Fakirler ve muktedirler Türkiyesi

     

Ahmet Insel

 

Türkiye'de son gerçek gelir dagilimi arastirmasini 1994'de DIE yapti. Bu arastirmanin sonuçlari, Türkiye toplumunda hem hanehalklari arasinda hem

de bölgeler arasinda gelir dagilimi esitsizliginin büyüdügünü gösteriyordu. Hanehalklarinin yüzde 20'si ulusal gelirin takriben yarisini elde ederlerken, en alt yüzde 20'nin ulusal gelirin yüzde 5'iyle yetinmek zorunda kaldigini ögrendik. En zengin ve en fakir yüzde 5'in gelirlerine bakildiginda, ortaya çikan tablo utanç vericiydi.

 

1994 sonrasinda, bir yanda yüksek ama istikrarsiz bir büyüme hizi, diger

yanda yüksek ve istikrarli bir enflasyonla bir bes yil daha geçti. Latin Amerika ve Israil'de 80'li yillarda oldugu gibi hiperenflasyona dönüsmeyen, sürekli ve yüksek bir enflasyon araciligiyla kalkinmayi sürdürme "basarisini" gösterdik. 1998 sonunda deniz bitti. Yillarca gelir dagiliminin mülk sahipleri lehine yumusak bir biçimde bozulmasinin araci olan yüksek enflasyondan sonra, istikrar politikalarinin yükünün esas olarak alt gelir gruplarina, sabit ücretlilere ve tarim sektörüne ödetilecegi çok daha acitici bir yeni dönem basladi. 1990 ortasinda fakir olan öteki Türkiye, ki çogunluktadir, bugün ne durumda?

 

DIE gelir dagilimi arastirmasi sonuçlarinin yenilenmesini beklerken, elimizde su anki durum hakkinda biraz fikir sahibi olmamiza yarayacak iki veri var. Birincisi, ACNielsen ZETS'in yakin zamanda yaptigi sosyo-ekonomik yapi arastirmasi. Ikincisi ise, Saglik Bakanligi'nin yayimladigi yesil kart verileri.

 

ACNielsen'in hanehalki tüketim yapilarini tesbit etmek ve özellikle dayanikli esyada potansiyel talebi tahmin etmek için, bir pazar arastirmasi olarak tasarlanan çalismasinin yöntemsel temelini, denek sayisini, bunlarin dagilimini bilmiyoruz. Ama bu arastirmadan ortaya çikan sonuc, 1987'ye 1994 arasindaki gelir dagilimindaki degisim egiliminin, 1994 sonrasina

yansitildiginda ortaya çikan sonuçtan pek farkli degil. Ulusal gelirin 1999'da yüzde 6 küçülmesinin etkileri, 1994 sokundan belki daha büyük ve kalici.

ACNielsen'in arastirmasindan çikan sonuç üzerine medyada yaygin bir

tartisma yasandi. Bu verilere göre, toplam nüfusun yüzde 4.5'ini olusturan, büyükler ve çocuklar dahil olmak üzere 2.8 milyon kisinin, kisi basina yillik geliri 12.000 dolar. Yillik hanehalki geliri ise ortalama 62.570 dolar. Ulusal gelirin yüzde 53'ünü bu grup aliyor. Buna karsilik, toplam nüfusun yüzde 20'sini olusturan en alt gelir grubunda yer alan 11 milyon insanin yillik geliri 640 dolar. Yani günde iki dolardan daha az! Türkiye'de 3 milyondan az zengin bir nüfus, 11 milyon en fakir yurttasindan ortalama yirmi misli fazla gelir sahibi. Elimizde en fakir yüzde 5'in ortalama gelir verisi olmadigi için, en zengin yüzde 5'le en fakir yüzde 5 arasindaki gelir farki katsayisini hesaplayamadik. Brezilya'da bu katsayi 32 idi. Türkiye'de buna yakin bir sonuç çikar herhalde.

 

Ikinci alt gelir grubunda yer alan ve toplam nüfusun yüzde 36'sini olusturan 22.5 milyon kisinin yillik ortalama geliri 1000 dolar civarinda. Bu grup toplam gelirin yüzde 17'sini aliyor. Bu iki alt gelir grubunu topladigimizda, nüfusun yüzde 55'inin ulusal gelirin yüzde 22'sini alabildigi ortaya çikiyor. Kaba bir tahminle, Türkiye'de 30 milyon civarinda kisinin, kisi basina ortalama ulusal gelirin (takriben 3000 dolar) yarisindan daha az bir gelire sahip oldugunu söyleyebiliriz.

 

Iktisatta fakirlik, iki türlü hesaplanir. Birinci yöntem, göreli fakirliktir. Kisi basina orta gelirin yarisindan daha az gelir olanlari kapsar. Yukaridaki hesap isiginda, Türkiye'de göreli fakir konumunda 30 milyon civarinda kisinin oldugunu söyleyebiliriz. Ikinci yöntem, mutlak fakirliktir. Bu ise, yasami devam ettirebilmek için gerekli asgari bir harcamayi saglayacak gelir seviyesinin altinda kalanlari içerir. DPT'de yapilan bir çalisma, 1996'da Türkiye'de mutlak fakirlik sinirinin altinda yasayan nüfusun toplam nüfusa oraninin yüzde 14-15 arasinda oldugunu gösteriyordu. Bugünün nüfus verilerine göre takriben 9 milyon kisi demektir bu.

 

Geçtigimiz günlerde Saglik Bakanligi, yesil kart sahipleriyle ilgili verileri yayimladi. Yesil kart yoksul oldugu ispatlanmis kisilere veriliyor. Yesil kart sahibinin hiçbir gayrimenkulunun olmamasi ve aylik gelirinin net asgari ücretin üçte birinden az olmasi kosulu araniyor. Bu açidan yesil kart sahiplerinin mutlak yoksulluk sinirinin altinda bir gelire sahip olduklarini söyleyebiliriz. Bugün Turkiye'de 9.5 milyon kisi yesil kart sahibi. DPT'nin 1996 fakirlik arastirmasi sonuçlarindan hareketle, 2000 yili basina yapilan projeksiyonla hemen hemen ayni sonuca variliyor. Bugün toplam nüfusun yüzde 15'i mutlak yoksulluk siniri altinda yasiyor. 15 yas ve üstü nüfusun yüzde 23'ü mutlak yoksulluk siniri altinda bir gelirle yasamini sürdürmeye çalisiyor. Müreffeh ve cag atlamis, artik her seyin bulundugu Türkiye'ye hos geldiniz!

 

Bu gelir dagiliminin iller itibariyle olan esitsizligi ayri bir konu. Bingöl'de toplam nüfusun yüzde 42'si yesil kart sahibiyken, Istanbul'da bu oran yüzde 5. Ama Istanbul'da Bingöl'dekinden daha yoksun kent yoksullari da var.Ulusal gelirin dagiliminin yeterli bir ölçü olmadigi, kayitdisi ekonominin bir kisim geliri sakladigi, tarimda nakdi gelir kadar ayni gelirin de önemli oldugu söylenebilir. Bu dogrudur da. Gerçekten 2000 yili verilerine bakildiginda, tarim geliriyle yasayan hanehalki içinde gelir vergisi mükellefinin sayisi topu topu 43.000 kisi. Tarim gelirlerinin büyük ölçüde vergi disi kalmasinin yaninda, tarimda aynî gelirin hâlâ yüksek bir oran olusturduguna isaret ediyor.

 

Celal Baslangiç'in geçen hafta Radikal'de yayimladigi mevsimlik tarim

isçilerinin halini anlatan röportaj, kirsal alanda da mutlak fakirligin ne demek oldugunu çarpici biçimde gözler önüne seriyordu. Tarimda küçük bir müreffeh köylü grubu disinda kalanlarin hepsi mutlak fakir konumunda olmasalar da, göreli fakirler. Benzer durum, asgari ücretle çalisan isçi aileleri için de geçerli. Kayitdisinda bogaz tokluguna çalisan yüzbinlerce isçi var. Kayitli olmayi istedikleri anda islerini kaybediyorlar. Buna asgari ücretin altinda bir ücretle çalisan kaçak yabanci isçileri ilâve edin. Türkiye'nin gerçekten bir yerlere geldigini daha iyi görürsünüz!

 

Gelir dagilimi, esitsizligin bir cephesidir. Buna kamu hizmetlerine ulasabilme konusundaki esitsizligi de ilâve etmek gerekir. Ulusal gelirin yüzde 2.5'u gibi zaten komik bir seviyede gerçeklesen kamu egitim harcamalarindan yararlananlarin dagilimi da, gelir dagilimi kadar esitsiz. Hatta degerlendirmeye kalite faktörünü katinca daha bile esitsiz. Saglik harcamalarina gelince karsilastirma yapmak bile anlamsizlasiyor. Çünkü toplumun alttaki kesimi, kamu hastanelerinden binbir cefa içinde, kalitesi konusunda genellikle kusku bulunan bir saglik hizmetini, -eger ulasabilirse- alirken, kendi sagligi konusunda pek titiz olan toplumun korumali kesimi sadece özel hastanelerde degil, devlet kurumlarinda da ayricalikli bakim olanaklarindan yararlaniyor. Bu gelir ve refah seviyesi farklari, sadece toplum katmanlari arasinda degil, artik devletin içinde de geçerli. Bir ilkokul veya lise ögretmeniyle bir tegmen veya albayin refah seviyesini karsilastirmak bunun icin yeterli. Devletin içinde de korumali bir kast var ve bunlar refah seviyelerini Türkiye ortalamasinin çok üstünde bir hizla son on bes yilda artirdilar.

 

Egitim, saglik ve kültür harcamalarindaki esitsizlik, fakirligin kusaktan kusaga devredilmesini saglar. Türkiye'de toplumsal siçrama yollarinin giderek kapanmasiyla, gerçek anlamda bir kast toplumu olustu. Üst gelir seviyesindeki bay ve bayanlarin ve onlarin çocuklarinin ihtiyaclarini ucuza karsilayacak bir "hizmetli" güruhundan olusacak bir kent yoksullari kütlesi var artik. Ne var ki bu kent yoksullari, ileride sosyal patlamalara yol açar, o zenginlerin koruma duvarlarini yikip, ortaligi tarumar ederler ve hak yerini bulur diye ümitlenmek, ne gerçekci ne de yerinde. Gerçeklesme olasiligi Türkiye kosullarinda pek zayif olan böyle bir patlama, gerçeklesse bile, büyük ihtimalle alttakileri daha fazla yoksulluga ve izdiraba götürecek bir kaos yaratacaktir.

 

Daha büyük olasilik, o yoksun ve yoksullar kitlesinin, toplumsal haysiyetlerini kaybetmisler ordusunun, radikal söylemlere yönelmeleri olacaktir. Sosyalizmin tasiyicisi oldugu esitlik, dayanisma ve özgürlük beklentilerine refah beklentisinin de ilâve edilmesiyle, bu yoksun ve yoksul kitle siyasallasabilir. Siyasallasabilirdi. Solun varlik nedenlerinden birisi, popülizm kolayciligina kendini koyvermeden, alttakilerin sözcülügünü yapmak, onlarin mücadelelerine öncülük etmektir. Bugün bunu yerine getirmedeki yetersizliginin tek sorumlusu Türkiye solunun kendisi degildir. Bugüne kadar, sola karsi saplantisal bir korkusu olan egemen sinif, hem devlet içinde hem devlet disinda, solun acimasizca belini kirarken, ona karsi kâh islâmi kâh milliyetçiligi desteklemekten medet umdu. Reaksiyoner muhalif söylemlerin, din ya da milliyetçiligi veya her ikisini, popülist temalarla isleyerek, bu kitleleri solun cazibesi disina çikarmaya özel bir itina gösterdi. Ileride, siyasetin merkezine oturmus yerli fasizmin çetelerine haraç verirken, bu vurdumduymaz, küstah ve pek de zeki olmayan zenginler kastinin timsah gözyaslari döktügüne sahit olacagiz. Türkiye, sen herseye muktedirsin!

 

Radikal Gazetesi, Pazar-Iki eki, 27 Agustos 2000, Sayfa: 5

Not: Yazardan izin alinmistir.

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa