"Single" yasamin
ve özgürlügün bedeli: Büyük yalnizlik
Tek
kisilik konutlarinda, yasamlarini tamamen kendi isteklerine göre sürdüren
bekârlar için Ingilizcede "single" sözcügü kullanilir. Sosyokültürel sahnede
oynadikları oyunlar veya onlara oynanan oyunlar toplum tarafindan ilgiyle
izlenmekte. Özellikle de endüstri ülkelerinin büyük sehirlerinde sayilari
günden güne artmakta. Almanya'da yapilan bir arastirmaya göre baskent Berlin'de
evlenme çagina gelmis (25-45 yas arasi) yarim milyondan fazla insan bekâr
yasiyor. Sosyolog Stefan
Hradil çagimizin
bekârlarını "
Modernizasyon
sismograflari" olarak
degerlendirmekte.
Reklam
ve tüketim dünyasi onlari çoktan kesfetmis bile. Single kimi zaman, saç spreyi
reklaminda ayni gün içinde iki farkli ülkeye gidebilen sarisin kadin, bazen de
bir kahve reklaminda komsusunu masum bir yalanla davet eden güneylidir.
Reklamcilarin
hazirladiklari tatil programina göre bekârlar, özel organize edilmis turlarla
tatile çikiyorlar.
Eger
bu yasam biçimini koklayabilseydik, bu biraz "egoizm" hatta biraz da
"ter" kokabilirdi. Çünkü bazi klüplerde insanlar yari çiplak dans
ediyorlar. Ve seks her zaman ön planda. Bu senliklere hangi müzmin bekâr
katilmak istemez ki?
Ancak
bu tatli hayatin karanlik yönlerine dikkat çekenler de yok degil. Örnegin
Fransiz yazar Michel
Houellebecq 'in
20 dile çevrilen "
Temel
parçaciklar"
adli kitabi,
modern insan projesinin bir elestirisi oldugu kadar, her türlü insani iliskinin
kaybolmasi üzerine tutulan bir tutanaktir ayni zamanda.
Houllebecq,
agresif, nezaketsiz ve sanatsal süslemelerden yoksun bir biçimde, toplum
tarafindan dislanmis iki üvey kardesin hikâyesini anlatiyor. 68 kusagindan olan
anneleri, hippilik ve benzeri gençlik akimlari için çocuklarini terk etmis,
kardeslerden Bruno büyükannesinin yaninda, Michel ise yatili okulun karanlik
duvarlari arasinda büyümek zorunda kalmisti. Babalari zaten hiç ilgilenmemisti
onlarla.
Iki
kardesin yasamlari narsisizm ve sehvet üzerine kurulur. Sürgün hayati yasayan
ve içine kapanik bir kisilik sergileyen Michel'in yasaminda tek bir aski dahi
olmamistir. Bruno buna karsilik tam bir seks manyagi olarak gelisir. Hiçbir
zaman bir kadina baglanmaz, onlari yalnizca bir et parçasi olarak görür.
Bu
"Chronique scandaleuse" anlatimda rahatsizlik veren sey umutsuzlugun
sesidir. 68 kusaginin, psikolojik kavrama ve kendine acima gibi klasik araçlari
baygin bir izlenimle silinmis. Zincirleri çözen kapitalizm "Savas
alanlarinin genislemesine" neden olurken iç dünyaya kadar ulasmis ve
cinsel yasami ikiye bölmüs: Bazilari her seye sahipken digerleri mastürbasyon
ve yalnizliga itilmistir.
Cinsellige
sahip olan insanlar, bütünlük üretemeyen ve bütünlügü olusturamayan elementer
parçaciklaridir. Ask sadece karsilikli içgüdü kivancini bozar ve kuskuludur.
Yoksa
Houllebecq modern bir Nietsche örnegi mi? Hayir, degil. Single dünyasindaki
soguklugu diger yazarlar da kesfetti. "Blitzeis"(yildirim buzu)
olarak adlandiriyor, kadin ve erkegin arasinda gitgide büyüyen uçurumu,
Isviçreli yazar Peter
Stamm. New
York'lu reklam yazari Melissa
Bank ise,
"Kadinlar
nasil avlanir" adli basarili yapitinda bekârlarin iliskilerde aslinda aski
degil cinselligi aradiklarini vurgulamakta.
"Decamerone"
adli eserinde modern seksin karmasIk ve ikiyüzlü dünyasina götürüyor, Italyan
yazar Giuseppe
Culicchia ,
özgürlük düskünlerini. Video kamerali bir takipçiyi pesine takan bir kadinin,
sevgilisine yakalanmasinin ardindan yaptigi açiklama oldukça ilginç: "Eve
getirdigim kisilerle nasil sevistigimi seyrettigim zamanlar en güçlü orgazma
ulasiyorum".
Bazi
tiyatro elestirmenlerine göre, 68 kusaginin babalarina sahip olabilecek
jenerasyon, babalarini tanimamis, onlar tarafindan yetistirilmemis, hatta
onlarin varliginı bile hissedememistir. Yani Houllebecq'in kitabindaki
insanlarin acikli öyküsü, o dönemin sevgi yoksunu çocuklarina ait.
Peki
evde oturup Houllebecq kitabi okumak yerine düzenli olarak spor salonlarina
gitmeyi tercih eden normal bekârlar da mi kendilerini dislanmis veya uzun
süreli iliskiler kurma becerisinden yoksun hissediyorlar? Sadece içgüdülerine
göre mi davraniyorlar? Sadik olmayi bilmiyorlar mi?
Sosyal
güvence ile bagimsiz yasama dogru
Bu
tür sorulari degerlendirmek için vakit henüz erken. Çünkü single yasam
biçiminin tarihte oldukça kisa bir geçmisi var. Tarihin büyük bir zaman dilimi
içinde insan besikten mezara kadar diger insanlarla birlikte yasadi.
Tek
kisilik ev idaresi endüstrilesme dönemine kadar hep bir istisna olarak devam
etti. Gerçi Ikinci Dünya Savasi'nda bekâr yasayanlar çogalmisti, ama bu yasam
biçimi onlarin tercihleriyle degil, zorunlu olarak dogmustu ve bunlar daha çok
evde kalmis kisiler ve dullardan olusmaktaydi.
Fakat
eski tarihlerde ayni çati altinda yasamanin da zorunluluktan dogdugunu gösteren
isaretler vardir. Çünkü herkese yetecek kadar konut olmadigi gibi
"potansiyel solistleri" yaratabilecek sosyal güvence de bulunmuyordu.
Tarihte
özel bir yeri olan yalnizlik, Hiristiyan-
Musevi kültürleri
tarafindan kutsanmisti. Tanri tekti, tanrinin oglu Isa hiçbir zaman evlenmemisti.
Ortaçagin resim sanati, Antonius gibi çölde tek basina seytani kovmaya çalisan
azizler yaratmis ve yalniz kahramanlarin romantizmi, insanlara güvenli aile
ortami disinda baska bir dünyanin da varoldugunu ögretmisti.
Bu
evsiz kurtaricilardan daha sonra sinemanın ilk yalniz kahramanlari da dogdu:
Tek basina mücadele eden kovboy,
bagimsiz
detektif, erkekleri bastan çikartan kadin tipi "femme fatale" ve
varolusçulugun yigitleri modern bekârlarin öncüleriydi.
50'li
yillarin gençleri James
Dean gibi
bagimsiz bir yasamin özlemiyle yanip tutusurken yine de sonunda evlilik
limanina ugramadan yapamiyorlardi. Single gerçek bir yasam biçimine ancak 70'li
yillarin sonunda ulasabildi.
Çünkü
bu dönemde evlenme çagina gelmis kisilerin yalniz yasamalarini saglayan sosyal
olanaklar yaratildi: yasam standartlari yükseldi, konutlar çogaldi, sehircilik
gelisti, evlilik kurumu degerini yitirdi ve cinsel özgürlük anlayisi gelisti.
Ama özellikle de kadinlarin egitim ve çalisma hayatlarina adim atmalariyla
ortaya çikan devingenlik zorunlulugu, bu yasam biçimini yaratti. Bu fenomen tüm
modern endüstri ülkelerinde izlenebilmekte.
Bu
ülkelerde özellikle de geçtigimiz on yillarda, yalniz yasayan yasli dullarin
disinda, artik gençlerin hatta çocuklu kadinlarin da bu yasam biçimini
benimsedikleri görülmekte.
Almanya'da
yapilan hesaplara göre 90'li yillarin basinda 25-45 yas arasindaki insanlarin
beste biri yalniz yasiyordu. Uzmanlar, 2003 yilinda Alman toplumundaki %30'luk
bir kesimin bagimsiz bir yasami tercih edeceklerinden söz ediyorlar. Bekâr
sayisinin pek hizli artis göstermemesinin nedeni, ülkedeki yabanci sayisinin
çoklugu ve nüfusun yasli olmasina baglanmakta. "Single toplumu"
hiçbir zaman olusmayacak" diyor Hradil
. Ama
bu yasam biçiminin getirdikleriyle daha uzun süre ilgilenmeye devam edecegiz.
Istatistiklere
göre single tablosu söyle:
°
Yalniz yasayanlar çogunlukla erkekler;
°
%50'sinden fazlasi büyük sehirlerde yasiyor;
°
Batida daha yogun olan single nüfusu, doguda da artmaya basladi
Bagimsiz
yasayan kadin
Özellikle
yalniz yasayan kadinlar çogunlukla liseyi bitirmis ve meslek/is sahibi.
Bagimsiz yasayan kadinlar evli olanlara göre daha fazla maas talep ediyorlar.
Bekârlar daha genis mekânlarda yasiyorlar ve sosyal baglari digerlerinden daha
zayif degil. Aile içinde yasayanlara göre aileleriyle de daha sIk görüsüyorlar.
Peki
bu yasam biçimi genelde ne kadar sürmekte? Kesin bir rakam belirlenemese de
genelde 3-8 yil arasinda degistigi söylenebilir.
Yalniz
yasayanlar, degerlerin degisimindeki uç
noktayi temsil
ediyorlar. Nüfusun diger bölümüne göre daha güçlü bir biçimde
postmateryalistlige yönelmislerdir. Kazançlarini digerleriyle paylasmak zorunda
kalmadiklari için bu son derece dogaldir.
Bu
açidan bakildiginda bekârlarin hedonizme (hazcilik) evlilerden daha yakin
olduklari söylenebilir. Durumlarindan hosnutlar mi peki? Ortaya çikan tablo
ilginç : %5-30'luk bir kisim kesinlikle hiç kimseye baglanmak istemiyor. Fakat
digerlerinin hepsi bu konuda bir açik kapi birakiyor. 80'li yillardan kalma bir
anket sonucunda %0,9'u bir aileye sahip olmanin önemli olduguna inaniyordu.
Ankete katilanlarin üçte biri yalniz yasamayi dogal bulmuyordu.
Single,
yükselislerin ve inislerin arasinda bir yasam biçimi. En cazip yani flört ve
tercih hakki. Aksam yemekte ne yiyecegine, nereye tatile gidecegine ve ne
giyecegine kisi kendi karar verebiliyor. Ve üç odali bir evde tek basina
yasamanin keyfi de göz ardi edilemez tabii.
Ah!
Bir de su yalniz kalp olmasaydi! O neler istemez ki, sefkat, güven ve
cinsellik.
Sonuncusu
bulunabiliyor da, ilk ikisi biraz zor.
Öyle
görülüyor ki yalniz yasayan kadinlar hayatlarindan daha hosnut. Çünkü bagimsiz
kadinlar edindikleri tecrübe sayesinde evlilik ve çocuktan uzak
duruyorlar."Imzasiz birlikteliklerde daha fazla özen gösteriliyor"
diyor, 26 yasindaki bir is kadini ve erkekleri iki kategoride siniflandiriyor:
Birinci grup kendi bakimlarini tamamen baskalarina birakan sadik bir köpek gibi
davrananlar, diger grupsa her petekten bal alan çapkinlar. Iyilerinin ya
sahipleri vardir ya da kiyida kösede gizlenirler. Ve iki yil yalniz yasadiktan
sonra bir seye karar vermis: Çiftler birbirlerine baglanmadan da mutlu
olabilirler.
Kant'tan
Mozart'a
Duygusal
iliskilerin üretilebilirligi üzerine dayanan rüyanin tarihsel bir geçmisi de
var tabii. Çaliskanligiyla ünlü çelimsiz vücutlu filozof Kant,
evlilik kurumuna
neden karsi oldugunu mizah yazilarinda defalarca tekrarladiktan sonra bagimsiz
bir yasami tercih etmisti. Bu onun yasam tecrübesiyle ilgili tedbirli bir
hesaplasmasi degil miydi? Ve ayni zamanda da mantik yardimiyla ask üzerinde
tercih yapilabilecegi düsüncesi üzerine kurulu genel hazirlik ideolojisine de
öncülük etmisti o.
Kant
ile ayni dönemde yasayan ve ask konusunda daha tecrübeli olan Mozart
daha
farkli izlenimler edinmisti. Opera-buffa (komedi türü opera eseri ) büyüsü ile,
eslerini degistiren "Cosi fan tutte" kahramanlarinin aslinda yalnizca
uçurumun kenarindan geçtiklerini anlatiyordu. Yani sevgiyi hesaplayan ve onunla
oynamak isteyen, kirilabilirdi.
Talihsiz
ask ihtiraslariyla (Wagner "Tristan ve Isolde) ilgili romantizm de
Mozart'inkine benzer izlenimleri yansitmisti topluma. Gönül bagi hesaplanamaz.
Tehlikeli paradokslarin güvenli limani resmi evlilik, iliskilerde kültürü
belirleyen bir model olarak kabul edilmisti.
Ama
1968 yilina gelindiginde evlilik kültürel dominantini (basatligini) yitirdi ve
ortak yasamin, tek ve en iyi modeli olmaktan çikti. Seksüel hazlarin
gerçeklestirilmesi adina karsi karsiya gelen iki cinsiyet, ask, drama ve
çilginlik üçlüsünden olusan çatismalardan ne yazik ki eli bos döndü. Özellikle
iliskilerde kötü tecrübeler edinen kadinlarin erkek egemenligine karsi
savunmalari yüzünden beyaz atli prensler kötü günler yasamisti.
68
kusaginin çocuklari, annelerinin iliskilerde gösterdikleri titizligin bilinci
ile büyüdüler. Macera pesinde kosmak yerine sadik sevgiliyle birlikte olmak
tercih sebebiydi. Tek eslilik seksenli yillardaki aids korkusuyla da yeniden
canlandi.
Birlikte
yasamak zorlu sanat
Fakat
birlikte yasamak da artik bir zorlu bir sanat haline gelmek üzere. Toplum
bilimcisi Hans
W.Jürgens
bir tür evlilik
ehliyeti öneriyor. "Çünkü" diyor Jürgens, "çiftler birbirleriyle
nasil konusacaklarini dahi bilmiyorlar, ya her ikisi birden gevezelik edip
birbirlerini dinlemiyor veyahut da karsi taraftan gelecek tesvik sözcüklerini
patlamaya hazir bir sekilde bekliyorlar.
Emin
olmadiklari konularda gençler daha çok kendilerine güvenmeyi tercih ediyorlar.
Kisiye olaganüstü sarsintilar yaratacak olaylar ugruna seksüel depresyon
çocuklarindan kaçinilmakta.
Ve
geri kalan özlemin imdadina, psikologlar tarafindan salt inatçi bir tutum
olarak nitelendirilen ve karsi tarafa verilen sevginin, aslinda kendi
kisiligine ait sevgiyi temsil ettigi narsisizm yetismekte.
Bu
tutumun olumlu tarafi, cinsel yasam uzmani Gunter
Schmidt tarafindan,
seksin dramatize edilmekten çiktigi ve egonun mutluluk elementi haline
dönüstügü seklinde açiklanmakta. Fakat asla hata kabul etmeyen narsisizm bu
noktada parçalanabiliyor. Eger iliskide bir aksaklik meydana gelirse suç
genelde karsi tarafindir.
Iste
bu olgunlasmamis narsisizm yüzünden birçok bekâr ask sahnesinde çaresiz
kalmakta. Küskünlükleri düzeltmek yerine kirilgan öz benligine zarar vermeyecek
ideal es arayisina girmeyi tercih ediyor. Bu da varolmayan bir insani aramak
demek aslinda. Ve hayallerin tükendigi noktada, Narsisist artik aradigini bulma
çabasindan vazgeçip, Houllebecqvari temel parçaciklarini lanetleme arayisina
girer.
Esneklik
öldü mü?
Fransiz
entelektüelin kaygilarini sosyologlar sevimli bir biçimde yorumluyorlar: Bireysellestirme.
Sorun yalnizca bu
sürecin kimlerce gerçeklestirildigidir. Eger bu süreç Hradil'in tahmini gibi
"sübjektif bir modernizasyon" ise, belki o zaman sonuçta her bireyin
kendi etigini ve aile tipini seçme özgürlügü olarak açiklanabilir. Yoksa is
dünyasinin gerçeklerine uyum saglayan kisiler mi single olmaya itilmekte ?
Amerikali
sosyolog Richard
Senett, "fleksibl
( hosgörülü) insanin" artik öldügüne inaniyor. Eviyle isi arasinda mekik
dokuyan insan, aile kurmaktan ve hatta uzun süreli birlikteliklerden kaçinmak
zorunda birakilmistir. Sonuç: Tümden atomize olmak (yalniz kalmak).
Gerçi
bekârlar tarihsel bir ortaklik içinde yasamislardi, ama bireysel zorluklar
üzerine ortak anlatimlara sahip olmadiklari için kaderleri de birlesmiyor.
"Biz" diyor Sennet, "tehlikeli zamir" olarak algilanmakta.
Mesleki
kariyerin baslica sartinin, sosyal bagimsizlik olarak formüle edildigi is
dünyasinda, bekâr is köleleri bu çarkin altinda ezilmislerdir. Fakat yalnizlik
kulaga o kadar hos gelmemekte. Yalnizlik, insani istikrarsiz hale getirmekte.
Meslekî hayiflanmalarin dikkate alinmadigi, tesellinin yasanmadigi yerlerde
psikolojik çöküntü devreye giriyor. Yaralari sarilmayan iskolikler, Senett'e
göre er veya geç kesinlikle reddedilmekte. Ve burada yine Houllebecq'in
genisleyen savas alanlari karsimiza çikmakta.
Meslek
yasamindaki çikmazlar ve firmadaki hatali oyunlar, özel asklari zorlastirmakta.
Mesleki alandaki güvensizlikler, iliskilere ne kadar da çabuk yansir. Ve
isyerindeki bu vicdansizliklar yabanci bir sevgiliye açilarak hafifletilebilir
mi? Görüldügü gibi kalp yine savas alanindadir.
Bekârlik
ve cinsel yasam
Peki
bekârlarin cinsel yaşamları? Hamburglu bilim adami Gunter
Schmidt ,
genç
yetiskinlerin cinsel davranislarini arastirmak amaciyla 3000 ögrenciyle anket
yapmis. Sonuç son derece çarpici. Heteroseksüel iliskilerin %90'i saglam
birlikteliklerde yasaniyordu ama bekârlarin yarisi cinselligi hiç yasayamiyor
bile.
Yatak
tecrübesindeki kalite de umuldugundan kötü çikmis: Bekârlarin yalnizca %40'i
ask gecelerinden memnundu. Oysa digerleri hâlâ daha mutlu bir seks özlemi
içindeydi.
Yalniz
yasayan ögrenciler bir gecelik ask ve "duygusuz seksten"
yakiniyorlar. Arastirmacilarin buradan çikardiklari neticeye göre bekârlarin
cinsel dünyasinda kara bulutlar dolasmakta ve büyük zahmetlerle, tatmin edici
olmayan bir seks türü üretiyorlar. Ayrica bekâr erkekler"yalniz
yasamlarini" , karsi cinsin bekârlari kadar iyi yürütemiyorlar.
Geçtigimiz
yilin sonlarinda "2010 yilina kadar Ingiltere" projesi çerçevesinde
gelecekle ilgili bir tahmin arastirmasi yürüten Essex Üniversitesi, bekâr
erkeklerin gelecegini hiç de parlak görmüyor. Yalniz yasayan kadinlar genis bir
dost çevresi edinmenin keyfini çikaracaklari gibi olanaklari degerlendirmenin
yollarini bulup kendilerini gelistirmesini de ögrenirken, erkekler fast food,
video ve bilgisayar oyunlari üzerine kurulu, umutsuz bir yasam çizgisinde
bocalayacaklar.
Kadin
ve erkeklere özel gettolar
Hatta
yalniz yasayanlari çok yakindan takip eden uzman Leyendecker
, erkek
bekârlarin adeta bir magara da yasadiklarini ortaya çikardi.
"Çalismalarimiz sirasinda bekârlarin ellerinde, kendi kisiliklerini
simgeleyen nesneler tutmasini istedik Ve gördük ki, erkekler bu konuda çok
zorlaniyorlar" diyor Leyendeeker. Oysa kadinlar ayni anda en az on nesneyi
yanlarinda götürmek istiyorlar. Çiçekleri, en sevdikleri sandalyeleri,
kedileri, eski telefon ve pelüs hayvanlarindan ayrilamayan kadinlarin aksine
erkekler donuk kisiliklerini daha ziyade "erkekligin" sembolleri olan
futbol topu, tenis raketi ve eksantör türü esyalariyla göstermeye çalisiyorlar.
"Bazen genç erkeklere evlerinin duvarlarini nelerle süslediklerini
soruyorum". Aldigim cevaplar çogunlukla ayni: "Benim duvarlarimda
hiçbir şey asili degil ki". Genç erkekler yasadiklari mekânlarin genelde
kullanisli, temiz ve düzenli olmasina özen göstermekle yetiniyorlar. Bu yüzden
onlarin evlerinden tasinmalari da pek fazla zaman almiyor. Evlerinde sicak ve
rahat bir atmosferin eksikligini duyanlar aksamlari eve dönmektense sehirde
dolasmayi yegliyorlar.
Ingiliz
"
The Observer"
dergisi, Essex
arastirmalarindan son derece kapsamli sonuçlar çikarmakta: Sayet single yasam
biçimi gerçekten de bugünkü gibi cinsiyetlere göre gelisecek olursa, yalnizca
kadin veya erkeklerin yasadiklari gettolar dogacaktir. Erkeklerin yasadiklari
alanlar genis spor sahalari ve fast food lokantalariyla donatilirken, kadinlarin
bölgelerinde cafeler ve sosyallesmenin temelini olusturan enstitüler yogunluk
kazanacaktir.
Bu
senaryoyu anlamsiz bulanlar Bremen'de kurulmasi düsünülen kadin kulübünün bu
amaca ne kadar yaklastigini görebilirler. Mimar Alexandra
Czerner su
siralar bir kadin köyü projesi üzerine çalisiyor. Aslinda bu projenin
benzerleri Ortaçagda tüm Avrupa'da yaygindi. Bu köylerde namuslu ve dindar ama
"rahibe" olmayan kadinlar yasamaktaydi. Bremen'deki model (10 000
metrekare üzerine kurulmasi planlanan 60- 100 konut) kendi evlerine sahip
olmak isteyen ama ayni zamanda da toplumun bir parçasi olmaya devam etmek
isteyen kadinlar için düsünülmüs. Erkekler yalnizca ziyaretçi olarak kabul
edilecekler. "Hasari kizlar" adli kitabin yazari Ute'
ye göre kadinlar
ask ve seksi birbirinden ayirmasini biliyorlar. Tek gecelik asklardan sonra her
zaman, kendisini bir daha görmeyecek olan erkegin acaba kendisini kötü hissedip
hissetmedigini sorgulamis. "Bunlar daha sonralari üzerinde konustugumuz
harika bulusmalardi ama birbirimize baglanmak istemedigimizi de kesin olarak
biliyorduk" diyor Ute.
Yoksa
Houllebecq'in körelen duygularla ilgili fantezileri gerçek mi? Ne diyordu
yazar: "Onun içindeki sarsintilara neden olan ve yasamini karartan ask
rezervlerine ortak duygular beslemisti. Belki de kalbini harekete geçiren tek
insanî duyguydu bu. Ancak bunun disinda tüm bedenini soguk bir ürkeklik de
kaplamisti. Gerçekten de sevemiyordu artik".
Nilgün
Özbasaran Dede
Kaynak:
Der Spiegel 10/2000
Cumhuriyet Bilim Teknik eki,
29 Temmuz 2000, Sayi: 697, Sayfa: 12-15
Öneri, katki ve elestiri
Yakamoz
Anasayfa