Tüket(im) çok yasa!

 

Altay Ömer Erdogan

 

"Insan gereksindigi kadar insandir" düsüncesinin "insan arzuladigi kadar insandir" düsüncesine dönüsmesinin altinda yatan toplumsal etkenlerin tümünün belirledigi bir yasam biçimini gözlerinizin önüne getirin. Yok yok, kimse sizden arzularinizi terk etmenizi istemeyecek. Bu dönüsmenin, artik açiklanabilir tüm ekonomik olaylarin önüne geçen bir çilginligi "im"lemesi, nedense saskinlik bile yaratmayan bir deger kaybi kümesinin degersiz bir elemani olmasindan öteye bir anlam tasimiyor ne yazik ki! Hele bir de tüketim toplumunun mutlak göndergesinin mutluluk oldugunu göz önüne alirsak, mutlulugun perçinlenmesi için tek çikar yolun tüketim oldugu, gündelik yasamin degi$ik alanlarinda simgesel boyutlariyla aktariliyor. Kurtulusun daha fazla tüketimden geçtigini ima eden bir yasam birileri tarafindan kurgulanip, birileri tarafindan medya, reklamlar, vitrinler ve deger saticilari tarafindan pompalaniyor.

 

Bu pompalanma, tabii ki, bir yigin sonuç doguran olaylarin evrilebildigi

nedensel ortamlar da yaratmaktan uzak durmuyor. Statülerin simgelerin esliginde yeniden tanimlandigi bir yapida, statü sahipligi toplumsal sinif üyeliklerinin ve önemlisi toplumsalin önüne geçiyor. Kimlikler örseleniyor. David Chaney, "Yasam Tarzlari" adli kitabinda; "Kisisel kimliklerle, toplumsal kimliklerle oldugundan daha az ilgileniyoruz" dedikten sonra, aslinda "hem bireysel kimliklerin hem toplumsal kimliklerin zayifladigi ve kitlesel tüketimcilik kültürü içinde belirsizlestikleri" varsayiminin dogrulanmasi durumunda, bunun geleneksel beklentilere de yansiyarak bazi sonuçlar doguracagini açiklar. Artik her sey önlenemez bir yasam biçimi degistirme eyleminin ürünüdür. Ama bu eylemin gerekliligini sorgulayan kisilerin sayisi, bu eylemi arzulayanlarin sayisindan oldukça azdir.

 

Sizi tüketime kiskirtan her sey, özgürlük önerir. Fromm, Galbraith, Baudrillard gibi düsünürler, tüketicinin özgürlügünün ve bagimsizliginin aldatmacadan baska bir sey olmadigini kabul etmek konusunda ayni düsünceleri paylasirlar. Ta ki Baudrillard çikip da bu aldatmacanin bizzat sistemin ideolojisi oldugunu dile getirene kadar; "Endüstriyel sistemin keyfiligi ve kolektif zararlarin tamami bu ideolojiyle aklanir. Soysuzluk, kirlilik, kültürsüzlesme; aslinda tüketicinin kendisine seçme özgürlügünün dayatildigi balta girmemis igrençlik ormaninda egemendir." Özgürlük de artik, tüketim ugruna ipotek edilmistir. Bu ipotek, kisilikleri ve kimlikleri de kapsamina alan ve yine de özgür olma adina kisisel savunusu gelistirilebilen bir içerigin tasiyicisi ve ait oldugu kültürün yozlastiricisi etkileri sürekli canli tutar. Bu canlilik ki, her zaman daha fazlasi için ürettirir, çalistirir ve tükettirir. Ama bu çetrefil dama oyununun eksik tasi bölüsümdür. Hiç bir zaman önemsenmeyen, kitleler için bölüsümde daha fazlasidir.

 

"Daha fazla", her zaman olageldiginden de fazla bir anlam içerir. Çünkü gereksinimlerin sonu yoktur. Arzularinsa, hiç yoktur. Hele bu sihirli sözcük kümesi, bir de "daha iyi" ile tümlendiginde, apaçik maddi kosullari olusmamis ama görüntüsünün yasam biçimine vakif ve egemen oldugu bir iliskiler sistemi üretir. Iste artik, borçlanma biçimleri, kredi kartlari, taksitli satislar, lotarya, bu nicel olarak daha fazla, nitel olarak daha iyi yasama ulasmanin yollarindan baslicalaridir. Bu yasamin örgütleyeni konumunda yer alan her fazlalik ise, bir an önce tüketilmesi gereken ve kendisinden sonra gelecek olan yeni fazlaliklara yer açmasi beklenendir. Ve her fazlalik, sizi daha fazla tutsayan ve yeni fazlaliklara yönelten bir niteliktedir.

 

Teknolojik aygitlarin gelismesinde, bu fazlaliklar dolayisla, tüketim lehine bir seyir izleniyor günümüzde. Tüketim, üretim ile yok etme arasindaki araci konumundaki yalinligindan, statülerin ve yasam biçimlerinin çekiciliginin belirledigi karmasIk bir yumaga dönüsüyor. TV ekranlarindan, internetten, billboard'lardan yasaminiza uzanan binlerce elin sizin bogazinizi sIkmak üzere olduklarini düsünmeyin n'olur! Onlar yalnizca sizin cebinizi hedef almis durumdalar. Ve bu ellere karsi koyamiyorsaniz, bilin ki bu sizin gerek kisisel, gerekse toplumsal parçalanmisliginizin bir göstergesidir. Sevgi, sempati, dayanisma ya olmustur ya da son soluklarini vermek üzeredir. Artik mutlak gönderge konumundaki mutluluk, baska yerlerde aranmasi ve bulunmasi gerekendir. Kaldi ki bu, ya bir grossmarkette, ya bir bilgisayar CD'sinde ya da rating rekorlari kiran bir TV dizisinde olabilir. Ve sizin seçim özgürlügünüz bunlarin arasinda dönmedolap olmanizdan ibarettir.

 

Durun! Simdi birileri çikip, geleneksel beklentilerin yerini yeni bir yasam biçiminin saglayabilecegi sözde modern beklentilere birakmasinin ne gibi bir sakincasi olacagini soracaktir. Dayanikli tüketim mallarindan kisisel bakim ürünlerine kadar degisik birçok mal ve hizmetin yasami kolaylastirici etkilerinden de söz açacaktir. Markalar demokrasisinin toplumsal yasami belirleyiciliginde, tüm özniteliklerinizin önüne geçen nesnelerle ve imajlarla bogusmak yeni yasam biçiminin sözde barisçi iklimine aykiridir. Büyük bir itaat sebekesinin igfal etmeye gücünün yetmedigi beyninizinde bir nokta vardir oysa. Ve bu noktalarin birlesiminin yol gösterdigi tutarli, nesnelerin ve imajlarin topyekûn reddiyesini yapilastiran alternatif bir yasam biçimi, üstelik. Tüketim olgusu disindaki rollerimize dönmenin de, dahasi bu rolleri animsamanin da yasamsal bir önemi var. Ve bu önem, ne kadar insan kalabildigimizin bir "im"i olan birimi göstermektedir. Düsüncelerinin ürünü olan insan, kendi çeliskisini tüketim eyleminin kaliplari içerisinde belirsizlestirdigi oranda düsünsel bir sagliksizliga hapsolacaktir. Saglik duyusundan koparilmis düsünce ise, birimsel önemi gosteremeyecek düzeyde yozlasmaya, kirlenmeye ve kültürsüzlesmeye dogru yol alacaktir.

 

Tüketime dayali yasam biçimimiz, benliklerimizi, duygularimizi ve her türden üretimimizi kusatma altina aliyor. Bizden olmayan bir kültürü bize dikte ediyor. Yasamin renklerini silip markalari kaziyor bellegimize. Markalar ve imajlar çevresinde bizi tektiplestiriyor. Dolayisiyla her türlü özgür yaratimi ve tasarimi engelliyor. Standart ve ortalama arzular yaratarak toplumu, niceligiyle degil, niteligiyle yetinen topluma dönüstürüyor. Isbölümü ve rolleri tüketimin iç yapisindaki degisikliklere uyduruyor. Ve gereksiz bir hizlandirmanin esliginde, zamani üretimsel olandan yana daraltiyor.

 

Daralan alanda tüketim maddelerinin, mal ve hizmetlerin kullaniminin siniflar ve statüler arasinda yarattigi fark ki, milyonlarca insanin fark edilmeleri konusunda bir üstünlük ya da ayricalik saglamiyor. Tüketim maddeleri, gitgide daha fazla siniflar arasi yer degistiricilik özelligi gösterirken, siniflar tüketim maddeleri karsisinda daha az yer degistirebilir duruma geliyor. Tüketiciler, ayirt edici davranislarini bir özgürlük ya da seçim olarak degil de "bir koda boyun egme" olarak yasiyorlar. Dahasi farklar keskinlestigi oranda, kisisel bazda muglaklasiyor. Bu muglaklasmanin getirdigi hipnotik bir teslim olus ise, keskinlesen farklarin üzerini örtüyor. Boyun egilen kodlarin sayisi arttikça, tüketim yapay bir zorunluluk biçimi kazaniyor. Ve bu zorunlulugun insa ettigi bir sistemde, yasamanin tek yolunun; akilciliktan ve nesnel zorunluluktan uzak gereksinimlerin hiyerarsisinde tüketimle bütünlesmek oldugu kurgulaniyor.

 

Bu kurgunun en önemli aktörünün arzular oldugunu belirtirsek, gösterenin yasamsal arzular oldugu bir çagda, tüketen, belki daha çok degil ama daha iyi yasiyor.

 

Radikal Gazetesi Pazar Iki eki, 01 Ekim 2000, Sayfa:5

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa