Ekmekten Önce Bira

Iskender Savasir

 

Gerçi arkeolojinin tarihi Rönesasans’a kadar geri götürülebilir ve fakat 19. yüzyildaki bütün basarilarina karsin (hiyeroglif yazisinin çözülmesi, Torya’nin kesfi vd..), bir bilimsel disiplini kullandigi veri türlerine, geçerli saydigi akilyürütme tarzlarina göre tanimliyorsak, modern arkeolojinin dogum tarihinin oldukça yeni oldugunu, (1949 yili) oldugunu söylemek gerekiyor. Arkeolojinin bu yeniden dogumu degilse de kabuk degistirmesini mümkün kilan, ilk bakista ona çok uzak görünen bir baska bilimdeki, atom fizigindeki gelismelerdi: Kisaca açiklamaya çalisayim.

Yüzyilin basindan beri dünyamizin uzaydan gelen düzenli bir kozmik isima’ya maruz kaldigini biliyoruz. Bu isimayi olusturan parçaciklar atmosfere girdiklerinde çesitli kimyasal tepkimelere giriyorlar. Bu tepkimelerin birinin türevi, bildigimiz karbondan iki atom daha agir olan radyokarbonun (kisaca C-14’ün) olusumu. Radyokarbon olagan karbonun girdigi bütün kimyasal bilesimlere giriyor ancak önemli bir farki var:  çok düsük düzeyde bir radyoaktiviteye sahip. Baska bir deyisle, C-14 sabit bir düzen içinde elektronlarindan birini atmosfere veriyor ve verili bir radyokarbon külçesi yarisi 5500 yillik bir süre içinde baska bir elemana, nitrojene dönüsüyor Ancak bu arada kozmik isima yoluyla sürekli yeni C-14 molekülleri yaratildigindan dünyadaki C-14’ün olagan karbona (C-12’ye) dengesi sabit kaliyor.

Diger yandan karbonun canliligin yapitaslarindan biri oldugunu biliyoruz. Her canli dünyayla sürekli bir karbon alisverisi içindedir; bitkiler fotosentez yoluyla, hayvanlar ve  insanlar bitkileri  ve birbirlerini yiyerek. Dolayisiyla her canlidaki C-14/C-12 dengesi de C-14’ün kozmik isima ile yenilenmesinden ötürü sabit kaliyor. Ta ki, sözkonusu canli ölene, yani gida zincirinin disina düsene kadar... Bundan sonra bünyesindeki C-14 miktari düzenli olarak “çürürken”, olagan karbon miktari sabit kaliyor.  Dolayisiyla bir zamanlar canlı olmus olan herhangi bir maddeyi (bitki, yosun, ahsap, iskelet vs.) inceledigimizde, ondaki C14/C-12 oraninin, dünyadaki normal C14/C12 oranindan farkindan hareketle,  sözkonusu canlinin tam olarak ne zaman ölmüs oldugunu oldukça düsük bir hata payiyla saptamak mümkün hâle geliyor. Iste 1949’da yapilan kesif buydu.

Bütün bunlarin ekmekle ve birayla ilgisi ne diyeceksiniz?19. yüzyildan bu yana gerek arkeoloji gerek antropoloji çevrelerinde çesitli spekülasyonlara konu olmus bir soru vardir: Insan soyu, nezaman toplayici-avciliktan, gerçek anlamda bir çalismanin ifadesi olan tarima ne zaman geçti?  Sözkonusu soru, ayni zamanda insanin, hayvanlarla akraba oldugu ilkellikten medeniyete geçisinin tarihinin ne oldugu seklinde de sorulur. Ne de olsa hayvanlar da toplayicilik/avcilik temelinde kurulmus bir gida rejimi temelinde sürdürürler varliklarini....

1950’li yillarin basinda, Amerikali arkeolog Braidwood ilk kez MÖ 4750 civarlarinda yerlesildigi anlasilan, Kuzey Irak’in Zagros daglarindanki Jarmo köyünde birkaç çesit tahil ve bitkinin ekilmekte ve bazi hayvanlarin ehlilestirilmekte olduguna dair deliller bulundugunu öne sürdü. Buraya kadar bir sorun yok. Tartisma müsevvikler ¾motivasyon¾ düzeyinde koptu.  Braidwood sunumunda, sözkonusu tahillarin ekmek üretimi için ekildigini, iddia etmekten de ziyade varsaymisti. Meslektaslarından botanikçi Jonathan D. Sauer, Braidwood’a yazdigi kisisel bir mektupta. “ilk ‘ehlilestirilen’ tahillarin ekmektense bira üretimi amaciyla ehlilestilmis olup olamayacaklarini sordu”.  Ona göre yabanî arpa de diger tahillarin ehlilestirilmelerinin güçlükleri sözkonusu oldugunda,  üzünleri oldugu farzedilen ekmegin besin degeri olarak getirisinin harcanan zahmete degmeyecegini, oysa sözkonusu tahilin kendiliginden mayalanmasi ile ortaya çikan ilkel biranin gerek lezzeti gerekse besin degerinin böyle bir zahmeti anlamli ve degerli kilacagini iddia ediyordu. Gafil avlanan Braidwood konuyu American Anthtropologist’te yazili bir sempozyuma açarken kendisinin de “ilkel küçük tarimciligin açliktansa susuzlulugun bir ifadesi olabilecegi fikrine karsi olmadigini” söyledi.

Bira zevkini yalnizca susuzluk gibi bir “masum” bir ihtiyacin ifadesi olarak yorumlamak ne kadar anlamli, sorusu geliyor ister istemez insanin aklina ama simdilik geçelim. 1950’lerdeki tartisma bir sonuca varilmadan rafa kaldirildi. 1986’da yeniden alevlenen tartismada “ekmekçiler”e karsi “biracilar” bu kez tam da biranin yaptigi “kafa”nin, medeniyetin ilk adimini olusturan tahil üretiminde belirleyici rolü oynadigini iddia ettiler ama yalniz o kadar da degil... Dogal olarak mayalanan yabanî arpanin alkol düzeyinin daha düsük olan ilkel biranin ekmege kiyasla daha besleyeyici oldugunu, arpadan elde edilmis sekerin mayalanmis biraya katilmasiyla da elde edilen ürünün toksik özelliklerinin azaldigini ve nisastayi sekere dönüstüren enzimler edindigini ve B vitamini konsantrasyonunun yükseldigini iddia ettiler. Tartisma bu kez “biracilar”in iddialari lehine sonuçlanmis gibi görünüyor.

Arkeolojik ve botanik hikâye böyle... Diger yandan en eski efsaneler de biranin bu “medenîlestirici” etkisine dair anilar barindiriyorlar.  Tek bir örnekle yetinelim. Bugüne kalmis en eski “destan/efsane” olan Gilgames’te, bir anlamda ilkel insani temsil eden, ot yolarak ve yabanî hayvanlari sütünü sagarak beslenen Enkidu, tanrilara denk hükümdar Gilgames’e meydan okur. Dögüsten önce hasmini daha iyi tanimak isteyen Gilgames, ona tapinak fahiselerinden birini yollar ve ikisi birlikte bir hafta geçirirler.  Haftanin sonunda fahise “Simdi ey Enkidu ekmek ye, çünkü o hayata dairdir. Ve bira iç çünkü bu, ülkenin töresidir” dedi. Yedi çanak bira içen Enkidu’nun ruhu gevsedi ve kalbi kanatlandi. Bu durumda yikandi ve o bir insan oldu.” Burada vurgulanmasi gereken ekmegin hayata, yani dogal düzene, biraninsa ülkenin töresine, yani kültüre ait oldugunun vurgulanmasi. Enkidu’yu insanlastiran yedigi ekmek degil içtigi biradir.

“Bira mi Ekmek mi?” tartismasi ilk patlak verdiginde muhafazakâr bilimciler “ Ne yani!? Bati medeniyetinin temellerinin kötü beslenen ve sürekli bir yari-sarhoslk halinde yasayan insanlar tarafindan atildıgina mi inanacagiz?” demislerdi. “Kötü beslenen”i disarda birakacak olursak, galiba tam da böyle oldu. Medeniyet yari-sarhoslugun yan ürünlerinden biri olarak dogmus gibi görünüyor.

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa