HÜCRE: RUH DA ÜSÜR BEDEN DE

BERAT GÜNÇIKAN

Yalniz birakilmanin heyecansal ve sosyal davranis üzerindeki etkisini arastiran bir çalismada kullanilan denekler yavru maymunlardi ve üç gruba ayrilmislardi. Bir grup anneleriyle birlikte yetistirilmis ve diger yavrularla oynamalarina izin verilmisti. Diger gruplardan biri dogduktan sonra annelerinden alinmis, diger yavrulari görebilecekleri ve isitebilecekleri ancak onlarla oyun oynayamayacaklari kafeslere tek baslarina yerlestirilmişlerdi. Üçüncü gruptaki maymun yavrulari ise ne diger maymunlari görebilecek ne de dinleyebileceklerdi.

Arastirma sonucunda yalniz birakilan her iki grupta da sosyal, heyecansal ve cinsel davranimlarda dikkat çekecek kadar anormallikler görüldü. Cinsel dürtüleri normal gözüktügü halde maymunlara özgü flört kurallarindan habersizdiler ve çok az sayida disi hamile kalabildi. Dengeli sosyal basamaklar ve güçlülük dizisi de gelistirememişlerdi. Diger türdesleri gibi canli ve kendi yaslarina uygun oyunlar oynamamislardi. Ayrica, tamamen yalniz birakilmis maymunlar, tehdit edici durumlarda boyun egme ve korkma egilimindeydiler.

Harlow'un yalniz birakilmanin sosyal davranisa etkisi üzerine 1962'de yaptigi bu arastirma, aslinda gecikmis bir çalismaydi. Daha 1940'li yillarda, Almanya'da, Hitler'in psikolog ve sosyologlari toplama kamplarini ve hücreleri kesfetmisti. Bu yalnizlastirma laboratuvarinda itaat ve korku maymunlara degil insanlara ögretiliyordu. Laboratuvarlar teknolojinin de destegiyle daha da gelistirilecek ve Federal Almanya'da, Ingiltere'de, Latin Amerika'da, ABD'de, Kore'de, Vietnam'da kullanilacakti. Almanya'da Stammheim Cezaevi'nde, Ingiltere'de Özel Güvenlik Üniteleri'nde, ABD'de H Bloklari'nda, Güney Amerika'da kaplan kafeslerinde... Sonuç tutuklu ve hükümlülerin beden ve ruh sagliklarinda ciddi, kimi zaman geri dönülmez hasarlardi.

Türkiye de hemen hemen ayni yillarda cezaevlerinde benzer uygulamalari denedi. Simdi de bugün için diger ülkelerde ''olaganüstü'' sayilabilecek bu uygulamayi yasa, genelge ve tüzüklerle mesru kilmaya ve sistemlestirmeye çalisiyor. Projesi on yil önceye dayanan bu sistemin adi: F tipi cezaevi. Ayni kurumun resmi bir adi daha var: Yüksek güvenlikli cezaevi. Ancak, ülke genelinde cezaevlerinde, sadece son bes yilda yasananlara bakildiginda bile bu ad insani sasirtiyor. Çünkü son bes yilda, jandarma ve polisin müdahalesi sonucunda 45 tutuklu ve hükümlü yasamini yitirdi. Otopsi raporları bütün bu olaylarda ölüm nedeninin sert cisimlerle vurulmasi sonucu beyin kanamasi ve iç kanama ile kafatasi kemiklerinin kirilmasi oldugunu gösterdi.

F tipi cezaevlerinin ilk ve bugün için tek örnegi Kartal - Soganlik'tan disariya sizan haberler de bu cezaevlerinin kurulmasina gerekçe olusturan ''yüksek güvenlik''in anlamsizligini kanitliyor. Agirlikli olarak çete seflerinin ve elemanlarinin kaldigi bu cezaevlerinde cep telefonunun bollugu ve tutuklularin cezaevi idaresi tarafindan yerine getirilen istekleri F tipi cezaevlerinin kurulus amaciyla çelisiyor. Ayni cezaevinde kalan siyasi tutuklularin disariya yansiyan sikâyetleri ise izolasyonun yani yalnizlastirmanin yol açtigi fiziksel ve psikolojik bütün bulgulara uyuyor. Bundan da hücre tipi cezaevlerinin kurulmasindaki asil amacin siyasi tutuklu ve hükümlüleri bir kez daha cezalandirmak oldugu anlasiliyor.

Oysa Adalet Bakanligi'nin 29 Eylül 1997 tarihli Cumhuriyet Savciliklari'na gönderdigi yazida kalabalik koguslarda kalmalarinda saglik ve güvenlik açisindan sakinca görülenler arasinda siyasi tutuklu ve hükümlülere yer verilmiyor. Yazi, homoseksüellerin, çift cinsiyetlilerin, can güvenligi olmayanlarin, yalniz kalmak isteyenlerin, sarilik, verem AIDS gibi bulasici hastalik tasiyanlarin, koguslarda diger mahkûmlarca istenmeyenlerin, psikopat akil hastalarinin, kogus agalarinin ve mafya, tetikçi ile liderlerinin tecritini ön görülüyor. Anlasilan kamuoyunun endisesinin üzeri örtülüyor...

Yillar önce Sansaryan Han'da

F tipi cezaevleriyle ilgili tartismalar mevcut kogus sisteminin sakincalari, uluslararasi standartlara uygun olup olmamalari ile hücre mi, oda mi ikilemi etrafinda dönüyor. Adalet Bakani Hikmet Sami Türk ile Sulhi Sönmezer gibi hukukçular yeni sistemi oda tanimi içinde degerlendirirken elestiriler ''F tipi cezaevleri hücredir'' görüsünde birlesiyor.

Türkiye, hücre stratejisini ilk kez Nazi Almanya'si ile ayni dönemde deniyor. 1944 yilinda Sansaryan Han'in üst katinda tabutluklar ve hücreler insa ediliyor, ardindan da komünist tevkifati baslatiliyor. Bu tabutluklarda tutulanlardan biri Mihri Belli. Dokuz numarali hücreyi söyle anlatiyor:

''Tavan öylesine alçakti ki, ayakta duramiyor, dizlerimi ranzaya dayayarak dikilebiliyordum, en zoru da buydu.''

1944-45 yillarinda yine Sansaryan Han'da, bu kez yeraltindaki hücrelere atilan Belli'nin belleginde kalanlar, tuvaletin tikali olusu, yerde iki parmak sidigin birikmesi... 1951-53 yillari arasinda da sirasiyla Sansaryan Han ile Sultanahmet ve Harbiye cezaevlerinin hücrelerinde tutulan Belli, ''Çok saglamdim, saglikliyim'' diyor ''Sonra bir sirt ürpermesi geldi, ardindan halsizlik, ayaga kalkmakta zorlaniyordum, sonra geçti...'' Ancak Belli kadar sansli ya da saglikli olmayanlar da vardi, bunlardan biri Sevki Aksit digeri ise sair Ahmet Arif'ti. Belli, bu iki ismin de ''asap bozuklugu'' nedeniyle hücreden hastaneye götürüldüklerini aktariyor. Altmisli yillarda tutuldugu hücrede ruh sagligini yitiren bir isim de Marta Tözge'ydi. Esi Necat Tözge ile birlikte sosyalist gerçekçiligi ilke edinen ''Yenidal Resim'' grubunda yer alan Marta, Harbiye Askeri Cezaevi'nde geçmisin olumsuz izlerini animsamisti. Çünkü Polonya asilliydi, ikinci savasta babasi toplama kamplarinda, kardesi direniste ölmüstü. Savastan sonra resim egitimi için Paris'e gitmis, Necat Tözge'yle burada tanismis ve evlenip 1952'de Türkiye'ye yerlesmişti.

Yine 1944'te Turancilar olarak bilinen aralarinda Nihal Atsiz, Reha Oguz Türkkan ve Alpaslan Türkes'in de bulundugu bir grup sagci da tutuklanmis ve Tophane Askeri Cezaevi'nin tabutluklarinda tutulmustu. Disariya yansiyan bilgi bu kisilerin saçlarinin bir kaç gün içinde agardigi yolundaydi. Birkaç yil sonra Demokrat gazetesi bir haber yayimladı, baslik ''Iste Tabutluklarin Belgesi''ydi. Haber Bedii Faik'e aitti ve belge isçilerin notlarindan olusuyordu. Hangi isten ne kadar ücret aldiklarini not alan isçilerin listesinde Tophane Askeri Cezaevi'ndeki tabutluklarin yikilmasi da vardi. Faik, bu haberden sonra Istanbul Emniyet Müdürü Ahmet Demir tarafindan emniyete çagrildigini ve ölümle tehdit edildigini anlatiyordu:

''Demir bana pencereyi gösterip 'simdi seni asagi atip sonra da intihar etti derim' dedi. Ben de avukatlarimin gelmek üzere oldugunu, cesedimi onlarin toplayacagini söyledim, bir anda tavri degisiverdi...''

Tophane Askeri Cezaevi'ndeki tabutluklar yikiliyor ancak yenilerini eklemekte gecikilmiyordu. Mihri Belli, kirkli yillar ile ellili yillar arasinda gözaltinda yasanilanlarin farkliligini animsatirken bugünkü uygulamalarin nedeninin de altini çiziyor. Belli, bu farkliliga söyle bakiyor:

''Kirkli yillarda kadinlara pantolon giydirilip öyle falakaya yatirirlardi. Polis, gözaltindaki kadinin namusundan da kendisini sorumlu tutardi. O yillarda Iran'da bir takim olaylar olmus ve gözaltindaki üç kiza tecavüz edilmisti. Biz 'bu Pehlevi'nin Iran'in da olur ama bizde olmaz' derdik. Sonra Amerika'nin yönlendirmesiyle bizde de oldu.''

Schein, Kore ve CIA...

Belli, hakliydi, ABD, muhalifleri cezaevlerinde tecrit ederek yalnizlastirmak, bu yolla kisiliklerini yok ederek itaate zorlamak için seferber olmustu. Ilk büyük laboratuvar Kore'ydi ve Psikiyatrist Doktor Edgar Schein burada asker psikolog olarak görev yaparken daha sonra hava kuvvetlerine ve CIA'ya aktaracagi deneyimler edinmisti. Bu deneyimler cezaevlerinde de kullanilmis ve Schein yirmi dört maddelik özel bir program hazirlamisti. Bu programa göre karakter zayiflatilmasi için teknikler uygulanmali, sert cezaevi yöntemleriyle arada bir düzenli olarak iskence yapilmaliydi.

Benzer uygulamalar, yetmisli yillarin basinda Almanya'da da yapildı, alan olarak da cezaevleri ile bu cezaevlerinde kalan RAF üyeleri seçildi. Tabutluktaki yok edis gecikmedi, önce Meinhof, arkasindan da dava arkadaslari Baader, Ensslin ve Raspe hücrelerinde ölü bulundu.Otopsi raporlarına göre RAF üyeleri öldürülmüstü. RAF üyesi, on yilini sekiz metrekarelik hücrede geçiren Andreas Vorgel yasanilan izolasyonu ve sonuçlarini söyle anlatiyor:

''Izolasyonla ilk tanistigimizda olayin farkinda degildik. Iki-üç yil sonra kendimizde degisiklikler farkettik. Izolasyon bir iskencedir, santaj üzerine kurulmustur. Birçok kez açlik grevine gittik, iki arkadasimiz grevde öldü. Dokuz arkadasimiz ise hâlâ hücrede tutuluyor...''

Tecrit uygulamasi, yetmisli yillarda bütün dünyada yayginlasti, Ingiltere'de IRA, Amerika'da BLA (Siyah Kurtulus Ordusu), Italya'da Kizil Tugaylar üyeleri hücrelerin sessizligine birakildilar. Kamuoyunda bu yalitilmaya karsi bir kampanya basladi. BM Insan Haklari Komisyonu, bu uygulamayi insanlik disi, zalimane ve onur kirici olarak degerlendirdi.

Türkiye yetmisli yillarda da muhalifleri, hücre cezalariyla sindirmeye çalisti. 12 Mart'tan bir yil sonra, Ziverbey iskencehanesinden geçenlere Harbiye Nezarethanesi ve Selimiye'de bir yila varan tecritler uygulandi. Kosullar agirdi, intihara kalkisanlar, aklini yitirenler ve saliverildikten kisa bir süre sonra ölenler oldu. Son durak olan Selimiye'de 5. kogusun yarisindan fazlasinin psikolojik sorunlari ortakti.

12 Eylül darbesinde ise muhalifleri daha agir kosullar bekliyordu. Gözalti süresi doksan güne çikarilmisti ve iskencenin yani sira hücre cezasi yogun olarak uygulaniyordu. Bu tek kisilik hücreler tepeden küçük ve dar pencerelerle aydinlaniyor, yemekler hiç açilmayan kapilarin altindan itiliyordu ve havalandirma yoktu. Kapilar, uzun yillara yayilan, ölümle sonuçlanan direnislerden sonra açilacakti.

1988'de ise cezaevlerindeki hücrelerle yetinilmeyip hücre tipi cezaevine yönelindi. Ilk uygulama, Eskisehir'de oldu, sevk sirasinda iki tutuklunun ölümüyle uygulamadan vazgeçildi. 1991de 141 - 142 ve 163. maddeler kaldirildi ve yerine daha agir cezalar öngören, 141-142'yi aratan Terörle Mücadele Yasasi getirildi. Yasanin 16. maddesi bugün yaklasIk on bin siyasi tutuklu ve hükümlüyü tehdit eden F tipi cezaevlerine kapiyi araliyordu. Bu cezaevlerinde tek ya da üç kisilik hücrelerde kalinacak, açik görüs yapilmayacakti. Kimseyi, hatta gardiyanlari da göremeyeceklerdi, çünkü yemekler de kapinin altindan verilecekti. Kütüphane ve spor salonu olacakti ancak kullanim ''iyi hal''e, yani itaate bagliydi.

Adalet Bakanligi 1997 yaz aylarinda F tipi cezaevlerinin insaati için dügmeye basti. Mevcut cezaevlerine hücreler eklendi. Tekirdag, Izmir, Edirne, Bolu, Kocaeli ve Ankara'da yapilmasi öngörülen cezaevleri ihaleye çikarildi. Bir KIT olan TÜSTAS tarafindan projelendirilen insaatlari, Ekinciler Holding ile Öz Yapi İnşaat üstlendi. Geçtigimiz Aralik ayinda listeye bes cezaevi daha eklendi. Her biri iki buçuk trilyona mal olan bu cezaevleri TMY'ye uygundu. Tek kisilikler onar, üçer kisilikler yirmi beser metre kareydi. Insaati tamamlananlar basina ve Baro, Mimarlar Odasi gibi kitle örgütlerine açildi. Kocaeli - Kandira F Tipi'ni inceleyen TMMOB'nin ön raporunda söyle deniliyordu:

''... Cezaevinde tanitim sirasinda sunulan sosyal tesislerin yeterli olup olmamasi bir yana, tutuklu ve hükümlülerin 'iyi' haline bagli olarak kullandirilacak olmasi, insanin sosyal bir deger oldugunun reddedilmesi anlamina gelmektedir... Sosyal tesisler bütün tutuklu ve hükümlülere açik olmalidir.

... F tipi uygulamasi takip edilmeli, toplumun kanayan bir yara olmasinin önüne geçilmelidir.''

Ayni cezaevi için Istanbul Barosu Insan Haklari Merkezi Cezaevi Çalisma Grubu tarafindan hazirlanan raporda da F tipi cezaevleriyle tuklularin savunma hakkinin kisitlandigi, geçmiste yasanan ve ölümle sonuçlanan olaylar gözönüne alindiginda mahkûmlarin fiziksel güvenligini tehdit edildigi ve insanin insan olma degerlerini yok edecek nitelik tasidigi vurgulandi.

Çalisma Grubu, raporunda önerilere de yer verdi, bu önerilerden biri cezaevlerinde Barolar, Tabip Odalari ve insan haklari örgütlerinin denetiminin saglanmasiydi. Adalet Bakani Hikmet Sami Türk, bu sikâyetle öneriyi dikkate aldiklarini ifade etti. Ancak yanitlari önerileri karsilamaktan uzakti. Cezaevine giriste avukatlarla birlikte savcilar da aranacak, böylece esitlik saglanmis olacakti. Denetleme hakki ise emekli yargiç ve ögretmenlerden olusan bir gruba verilecekti. Ve ''simdilik'' kaydiyla F tipi cezaevlerine sevkiyat yoktu... Anlasilan anlayis çok fazla degismemisti, ki o anlayis Cezaevi Idaresi El kitabi'nda açikça ifade ediliyordu:

''... Teröristler birbiriyle haberlesmemelidir. Çünkü terörist haberlesmedigi zaman sudan çikmis balik gibi ölür.

... Hükümlü ve tutuklularla cezaevi görevlilerinin teke tek görüsülmesi usul haline getirilmeli ve kitle psikolojisinin disina çikartilan suçlunun korkak, aciz ve zayif halinden istifade edilerek onu tanimaya çalismali, problemleri ögrenilmeli ve daha sonra ikna ve telkin metodlariyla suç ve suçluluktan kendisini arindirmaya gayret edilmeli...''

Eger F tipi cezaevlerinden vazgeçilmeyecekse, bir kez daha Adorno animsanacak belki de: Auschwitz'den sonra siir yazmak barbarliktir.

Cumhuriyet Pazar Dergi, 30 Temmuz 2000, Sayi: 749, Sayfa: 1-6-9

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa