“Yeni kadin kimligi” en azindan yüz küsur yillik
tarihi olan bir niteleme... Siyasal ifadesini “oy hakki mücadelesinde” (suffragete) bulan feminizmin 19. yüzyılın
sonundaki ilk dalgasına ait. İlginçtir, sözkonusu kavram kendisi için mümbit
olan topragi kita Avrupasi’ndan çok, onun hemen kiyisinda, Norveç’te, ABD’de,
Ingiltere’de, Rusya’da ve evet hatta Osmanli Imparatorlugu’nda bulmustu.
Listeyi
Norveç’le ba$latmam bo$una degil. Henrik Ibsen, 1879’da yayinlanan ve
kadinların gerçek durumu ile ideal bir kadinlik arasindaki mesafeyi çarpici bir
gerçekçilikle saptayan Bir Bebek Evi’yle
feminizm üzerinde 20. yüzyilin son çeyregine kadar etkisini koruyacak bir iz
birakti. Oyunun Norveç disindaki ilk sahneleni$inin, 1883’te ABD’nin güneyinde
Louisville, Kentucky’de gerçekle$mi$ olmasi da demin “Avrupa’nin kiyisi’
hakkinda söylediklerimiz açisindan ilginç. Ertesi yil 1884’te Londra’da amatör
bir tiyatro toplulugu, 1889’da ise profesyonel bir topluluk tarafindan
sahnelenmesinden sonra ise, “Nora” rolü ve Bir
Bebek Evi Ingilizce konu$ulan ülkelerin tiyatrolarinin standart
repoertuarlarindaki bugün de korudugu yerini aldi. Ayni yil Italya’daki
denemede büyük yanki uyandirmisti. Oysa yine 1889’da Brüksel’deki sahnelenmesi
sönük geçti; oyun Paris’e ancak 1894’te ulasabildi. Fransizca’da ‘tutmasi’ için
ise yüzyil basini bekleyecekti. Ilk sinema uyarlamasi 1918’de bir Fransiz
yönetmen, Maurice Tourneur tarafindan yapildi, onu 1922’de Charles Bryant’in
uyarlamasi izledi. Aradan 50 yil geçtikten sonra 1973’te (tabii bu kez sesli
olarak) oyun birbirinden çok farkli iki yönetmen, Rainer Maria Fassbinder ve
Joseph Losey tarafindan sinemaya uyarlandi.
Oyun
son (3.) perdesinin ikinci yarisina kadar çagdas bir Antigone uyarlamasi
gibi gelisir. Aile ocaginin kutsalligi ile kamunun yasasinin çatistigi yerde
kahramanimiz Nora, neredeyse hiç düsünmeden, tercihini aile ocaginin gerekleri
dogrultusunda yapar: Kocasinin ölümcül hastaligi ancak kisi güneyde
geçirdikleri takdirde iyilesecektir ama paralari yoktur. Nora’nin babasinin
parasi vardir ama o da ölüm dösegindedir. Bir yandan kocasini kurtarmak, diger
yandan da ölüm dösegindeki babasini rahatsiz etmemek ugruna Nora bir borç
senedinin altina babasinin imzasini atar. Nora’nin ocagin kutsalligina karsi
bagliligi o kadar kosulsuzdur ki, alacaklisi ve isledigi bir yolsuzluktan ötürü
toplum disina itilmis Krogstad ona şantaj yapmaya geldiginde, imzanin kendisine
ait oldugunu itiraf etmekte ancak bir an için duraksar. Krogsat bunun tehlikeli
bir itiraf oldugunu söyledikten sonra söyle devam eder:
Nora: Siz! Karinizin hayatini kurtarmak için cesur
bir sey yaptiginiza inanmami mi istiyorsunuz?
Krogstad: Yasa neyin ne ugruna yapildigina aldirmaz.
Nora: O halde çok kötü bir yasa olmali.
Krogstad: Kötü ya da degil; bu belgeyi mahkemeye
çikarirsam siz, o yasaya göre mahkûm
edileceksiniz.
Nora: Buna inanmiyorum. Siz bana bir kizin ölmekte
olan babasini dert ve tasadan esirgemeye, bir esin kocasinin hayatini kurtarma
hakki olmadigini mi söylemek istiyorsunuz? Yasa hakkinda çok sey bilmiyorum ama
eminim ki, surada ya da burada, buna izin verildigini kesfedeceksiniz.
Ne
zaman ki Nora, aile ile kamunun gizli bir suçortakligi içinde oldugunu,
bölünmenin aile ocaginin kutsalligi ile yasa arasinda degil erkeklerle, henüz
kendi insanligini kesfedememis kadinlar arasinda oldugunu kesfeder- o zaman
baskaldiri ve arayisi da baslar. Ibsen için kadın sorunu öncelikle bir vicdan
ve yasa sorunudur. Bir Bebek Evi için ilk tuttugu notlarda şöyle yazmisti:
“Iki tür manevî yasa, biri erkeklerde, ondan çok farkli olan bir türü kadinlarda
bulunan iki tür vicdan var. Birbirlerini anlamiyorlar; ama pratik hayatta kadin,
sanki bir erkekmiscesine, erkegin yasasina göre yargilaniyor”.
Ancak
19. yüzyil boyunca reddedilegelmis olan kadin cinselligi, Nora’nin kurtulus
sürecinde hiçbir rol oynamaz; kocanin arzusuna tanik oluruz ama Nora’nin cinsel
doyum ya da doyumsuzlugu hakkinda hiçbir sey ögrenmeyiz. (Freud sonrasi bir
modern okur, Nora’nin tatlilara olan yasaklanmis düskünlügünde bu konuda bir
ipucu buldugunu düsünebilir ama o ayri bir konu.)
Oysa
bir yil önce, yani 1878’de yayinlanan ve Bir Bebek Evi’ninkini andiran
bir kiyamet koparan Daisy Miller’da Henry James novella’sinin
merkezine tam da kadin, daha dogrusu genç kiz cinselligini almisti. Amerikali
genç kizlarin Avrupali hemcinslerine kiyasla daha özgür olduklari, örnegin
yanlarinda bir “chaperon” olmasiniz da “centilmen arkadaslariyla” “çikabildikleri”
ötedenberi biliniyordu. Ama Henry James, göz yumulan bu özgürlügün tam olarak
neyi ima ettigini arastirmaya kalkisinca, yalnizca Avrupa’da degil Amerika’da
da okur ve elestirmenleri “Daisy Miller’cilar” ve “anti-Daisy Miller’cilar”
diye iki kampa bölen bir firtina koptu.
Romanin,
tutucu degerlerin kendisini “esnek” zanneden anlaticisi genç Winterbourne yer
yer, Daisy Miller’in kendi sosyal statüsünden düsük bir Italyan’la gezip tozmasini,
bunu bir ask sarhosluguna baglayabildigi ölçüde anlayisla karsilayabilecekmis
gibi konusur. Genç kizin servet avcisi, kasarlanmis bir zampara tarafindan
gözünün boyanmakta olabilecegi olasiligi onda acima duygularinin dogmasina yol
açar. Katlanamadigi bunlarin disinda kalan olasiliktir: Daisy Miller’in
evlenmeyi düsünmeden, a$Ik da olmadan, sirf onunla birlikte olmaktan keyif aldigi,
yakisIkli Giovanelli ile birlikte Roma’yi gezmek eglenceli oldugu için bütün
yaptiklarini yapmakta oldugu.... Roman boyunca Winterbourne’ü takintili bir sekilde
ugrastiran tek bir soru vardir: Masum mu degil mi? (Bugünkü dile “yatti mi
yatmadi mi?” diye çevirebiliriz. Bugünden bakildiginda ise Daisy Miller’in
davranislarinin tam da onlardan alinan haz, eglence ve keyif ötesinde (daha askin?,
yüzce?, muteber?) bir seye gönderme yapmadiklari için “masum” olduklarini
söyleyebiliyoruz.
Not:
Yazardan izin alinmistir.