Akhilleus

Iskender Savasir

 

Yaygin kaninin aksine, Ilyada Paris’in güzel Helena’ya duydugu ask için dökülmüs romantik bir övgü degil, Akhilleus’un destanidir. Daha da genelleyerek söyleyecek olursak, erkeklerin kadinlarla kurduklari ya da kurmadiklari, kuramadiklari iliskileri degil, birbirleri arasindaki tutku, kiskançlik, rekabet ve dayanisma iliskilerini anlatir. Bütün bunlara “ask” demeyeceksek, neye diyecegiz?

Destanin öyküsünü tetikleyen, kahraman Akhilleus ile kral Agamemnon arasindaki, görünüste Akhilleus’a bir ganimet olarak verilmis “Briseis kizi” üzerine kopan rekabettir. Ama yanlis anlasilmasin, Akhilleus’un feragat etmek zorunda kaldigi “Briseis kizi”na duydugu arzu degildir öfkelenerek savastan çekilmesine yol açan, onurunun zedelenmis olmasidir: “Akha ogullari onur payi diye seçmişlerdi bana o kizi,/güzel surlu kentini yikmis, kargimla kazanmistim kendime,/Kral Agamemnon, Atreusoglu, elimden geri aldi onu,/onursuz bir siginti yerine kodu beni.” (16:55-59, Azra Erhat, A. Kadir çevirisi. Agamemnon, kral, bu anlamda Akhilleus’tan biraz farkli ama simdi bu farka girmenin sirasi degil.)

Destanin Akhilleus’un savasa dönmesiyle sonuçlanan dönüm noktasi ise, can yoldasi Patroklos’un ölümü olur. Akhilleus’un savas karsisindaki kayitsizligina artik dayanamayan, isyan eden Patroklos,, Akhilleus’un zirh ve silahlarini kusanir. Tipki Enkidu’da kendi suretini gören Gilgames gibi, Patroklos da Akhilleus için bir ayna imgesi, sanki onun kendisi olur. Gerçi Gilgames gibi yari tanrisal olan Akhilleus selefinden daha bilgedir; ölümlü oldugunun, üstelik de genç bir ölüme yazgili oldugunun bilincindedir. Ama ölümü gerçekten kendi etinde duyabilmesi, ancak dostunun cesedi ile karsilasinca olur. Anasi Tanriça Thetis ona yeni silahlarini getirdiginde (çünkü Patroklos cani ile birlikte onlari da yitirmistir) söyle der: “Ben simdi bu silahlari kusanacagim,/ama korkarim, sinekler bu ara,/üsüsmesin saldirgan ogluna Meneoitios’un [Patroklos]/girmesinler bedenine açik yaralardan,/kurtlar üretip pisletmesinler ölüsünü,/ölüm yok etti ömrünü onun,/çürür gider tekmil eti.” (19:23-28). Oglunu gözeten, belki fazlasiyla gözeten Ana Tanriça bir dedigini iki etmez: “Bu kaygilari at yüreginden, oglum./O azgin sürüleri savmaya çalisacagim ben,/savasta can verenleri kaçiran o sinekleri./Bütün bir yil açikta kalsa da bu ölü,/eti kalacak sapasaglam, daha da güçlenecek.(...)/Böyle dedi, atilganlik gücü saldi yüregine,/ambrosia ile kirmizi nektar damlatti burun deliklerinden,/bozulup çürümesin diye Patroklos’un eti.” (19:30-39).

“Ruh” gibi, “can” gibi soyutlamalari cilizlastiran, dogrudan dogruya ete, gövdeye yönelen bir tutkudur bu agitta dile gelen. SInIr tanimayan erkek iştahi, hemcinsinin ölümünde kendi nihaî sInIriyla yüzlesmek zorunda kalir.

 

Yeni Binyıl Gazetesi, Pazar eki, 30 Temmuz 2000, Sayfa: 17

 

Not: Yazardan izin alinmistir.

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa