez Dünya Bankasi ve IMF'in yillik toplantilari
vesilesiyle Prag'da, artik asina olduklari bir ortamda toplandilar. Farkli dünyalardan
gelen binlerce göstericinin yarattigi psikolojik baski ve Çek hükümetinin
aldigi sikiyönetim benzeri önlemler, bu tür gergin ortamlara alisIk olmayan
uluslararasi teknoratlari, yakin zamana kadar yapmaya alisIk olduklari gibi
kendinden emin ve üst perdeden konusmaktan alikoydu. Karsi gösteriler alinan
kararlari bütünüyle etkilemeseler de, bundan böyle kalici bir küresel
muhalefetle karsi karsiya olundugunu herkese kabul ettirdiler.
Güvenlikli
ve klimali gökdelenlerin rutin yasamina alisIk olan uluslararasi yönetici
sinifi için, Seattle öncesine kadar bu tür toplantilar büyük bir kermes
demekti. Is transferlerinin zemini buralarda hazirlanir, tanisIkliklar
pekistirilir ve uluslararasi yönetici sinifinin ideolojik-kültürel tekdüzeliligi
güçlendirilirdi. Seattle'dan beri, küresel ekonomi elitlerinin bu rutin dünyasi
sarsildi.
Bugün DTÖ,
IMF, Dünya Bankasi, OECD gibi, ekonomiyi agirlikli olarak sermaye güçlerinin çikar
perspektifinden ele alan uluslararasi kuruluslara karsi yönelen tepki, bu
kuruluslari hem sagdan hem de soldan gelen çapraz bir ates karsisinda birakiyor.
Sag, bu kuruluslarin müdahalelerinin pazar ekonomisinin dogal mekanizmalarini
bozduguna inandigi için tepki duyuyor. Radikal bir neo-liberal perspektif için,
uluslararasi kuruluslarin pazar ekonomisi merkezli bir düzenleyici rol
oynamalari bile, ekonominin dogal dengelerini bozuyor. Bu elestiriyi, sagin
sagi olarak tanimlayabilecegimiz, disa açilma aleyhtari "izolasyonist"ler
daha da ileri götürüp, güçlü ve kendine yeterli bir Bati'nin veya bir
Amerika'nin kendi disinda bir dünyaya ihtiyaci olmadigini vurguluyorlar. Iktisadi
ve siyasal izolasyon taraflari bu muhafazakar sagin bazi temsilcileri,
Seattle'daki protesto gösterilerinde yer aliyorlardi. Washington ve Prag'a ise
gelmediler. Prag'da, onlarin yerine, yerli neo-naziler vardi. Bir yandan "kozmopolitizmin
kurumlari"ni lanetlediler, diger yandan çalismanin saglik demek
oldugunu, tehditkar biçimde sol muhalefete karsi haykirdilar. Bilindigi gibi
bazi Nazi temerkuz kamplarinin girisinde bu veciz cümle yer aliyordu.
Sol kesimden
gelen küresellesme aleyhtari tepkiler de Prag'da kendi içlerinde farklilik
sunuyorlardi. Birinci kesimde, esas olarak Sivil Toplum Kuruluslari'nin basini çektigi,
bugünkü küresellesme dinamiginin insani olmayan ve çevre bozucu boyutlarina
karsi olan tepkiyi ifade edenler yer aliyorlardi. Diger kesimde ise, küresellesmeyle
kapitalizmin esanlamli oldugunu kabul edip, esas olarak kapitalizme karsi mücadeleyi
ön plana çikaran siyasal hareketler vardi. Birinci kesimdekiler, cumartesi günü
Vaclav Havel'in organize ettigi, uluslararasi kuruluslar ve STK'lar bulusmasina
katildilar. Ikinci kesim ise, protesto eylemlerinin zirvesini olusturan sali günkü
"kapitalizme karsi küresel eylem gününe" hazirlanmayi tercih
ettiler. Bu iki kesim arasinda asilmaz bir çeliski yoktu. Ama yapilan vurgular
ve mücadele stratejileri farkliydi.
Çok Tarafli
Yatirim Antlasmasi'na karsi muhalefetle baslayip, var olan kapitalist küresellesme
dinamigine karsi gelisen hareketin dünya ölçeginde organize olmasi ve belli bir
kamuoyu destegi bulmasi, yakin zamana kadar küresellesmeye toz kondurmayanlarin
da biraz daha ilimli bir tavir almalarina yol açti. 18 Eylül tarihli Financial
Times'da, ABD'nin Paris büyükelçisi, "küresellesmenin sadece
kazananlari degil, kaybedenleri de oldugunu" kabul ediyordu. Dünya
Bankasi Baskani, Prag'da genel kurulu toplantisinin kapanis konusmasinda, "disarida
gençler küresellesmeye karsi gösteriler yapiyorlar; onlarin endise ve
tutkularini paylasiyorum" derken, elbette demagoji yapiyordu. Ama "zengin
ülkelerin sorumsuz davranislarini" elestirmeyi ihmal etmiyordu.
Benzer
degerlendirmeler, küresellesmeci kampin içinden son zamanlarda daha fazla dile
getiriliyor. Ama bunun somut politikalara yansidigini söylemek zor. Dünya Bankasi
programina fakirlikle mücadele konusunu öncelikli ve acil önlemler bölümünde
yer veriyor ama destekledigi yatirimlarindan da geri kalmiyor. Prag'da genel
kurul toplantisi bitmeden, Dünya Bankasi'nin
destekledigi
projeler nedeniyle, 1999 yilinda 2.5 milyon insanin yerinden yurdundan oldugu
haberi gazetelerde yer aliyordu. Daha dogmatik bir tavri olan IMF ise, bogazina
kadar borçlu ülkelere önerdigi standart istikrar ve yapisal uyum
programlarindan taviz vermiyormus gibi yapmaya, özen gösteriyor. IMF baskani
kapanis konusmasinda, küresellesmenin yarattigi sorunlara çözüm olarak, "mali
seffafligi ve iyi davranis kurallarini" önermekle yetiniyordu.
Küresellesme
söyleminin bir dogma olarak kendini empoze etmeye
baslamasinin
üzerinden yirmi yil gecti. Bu zaman zarfinda dünya üzerindeki esitsizlikler
daha da büyüdü. Örnegin, 1980'de ABD'nin ortalama geliri kalkinmakta olan ülkelerin
ortalama gelirinden 14 kat daha fazlaydi. 1998'de ise 25 kat daha fazla.
Amerikan Çalisma Bakanligi'nin verilerine göre, 1980'de Meksika'da bir saatlik
isçi maliyeti Amerika'dakinin yüzde 22'si iken, bu oran 1999'da yüzde 10'a düstü.
Dünya ticaretinin disinda kalan Afrika kitasi degil, bu ticaretin artik önemli
bir unsuru olan Meksika gibi ara ülkelerde de, Kuzey'le aradaki fark, birkaç
istisna disinda, yirmi yil zarfinda azalmak yerine artti.
Yirmi yillik
küresellesme dogmasinin kazananlari uluslararasi sirketler ve finans piyasalari
oldu. Ulusal ekonomilerdeki düzensizlestirme, özellestirme ve serbestlestirme
girisimlerini yakindan izleyerek, sermayenin kaçmasi tehditleriyle hükümetlerin
elini kolunu baglayarak, dünya ölçeginde bir sermaye birikiminin odak merkezi
oldular.
Finans
piyasalarinin küresellesmesi, kalkinmakta olan ülkelere göreli olarak daha
fazla sermaye girisi saglamadi. Yabanci sermaye yatirimlari açisindan en kazançli
ülkeler, basta ABD olmak üzere, gene Kuzey ülkeleri oldu. Örnegin ABD, yirmi
yilda giderek büyüyen dis ticaret açigini uluslararasi sermayeyi daha fazla
kendi ülkesine çekerek karsiladi. ABD'nin 1980'de 2 milyar dolar fazla veren
dis ticaret dengesi, 1990'da 79 milyar, 1999'da ise 341 milyar dolar açik
verirken, bunu yabanci sermaye hareketleriyle finanse etmekte zorlanmadi.
Küresellesme,
sermayedarlarin ezici tahakkümü demek olan yeni tür bir
kapitalizmi,
patrimonyal kapitalizmi dünyaya empoze ederken, somut olarak
her ülkede
de iktisaden güçlü siniflarin tahakkümlerini daha da güçlendirmelerinin kilifi
oldu. Küresellesmenin hem gerçek bir baski, hem de bir kilif olarak ikili bir
etkileme gücüne sahip olmasi, yerel egemenlerin küresellesme dogmasina
uyumlarini kolaylastirdi. Kuzey ülkelerinde oldugu gibi, Güney ülkelerinde de,
küresellesmenin gerçekten empoze ettiklerinin ötesinde, 'küresellesmeye uygun'
önlemler alindi. Küresellesme, mülklülerin çikarlari merkezli yerel
politikalarin bahanesi islevi gördü, görmeye devam ediyor. Bu firsatci tavrin
somut örneklerini uzaklarda degil, Türkiye'de bulmak mümkün. Türkiye'de hükümet
ILO standartlarina uyma konusunda isteksizlik gösterirken, yerel egemen sinif
ittifaklarinin üzerini böyle bir dis faktörle, uluslararasi rekabet gerekleri
gibi bir bahaneyle örtmüyor mu?
Seattle, Washington
ve Prag eylemleri, küresellesme mitosunun sarsildigi, küresellesme gerekleri
arkasina gizlenerek sürdürülen neo-kapitalist sömürüye karsi protesto
eylemlerinin genis kitleler tarafindan isitilebilir hale geldigi anlar olarak
tarihe geçecekler. Sinif çikarlarinin bilincinde olan Fransiz isverenler
Konfederasyonu'nun Baskani, "Artik gerçek bir antikapitalist siyasal-toplumsal
hareketin karsilarinda oldugunu patronlar bilmek ve ona göre davranmak
zorundalar" derken, yeni sinif mücadelesinin alaninin da küresel
oldugunu ister istemez kabul ediyordu.
Berlin
Duvari'nin çökmesiyle tarihin sonuna gelmemis miydik?
Radikal
Gazetesi Pazar Iki eki, 01 Ekim 2000, Sayfa: 3
Not:
Yazardan izin alinmistir.