Ve top
tribünlerde!
Zarife
Öztürk
Futbol ya da
güres her Türk'ün gönlünde nasil bir yer tutuyorsa, Amerikalilar için de
beyzbol oyununun benzer bir yeri var.Kalça sallayip, top firlatan veya elindeki
sopayla topa vuran oyunculari gördügümüzde küçümser bir edayla "Ne
biçim oyun bu?" diyebiliriz. Ancak, beyzbol Amerikalilar için "gerçek
bir spor dali" ve basketboldan,
voleyboldan, daha çok "erkek" sporu. Tom Berenger'in
rol aldigi Beyzbolcu filminde Tom Selleck'i hatirlayin. O içkisini, purosunu
elinden birakmayan, tütün çignemeyi de, kadin çignemeyi de seven, sert ve "gerçek"
bir erkekti.
Beyzbol,
üzerine birçok anlam yüklenen bir oyun; beyzbolu konu edinen filmlerde de bu
oyunun genellikle bir metafor olarak kullanıldigini
görüyoruz.
Kevin
Costner, beyzbolun hayati tanimlamak için kullanildigi filmlerde sIkça
karsimiza çikiyor. Costner'ın, Susan Sarandon ve Tim Robbins ile rol aldigi Bull
Durham / Kizgin Boga filmi genç bir oyuncunun (Robbins), yeni girdigi
beyzbol takimında kendi oynayacagi rolü belirlemesini veya bir baska deyisle,
insanın hayattaki yerini bulmasini konu ediniyordu.
Robbins
filmde gençligi temsil ediyorsa, ona yardimci olmaya çalisan Costner da
varligiyla tecrübenin önemini vurguluyordu.
Yine
başrolünde Kevin Costner'ın yer aldığı The Field of Dreams / Düşler Tarlasi'nda
ise beyzbol, sporun bir endüstri halini almadan önce, bir oyun olarak görüldüğü
"eski ve güzel günleri" anmak için kullaniliyordu. Filmde,
yillar öncesinin, ünlü Black Socks takimi, taa öbür dünyadan kalkip, Iowalı bir
çifçinin kendileri için insa ettigi sahayi, kazanmak veya kendilerini
kanitlamak gibi sebeplerle degil, sadece beyzbol oynamak için ziyaret ediyordu.
Beyzbolun bu filmde temsil ettigi daha çok masumiyet, cesaret ve dürüstlük
gibi kavramlardi.
Kizgin Boga eger yasin önemini vurguluyor idiyse,
Robert Redford'in basrolde oynadigi The Natural / Dogal Yetenek, geri
gelmeyecek olan gençlik günlerini özlemle anan bir film. Filmde, Redford'in
canlandirdigi Roy Hobbs, kimsenin tanimadigi bir beyzbol oyuncusuydu; ama buna
ragmen onu oyuncu olarak almayi kabul eden takimi sampiyonluga tasimayi
basariyordu. Hobbs'a yardimci olan, çocukken yildirim düserek parçalanmis olan
bir agaçtan kendi yaptigi beyzbol sopasiydi. Hobbs aslinda 20'li yaslarinda
gelecek vaadeden bir beyzbolcuyken, bir kadin tarafından öldürülmüstü. Ölü bir
adamin yillar sonra nasil beyzbol oynayabildigi sorusunun cevabi ise beyzbolun "büyülü"
bir oyun olmasinda yatiyordu.
Mr. Destiny
/ Bay Kader filminde
ise bir beyzbol maçi, James Belushi'nin canlandirdigi Larry Burrows'un
hayatinin dönüm noktasini olusturuyordu. Burrows bir sampiyonluk maçinda topa
vurmayi basaramiyor ve takiminin kaybetmesine yol açiyordu. Hayati boyunca "Ah,
o maçta bir sayi
alabilseydim" diye düşünen Burrows, bir gün gerçekten
de o sayıyı alsa
hayatının
nasıl değişeceğini görme fırsati ediniyordu. Burrows'un hangi
hayatinin
daha iyi oldugu tartisilir, ama sayiyi almasi ve almamasi arasinda gece ile
gündüz kadar fark oldugu da asikardi. "Amerika'da beyzbol, Türkiye'deki
futbol gibi," demistik. Hal böyle olunca, beyzbol tarihinde
unutulamayan olaylar da sinemaya sIkça konu oluyor. Penny Marshall'in yönettigi
A League of Their Own / Kizlar Sahada, gerçekten varolan bir kadinlar liginde
yasananlari anlatiyordu. 2. Dünya Savasi sirasinda, beyzbolcular savasa gittigi
zaman, sahalari doldurma görevi kadinlara düsmüstü ve 1943 yilinda bir Amerikan
Kadinlar Beyzbol Ligi kurulmustu. Basrollerinde Geena Davis, Tom Hanks ve
Madonna gibi oyuncularin yer aldigi film, Amerikan tarihinin bu dönemini
anlatirken, bir yandan da yeni rollere bürünen kadinlar için özgürlügün nasil
bir his oldugunu göstermeyi hedefliyordu.
Amerikan
beyzbolunun tarihi ile ilgili baska ilgi çekici filmler de var: 1919 yilinda
Chicago White Sox takiminin Dünya Sampiyonasi sirasinda sike yapmasi Eight
Men Out / Sekiz Kisiye Faul filmine konu oldu. Basrolünde Tommy Lee
Jones'un yer aldigi, yönetmenligini yine Ron Shelton'un yaptigi Cobb filmi
ise "beyzbol tarihinin en iyi oyuncusu" olarak taninan Ty
Cobb'un hayatini konu ediniyordu. Ty Cobb, karisini döven, sarhos, irkçi ve
takim arkadaslarinin bile sevmedigi bir oyuncu olmasina ragmen, beyzbol
sahasinda, kimsenin yapamadiklarini da basarmisti. Film, Cobb'un hayatini anlatırken
bir yandan da medyanin insanlari kahramanlastirmasini elestiriyor ve
görüntüimaj ile gerçek arasinda daglar kadar fark olabildigini
kanitliyordu.
Beyzbol ile
ilgili filmler, sporun fanlarinin çok olmasi sebebiyle hep belli ölçüde ilgi
görüyor. Belki bu yüzden de beyzbol ile ilgili hikayeler bu kadarla sinirli
kalmiyor. The Fan / Fanatik filmi, Robert De Niro'nun canlandirdigi
Giants takiminin taraftari Gil Renard'in, bu takimin oyuncusu Bobby'e (Wesley
Snipes) hastalik derecesinde hayran olmasini anlatiyordu. Animasyon ile gerçek
çekimlerin bir karisimindan olusan Space Jam filmi ise, ünlü basketbolcu
Michael Jordan'in en büyük hayalinin bir beyzbol oyuncusu olmak istemesini,
basketbolu zorla oynamasini esprili bir dille anlatiyordu. Bu filmde beyzbol
oyunun önemi bir kez daha vurgulaniyordu: Michael Jordan bile ünlü bir
basketbolcu olmaktansa, siradan bir beyzbolcu olmayi tercih ediyordu!