Ateistler ve cenaze
törenleri...
Gencay Gürsoy
Kimileri
cenaze törenlerine gitmeyi anlamsiz bir vakit kaybi sayarlar. Ben de öyle
düsünürüm ama sonunda dayanamam, giderim. Kendimi cami avlusunda buldugum zaman,
törene daha çok bir seyirci olarak katildigimi fark eder, utanirim. Her ölüm
karsisinda, geride kalanlarin kapildigi o garip suçluluk duygusuna, bir de
benim hekim olmamdan kaynaklanan suçluluk duygum eklenir.
Yasamin,
ne müminler gibi "ölümsüz ruhlar dünyasında", ne de saf maddeciler
gibi, bir karbon atomuna takilarak "biyolojik dünyada", sonsuza dek
sürüp gidecegine inanmadigim için, ölüm karsisinda duydugum sey sadece öfkedir.
Ama cenaze törenlerinde bu uygunsuz duyguyu disa vuramam. Suratima igreti bir
kederle, "bakin iste, bunu da kurtaramadik" yollu bir bagislanma
dilegini ifade etmeye çalisan budala çizgiler gelip oturur.
Bu
her zaman böyle degil elbet. Vakitsiz ölen ve öldürülen nice dostumun cenaze
törenine, yüregim paramparça katildigim oldu. Ama ölümün "bizatihi"
kendisindeki o vahşi dogallikla, cenaze törenlerinin zavalli yapayligi
arasindaki uyumsuzlugu uzaktan seyretmekten hiçbir zaman kendimi alamam. Ölünün
arkasindan söylenmesi adet olan "soylu sözleri" dinlerken,
düsüncelerimi tabutun içinde dagilip çürüyen dokularin hantal çirkinliginden
bir türlü uzaklastiramam.
Ben
"tanritanimaz" oldugum için, çogunlukla, benim gibilerin cenaze
törenlerine katilirim. Bu törenlerde, bazi ölülerin, sagliklarinda adini bile
anmadiklari Tanri'nin yeryüzündeki temsilcilerine teslim olurken, uzakta duran
dostlarina sitem edisini duyar gibi olurum. Bazilariysa aramiza katilip, bunca
sIkIntiya katlanmamizdan dolayi bizlerden özür diler ya da "Ne haliniz
varsa görün" der gibi cesetlerini orada birakarak çekip giderler
sanki.Müminlerle tanritanimazlarin bir ölüyü kaldirmak için yan yana geldigi bu
kisa bulusmayi, bütün iyi niyetimle "sessiz bir uzlasma" olarak
görmeye, olan bitene dinsel bir tören gibi degil, hep varligini korumasini
istedigim güzel bir töre gibi bakmaya çalisirim. Yanik sesli hocalarin okudugu
dualari dinlerken agladigim bile olur. Gelgelelim, toplu halde kilinan cenaze
namazina ve mezar tasindaki "fatiha"ya sira gelince yine
saskinlasirim. Katilmak ikiyüzlülük, katilmamaksa inananlari asagilamak gibi
gelir. Ve bunun bir uzlasma degil, bizim gibiler için, çaresiz bir siginma
oldugunu fark ederim. Bu kez de bir delikanli isyani kaplar içimi. Inançlarimiz
dogrultusunda yasayamadigimiz su dünyada, ölülerimizi bile kendi gönlümüzce
gömemedigimiz için öfkelenirim. Tanritanimazligimdan utanmadigimi göstermek
isterim. Her sey gözüme batmaya baslar. Fiyatina göre belirlenen törenler,
cenaze arabalari, gömücüler.... Para karsiligi ismarlanan dualar... Bahsis
almak için önüne gelenin etegini çekistiren mezar sulayicilari...
Öfkem
kabarinca hep ayni ani canlanir gözümde. Mezarligin dingin sessizligini yirtan
o sesi duyarim: "Gidin burdan, dinsizler, komünistler!" Çaliliklarin
arasindan kuslar havalanir. Biz, suçlular gibi sessizce uzaklasiriz.
Camide
baslayip mezarlikta sona eren bu birkaç saatlik süreyi her seferinde yeniden
çözümlemeye çalisir, yorgun düserim.
"En
eski zamanlardan beri, insanoglu için ölüm ve cinsellik, doganin bir tür siddet
gösterisi, toplumun savunma sisteminin ilk zayif noktasidir. Ölümün ve cinselligin
kolektif denetimi ve törenlere tutsak edilmesi bundandir.."
Bugün
anladigimiz anlamda ölüm olayinin tarihi o kadar eski degildir. 10-11. yüzyila
kadar ölen, kendi yasami ve tarihi ile insan tekinden çok bir toplum üyesi
olarak algilanirdi. Cenaze törenleri de, özdeslik duygusunun getirdigi bir
dayanisma gösterisiydi. Ilkel toplumda klanin üstlendigi töreni daha sonra din
kurumu üstlendi. Cenaze töreni bir Hiristiyan, bir Müslüman, bir Musevi ya da
bir Hindu için düzenlenirdi. Içinde yasadigimiz toplumlar bunlarin disinda bir
inanç kavrami ve özdeslik duygusu tanimiyordu. Ölümle ilgili bütün islemlerini
dinî kurumlar yerine getirirdi. Mezarliklarin sahibi de bu kurumlardi. Sagliginda
kilise tarafindan dislanan bir ölünün, ruhu bagislanmadigi takdirde cenaze
töreni yapilamaz ve resmi mezarliklara gömülemezdi.
Bati'da
dinin bu törensel egemenligi ancak XX. yüzyil basinda büyük metropollerde az
çok gevsemeye basladi. Sosyalist uygulamalarda bile ölüm ve cenaze törenleri,
kilisenin etkinligini kaybettigi en son alanlardi.
Bugünse
artik birçok Batili ülkede bir ölünün gömülebilmesi için dini tören kosulu
aranmadigi gibi, bir mezara gömülme zorunlulugu da yoktur. Isteyen, ölüsünü
"krematorium"larda yaktirip küllerini "zarif" bir paket
içinde teslim alabilir. Birçok büyük mezarlikta, Paris'in ünlü
Pére-Lachaise"inde oldugu gibi bir tanritanimazin mezarinin yani basinda
bir din adaminin mezarina rastlayabilirsiniz.
Hiristiyanligin
tersine, Islam cenaze törenleri olabildigince sade ve baslica pratik sorunlari
çözmeye yöneliktir. Ölü, mümkün olan en kisa sürede gömülür. Cenaze namazina
kadar törensel hiçbir eylem yoktur. Cenaze namazi ise günlük ibadetin biraz degistirilmis
bir seklinden ibarettir. Namaz, sadece "erkek din kardesleri" tarafindan
kilinir. Burada ölünün yakinlarina ve akrabalarina taninan herhangi bir özel islev
ya da katilim söz konusu degildir. Ölünün yakini ve akrabasi olsa bile, din
kardesi olmayanlarin orada yeri yoktur. Tipki din kardesi olmayan ölünün
kendisi gibi. Bir tanritanimazin cenaze namazi, ancak onun giderayak imana
geldigi, hiç olmazsa bir tanik araciligiyla kanitlanarak kilinabilir. Tanritanimaz
seyircilerin ise dogal olarak namazin kilindigi alanda bulunmalarinin belirli
bir anlami yoktur. Çünkü bu, gerçekte bir tören degil apaçik bir ibadettir. Ibadetin
ise seyircisi olamaz. Kaldi ki, namazin kilindigi alana, ibadetin ilk adimi
olan "abdest almak" kosulunu yerine getirmeden girmek bile
"günah" sayilabilir ve ibadeti kirletmek anlamina alinabilir.
Cenaze
töreninin camiden sonraki bölümünde ise yine dinsel olmayan hiçbir tören ögesi
yoktur. Cenazenin tasinmasi, mezara indirilisi, toprak atilmasi ve dua, sadece
din kardeslerinin katilabilecegi eylemlerdir. Kadinlar, çocuklar ve din kardesi
olmayanlar bütün bunlari ancak uzaktan izleyebilirler.
Bununla
birlikte Cumhuriyet'ten sonra özellikle büyük kentlerde, cenaze törenleri (hiç
olmazsa görüntüde) bir dereceye kadar "laik"lesmeye basladi. Cenaze
namazi kilinirken ibadete katilmayanlarin cami avlusunda toplanmalari, birbirlerine
"bassagligi" dilemeleri fazla yadirganmaz oldu. Bu arada çelenk tasima,
"musallatasi" üstünde bekleyen ölünün basucunda "saygi durusu"nda
bulunma gibi dini niteligi olmayan törensel ögeler yavas yavas kabul edilebilir
hale geldi.
Ancak,
bu sessiz "uzlasma" hiçbir zaman din çevrelerinin ve töreni yürüten
imamin kişisel hosgörüsüne bagimli olmaktan kurtulamadi ve kurumlasamadi.
Anadolu'nun küçük yerlesim alanlarinda ise, derecesi bölgesel özelliklere göre
degisen bir katilik hep egemenligini sürdürdü. Böyle tek yönlü bir uzlasmanin
kurumlasabilmesi zaten mümkün degildi. Çünkü, Cumhuriyet döneminin kültür mirasina
damgasini vuran "laiklik" anlayisinin "vicdan ve inanç"
özgürlügü, bu anlayisin en güçlü oldugu dönemlerde bile, "inanmama özgürlügünü"
içermiyordu. Talep edilen sey, sadece, camiye gitmeme, oruç tutmama, namaz kilmama
haklari, azinlik mezheplerine karsi baski uygulanmamasi gibi edilgen
özgürlüklerdi. Bu haklarin savunulmasinda da çogu zaman dini gerekçeler
gösterilir, Islamin hosgörüsüne siginilirdi. Kuskusuz bunlar azimsanmayacak
taleplerdi ve daha genis boyutlu bir vicdan özgürlügü, o dönemdeki toplumsal
gerçeklerimizle bagdasmazdi. Benzer Islam toplumlariyla karsilastirildigimiz
zaman, bu dar çerçevenin bile, dini baski yönünden bizi ne kadar farkli bir
düzeye getirdigini görmezlikten gelemeyiz. Ne var ki bir zamanlar küçük bir aydin-bürokrat
grubun yasamini, özgür seçimleri dogrultusunda, fazla rahatsiz olmadan
sürdürebilmesini saglayan ayni çerçeveye, bugünün toplum yapisini sigdiramayacagimizi
da görmezlikten gelemeyiz.
Son
20 yil içinde özellikle okuryazarlar arasinda, dini inançlarina bagli olanlarin
sayisinin arttigi ne kadar yadsinamaz bir gerçekse, en açik ifadesiyle
"dinsizlerin" sayisinin arttigi da o derece yadsinimaz bir gerçektir.
Okullarda din egitimini zorunlu hale getirmek ya da "evrim kurami"nin
karsisina "Adem-Havva kurami"ni koymakla bu gidisin önünün alinmasi
da herhalde olanaksizdir. Bu gelisme, zannedildigi gibi sol dünya görüsünün
yayginlasmasi ile her zaman paralel gitmemekte, çagdas toplumlarin bütün inanç
sistemlerine getirdigi erozyonun sonucu olarak karsimiza çikmaktadir. Papa'nin
yasadigi ülkede bile, kiliselerinin kapisi örümcek baglamis nice köy ve kasaba
vardir. Batili ülkelerde ayni oranda olmamakla birlikte Türkiye de bu degisimin
disinda degildir.
Eger
bu tespitler dogruysa, inananlarla inanmayanlarin, karsilikli saygi içinde yan
yana yasamayi kabul etmelerinden ve bunun doguracagi pratik sorunlari sogukkanlilikla
çözmeye çalismalarindan baska çikar yol yoktur.
Ancak
bu saygi gerçekten karsilikli olmak zorundadir. Bir tek insanin bile devlet,
din ya da toplum baskisiyla, inancini ya da inançsizligini gizlemek zorunda
kaldigi bir ülkede "vicdan özgürlügü"nün varligindan söz edilemez.
Dini inançlari olmayan binlerce insanin yasadigi Türkiye'de, birkaç istisna disinda,
din kurumunun araciligina siginmadan cenaze töreni yapmak ve ölüsünü gömmek
olanaksizdir. Belki bunu engelleyen açik seçik bir yasa yoktur ama
"mevzuat" i asmaya kimse cesaret edememektedir. Bu yüzden, tanritanimaz
ölüler, ya bir "yalanci tanikla" son anda "imana getirilmekte"
ya da "mecburi mümin" sayilmaktadir. Bu gülünç çözüme basvurmak,
ölünün kendisine karsi oldugu kadar, din kurumuna karsi da yapilabilecek en
büyük saygisizliktir.
***
Yukaridaki
yaziyi bundan 15 yıl önce, Fatsa'nin devrimci belediye baskani Fikri Sönmez'in
(Terzi Fikri) cenazesinin kaldirilmasi sirasinda yasanan tatsiz olaylar üzerine
yazmistim. Köy imami "dinsiz, Allahsiz" oldugunu ileri sürerek
cenazeyi Müslüman mezarligina gömdürmek istememisti. Sonunda araya müftü
girerek cemaatin tanikligina basvurmus ve Fikri'nin ölüsü giderayak imana
getirilerek gömülebilmisti.
Aradan
geçen 15 yil içinde Aziz Nesin, Can Yücel ve daha birçok tanritanimaz dostumuzu
yitirdik. Sonuncusu sevgili Mîna Urgan oldu. Aziz Nesin hayatta iken isini saglama
baglamis ve dini törenleri atlatmisti. Can Yücel'e Datça'da, duali, siirli, senlikli
bir tören yapildi. Önceden gözüne kestirdigi, denize bakan mezarliga yerlesirken,
imamin okudugu dualara pek aldirdigi yoktu.
Mîna
Urgan için ayni sey söylenebilir mi bilmiyorum? Kitabinda yazmis olmasina karsin,
ailesine ve dostlarina, dini tören istemedigine dair açik seçik bir vasiyet birakmamis
olmasinın tek nedeni, böyle bir istegin bizlerin basina yeni dertler açabilecegi
endisesiydi. En korktugu sey yakinlarina, dostlarina yük olmakti. Bu dertler gögüslenebilirdi.
Ne yazik ki yapamadik. ÖDP'nin önünde, yagmur altinda yapilan tören tam gönlüne
göreydi. Tabutunu kaplayan kenarlari Arapça dualarla bezenmis yesil örtünün
üstü ÖDP bayragi ve karanfillerle örtülünce rahat bir nefes aldigini biliyorum.
Istiklal Caddesi boyunca, eller üstünde ve alkislar arasinda tasinmasi sirasinda
çocuklugunu animsayip keyiflendiginden eminim. Cami fasli ve imam esliginde
gömülme sirasinda, dogrusu aksayan, taraflari sIkIntIya sokan bir kabalik
dikkati çekmedi. Alkislar ve dualar birbirini izlerken ve gereginden biraz
fazla uzatilan Enternasyonal'i dinlerken de görünürde kimse rahatsiz olmadi.
Ama
neresinden bakarsaniz bakin bu garip manzara, benzer durumlarda hep yasadigimiz
gibi, zoraki bir uzlasmaydi. Evet zarafetine diyecek yoktu ama kaçinilmaz
olarak ikiyüzlüydü. Yasami boyunca hiç ödün vermemis, uzlaşmamis ve böyle egilimleri
zaman zaman abartarak mahkûm etmis olan Mîna Urgan, kendi cenazesinin camide baslayip
mezarlikta biten faslini izleseydi acaba ne düsünürdü? Bana kalirsa en azindan
suratini asar, bize sessizce sitem ederdi. Bunun hiç mi önemi yok?
Türker
Alkan "........ dini töreni sadece ölen için yapmiyoruz ki. Dini
törenlerin amaçlarindan birisi de ugurlayicilari rahatlatmaktir" diyor
(Radikal, 20.06.2000). Iyi ama Mîna Urgan'i ugurlayanlar en iyi böyle mi
rahatlatilirdi? Hiç sanmiyorum. Mîna Urgan'in dostlarindan birçogunun onun bu
konulardaki hassasiyetini bilerek cenaze törenine katilmadiklarini çok iyi
biliyorum. Türker Alkan gibi düsünen ve bu sessiz uzlasmayi bir hosgörü isareti
sayanlara, Türkiye'de her caminin Tesvikiye Camii, her mezarligin Asiyan Mezarligi
olmadigini animsatmak isterim.
Bazi
arastirmalara göre Türkiye'de dini inanç tasimayanlarin orani yüzde 3'ü asiyor.
(Ali
Çavkoglu-Binnaz Toprak. Türkiye'de Din, Toplum, Siyaset. TESEV Yayinlari). Bu asagi
yukari iki milyon eriskin insan demektir. Bunlarin hiç olmazsa bir bölümünün
dini kurumlarin hosgörüsüne siginmadan gömülmek ve yakinlarini da böyle gömmek
isteyebileceklerinden kusku duyabilir miyiz?
Bu
yasamla ve ölümle ilgili bir estetik tercihtir, yargilanamaz. Kamu bu insani
talebi karsilamak zorundadir.
Cumhuriyet Pazar Dergi, 09 Temmuz 2000, Sayi: 746, Sayfa: 2-4
Öneri, katki ve elestiri
Yakamoz
Anasayfa