FIRAT VADISI'NE ELVEDA
Nermin
Bayçin
Firat'in
simgesi haline gelen mozaik kent Zeugma'nin bir bölümü, bu satirlar okunurken
belki de çoktan Birecik Baraji'nin sularina gömülmüs olacak. Ancak yalnizca iki
bin yillik Zeugma degil, insanoglunun uygarlik serüvenini adim adim bize
sunabilecek zenginlikteki 100 bin yillik geçmis de suya verilmis olacak. Suyun
baskisiyla alelacele ve son derece sInIrli paralarla yapilmis kazilar,
Anadolu'daki ilk kentlerin, ilk devletlerin olusumlarini simgeleyen alti bin
yil öncesine ait Horum ve Tilbes höyükleri, hiç dokunulamayan Till Musa ve daha
yüzlercesi... Firat'in yarattigi bereketli topraklarda, yüzyillardir ince ince
islenmis, yasayan bir kültür de suyla birlikte yok olacak. Halfeti, Rumkale,
Kalemeydani ve nice irili ufakli yerlesimler... Firat'in muhtesem dogasiyla
bütünlesmis efsane kentler... Ortaçagdan bu yana kimligini korumus, bu yöreye
has tas konaklar, bag evleri, magara mekânlari, cenneti andiran meyve ve yemis
agaçlariyla dolu bahçeler ve baglar içindeki yasamlarla birlikte suya
verilecek.
Bölgeyi
muhtesem bir mozaik tabloya benzeten arkeologlar için Zeugma bu tablonun tek
bir tasi yalnizca; 60-70 yilda ömrünü tamamlayacagi söylenen barajlara feda
edilmeyecek denli paha biçilmez bir tablo. Bu
mozaigi bütünlestiren parçalar, birkaçi disinda -ki bunlar bile bölgenin 100
bin yillik geçmisine isik tutabilecek nitelikte bulgular içeriyordu-
belgelenemedi. Oysa Güneydogu Anadolu Kalkinma Projesi kapsaminda Birecik Baraji'nin
yapilacagi 30 yili askin bir süredir biliniyordu, Zeugma'nın önemi de. 1970'li
yillarin basinda doçentlik tezini Zeugma üzerine veren Alman arkeolog J.
Wagner, bu antik kentin son derece zengin buluntular verdigi, bu yüzden de kazi
yapilmasi gerektigi yönünde dönemin Kültür ve Turizm Bakanligi'na girisimde
bulunmus, ancak bir sonuç alamamisti. Ama kaçakçilar durumu kavramisti! Parça
parça sökülerek kaçirilan mozaikler basta ABD olmak üzere dünyanin çesitli
müzelerine dagildi, bu 30 yil boyunca. 1992 yilindan beri de, gerek parasal,
gerekse bürokratik, çesitli sIkIntilar içinde Rıfat Ergeç tarafindan
yürütülmeye çalisilan bilimsel kazilarla zar zor nefes alan Zeugma'yi suyun
bogmasi elbette daha kolaydi. Barajlara milyarlarca dolar aktarilirken, son dakikaya
sigdirilan 3-4 kurtarma kazisina gülünç rakamlarla ifade edilen ödenekler
ayrilmasi böylesine mutsuz bir sonu kaçinilmaz kildi.
Arkeologlar,
Firat'in bittigini vurgularken, önlem alinmadigi takdirde benzer sonu
kaçinilmaz kilacak baska felaketlere dikkat çekiyorlar : Yapimi devam eden çok
sayida baraj ve onun tehdit ettigi yüzlerce yerlesim! Aralarinda yine, ama bu
kez Dicle'nin simgesi olan Hasankeyf de var. Onunla birlikte 200'ün üzerinde
antik kent, Ilisu Baraji'nin baskisi altinda ve arkeologlar, ayni trajedinin
yasanmamasi adina ciddi planlamalar yapilmasi gerektigini düsünüyorlar.
Öncelikle de barajlarin gerekliligi ve yerleri konusunda.
Firat
boyunda belgeleme çalismalari yapan Arkeoloji ve Sanat Yayinlari sahibi ve
editörü Nezih Basgelen, Firat'in yok olusunu 25 yildan bu yana adim adim
izliyor. Bu taniklik, özellikle son üç yildir yogunlastigi Birecik Baraji
alaninda yasanan insani dramlar, onu pes ettirmis. Mayis basinda suyun
tutulmaya baslanmasi üzerine apar topar bölgeye dönen Basgelen, ürünlerini
toplamaya hazirlanan yöre insaninin yasadigi panik ve yikimlara bakarak isyan
ediyor. "Yalnizca tarihsel varliklar degil, onunla harmanlanan insan ve
doga yasami da yok oluyor" diyor ve çocuklarin köylerini terk etmeden önce
evlerinin duvarlarina yazdiklari, yitirilen umutlari yansitan notlari
gösteriyor. ''Nasil da kiydilar bize, seni çok özleyecegim küçük köy...",
"Seninle geçen güzel günlerimiz haftaya sona eriyor. Elveda
Findikli..."
Basgelen'le,
Birecik'te gördükleri ve Elazig'dan Suriye sinirina dek barajlarla zapt
edilmeye baslanan Firat Nehri ve Vadisi'nin yok olusu üzerine konustuk:
Öncelikle,
Zeugma'nin önemini kisaca özetleyebilir misiniz?
Zeugma'da
su altinda kalacak tüm alani açabilseydik, buradan çikan eserlerle dünyanin en
büyük mozaik müzesini kurabilirdik. Bu firsati kaçirdik. Zeugma, Samsat ile
birlikte Firat Nehri'nin en kolay geçit verdigi iki noktadan birisi. Zaten
kentin adi da ''köprübasi'' ya da "geçit yeri'' gibi bir anlam tasiyor.
Kaynaklara göre, Pers seferine giden Büyük Iskender, Firat'i buradan geçmis.
Daha sonra Iskender'in komutanlarindan Selefkos Nikator, M.Ö. 4-3. yüzyilda
kenti kurmus. Hellenistik dönemden sonra da MÖ 1. yüzyilda kurulan Kommagene
Kralligi'nin dört önemli kentinden biri olmus ve bu dönemdeki konumundan dolayi
önemli ölçüde gelismis. Bölgenin Roma hâkimiyetine girmesinden sonra Anadolulu
askerlerden olustugu için önce ''Iskit Lejyonu'', daha sonra da IV. Lejyon
adini alan askeri garnizonla birlikte kentin önemi kat kat artmis. Roma
Imparatorlugu'nun çesitli yerlerinden gelen, farkli kültürlere sahip askerler
yerlesmis. Karsi kiyida gelisen Apameia kenti (köprübasini tutan son derece
önemli bir Hellenistik ve Roma yerlesimi) araciligiyla Dogu-Bati yönünde önemli
merkezlere baglanmis. Bu ulasim ve iletisim kolayliklari hareketli bir
ticaretin yani sira, Zeugma'ya sanatsal zenginlik, kültürel bir karakter
kazandirmis. Kentteki villalarin görkemi ve ortaya çikarilan mozaikler bu
zenginligin bir göstergesi. Simdi açiga çikarilamayan daha asagi kotta, ayni
seviyede ve ayni zenginlikte 30-35 villanin varligindan söz ediliyor, düsünün
neler kaybettigimizi. Bizans döneminde ise Zeugma giderek önemini yitirmis.
Anadolu'ya gelen Türkler, bu görkemli yikintilari Saba Melikesi Belkis'in
ülkesine benzetmisler. Bu yikintilarin yanina kurduklari köye de Belkis adini
vermisler. Çikarilan buluntular Roma dönemine ait. Ancak tam anlamiyla
kazilamadigi için hangi dönemlere kadar gittigini bilmiyoruz. Belki de 3-4 bin
yil öncesine kadar gidiyordu.
Birecik
Baraji'nin sularindan etkilenecek arkeolojik yerlesimler ve diger kültür
varliklarinin belgelenmesi yönünde oldukça yetersiz kalinmis...
Birakin
belgelenmesini, biz neyi kaybettigimizi bile bilmiyoruz. Dogru dürüst yüzey
taramasi bile yapilamadi. Bölgenin arkeolojik envanteri yok elimizde. Bildigim,
Hacettepe Üniversitesi'nden Aynur Durukan'in baskanligindaki bir ekibin
Birecik-Halfeti'de yaptigi sanat tarihi çalismalari. Arkeoloji ve Sanat
Yayinlari olarak biz bir belgeleme çalismasi yürütüyoruz. Bunu da TOFAS'in verdigi
destekle gerçeklestiriyoruz. Dr. G. Algaze'nin 80'li yillarda yaptigi yüzey
arastirmasina göre 90'a yakin arkeolojik yerlesme saptanmis. Ancak, bölgeye
yaptigimiz son iki gezimizde bile bu arastirmalarda belgelenmemis nice yeni
yerler gördük. Anadolu ve Mezopotamya kültürlerinin kesistigi bu noktada,
belgeleme yapilamadigindan insanoglunun uygarlik tarihinden bir halka hep eksik
kalacak. Evet Zeugma önemli ama burasi tüm degerleriyle bir mozaik tablo gibi.
Zeugma da bu tablonun bir tasi. Tarihsel açidan böylesi zengin bir alanda ne
yazik ki yalnizca bes yerde kurtarma kazisi yapilabildi, Horum Höyügü, Apameia
gibi. Firat'in iki yakasi da magaralarla dolu. Çogunun ne plani, ne de bilgisi
var. Ayni sekilde yakin döneme ait tarihi yapilar da dogru dürüst belgelenemedi.
Içlerinde unik olan tas konaklar var. Firat havzasinin bitki katalogu, flora ve
fauna katalogunu bile yapamamisiz. Oysa bir dizi endemik türün Firat Vadisi'nde
yasamini sürdürdügü biliniyordu. Su anda onlarin da gelecegi meçhul. Bunun
yapilamamis olmasi bilim kurumlarimiz için ne büyük ayip. Burada kötü bir
imtihan verildi. Birecik'te yitirdiklerimiz yerine konmayacak degerlerdi. Simdi
önümüzde Dicle var. Ayni hatalari tekrarlamazsak Hasankeyf'i kurtarma sansi
dogabilir.
Yok
olan kültür varliklarinin hukuksal boyutu ne olacak?
Burada
hem eski eserlerin hem de insan haklarinin ihlali söz konusu. Bir taraftan yasa
vatandasa diyor ki, eski eserler devlet malidir, korunmasi gerekir. Uymadigi
takdirde her türlü yasal yaptirim var. Örnegin vatandas tescilli evinde kendi
yasami için izinsiz ufak bir tadilat yapsa mahkemede yargilanir. Köylü, höyügün
önüne set çekse agir cezalar yer. Dosyalar, mahkemeler, müzeler, bürokrasi
arasinda perisan olur. Ama bu 2863 sayili Kültür ve Tabiat Varliklarini Koruma Yasasi
barajlara kadar geçerli. Birdenbire ne oluyorsa, hepsini rahatlikla su altinda
birakabiliyoruz. Devlet bir birimiyle koruyor, bir birimiyle yok ediyor. O
zaman vatandasin suçu ne? Suyun ayri bir hukuku mu var Türkiye'de? Bir yasa her
sey için vardir, DSI için de. Birecik Baraji'ni yapanlar biliyorlar ki insanlar
telef oluyor, biliyorlar ki doga yok oluyor, biliyorlar ki Zeugma yok oluyor.
Bile bile suç isliyorlar. Bunun Türk hukuk sistemi içinde tartisilmaya açilmasi
gerekiyor.
10
bin yillik bir tarih ve doga zenginliginin barajlara feda edilmesi zorunlu mu?
Her
seyden önce Firat'i görmek gerekiyor. Uygarligi doguran bu nehir, burada
inanilmaz derecede bereketli kiyi ekim sahasi yaratmis. Özellikle Birecik
Baraji'nin yok ettigi alan, getirdigi alüvyonlar sayesinde Firat'in en verimli
seridini olusturuyor. Son derece zengin fauna ve florasiyla adeta bir
laboratuvar gibi. Kelaynak kuslari burada, Birecik'te bulusur. Bu olaganüstü
dogada biçimlenen kültür degerleri, tarihsel zenginligi ise bence sulara verilmeyecek
denli kiymetli. Hele Firat kültürü en karakteristik olarak burada kalmis ise.
Mesela Kalemeydani, Firat boyundaki bir yerlesim modeli olarak bence çok
önemli. Ortada kocaman bir höyük üstünde birkaç yüzyillik mezarlik, eteginde
nefis konaklar, arkada bütün bag evleri ve magaralarla inanilmaz bir yerlesim
dokusu. Yöreye has çizgileri olan bag evi niteliginde, çok genis bir bahçe
içinde yer alan kimi iki katli, kimi büyük konak tarzinda tas evler. Biz bu
degerleri hiç düsünmeden paldir küldür yapmisiz baraji. Hadi bunlari dikkate
almadik, baraji vadinin en genis yerine yapmanin yarari nerede? Ayrica 35 m.
koda ulasacak ilk yükselmede Firat'in alüvyonlu alani su altinda kaliyor. Geri
kalan alanlar kiraç. Agaç, bitki yok; cascavlak bir alan. Jeomorfologlarin
yaptiklari arastirmaya göre, geriye kalan topraklar kalkerli, yani ne kadar
sulasan fayda etmeyecek. Ayrica yasanacak büyük bir erozyonla, baraj 60-70
yilda tekrar dolacak. Bunu Atatürk Baraji'nda gördük.
Barajlarla
olusturulan bu göllerin, dogal çevreye ve iklime etkileri ne olacak?
Iklim
dogal olarak degisiyor. Biz bunu Asagi Firat'ta yasadik. Rutubet, buharlasma
artiyor. Bundan her türlü meyve agaci etkileniyor. Su dengeleri bozuluyor,
Harran Ovasi'nda oldugu gibi tuz yüzeye çikmaya basliyor. Büyük tahribatlara
yol açacak milyonlarca kilometrekarelik sulama projeleri ise ayri bir sorun.
Suyun belli bir egimde akabilmesi için topografya degistiriliyor. Sulamayla
birlikte alan biriminin verim degeri yükseldigi için mekanize tarim
yogunlasiyor ve her türlü çikinti, höyükler dahil engel teskil ettiginden yok
ediliyor. Harran Ovasi'ndaki höyükler bu baglamda büyük tehdit altinda. Çevreye
ve insana duyarli isek, barajin getirisini ve götürüsünü iyice hesaplamak
lazim.
Güneydogu
Anadolu Bölgesi'nde suyla birlikte yasanan degisimlere uzun süredir tanik
olmaniza karsin Birecik'te gördükleriniz sizi oldukça sasirtmis görünüyor.
Hayatimin
en dramatik haftalarini yasadim diyebilirim. Bölgeyi 4 ay önce tüm hatlariyla
dolasmistik. Su tutma haberi gelince apar topar gittik. Mayisin ortalari, her
gün su parça parça geliyor. Ilk etapta bütün köyler bosalmisti. Erenköy'de bir
basina kalan kedilerin birbirlerini yedigini gördüm. Korkunçtu. Apameia,
tamamen sular altinda kalmisti. Halfeti'ye geçtigimde ise çok daha kötü oldum.
Bu denli bir yok olusu hayal edememistim. Sanki kiyamet kopmus, o ünlü cennet
bahçeler, baglar, büyük bir çevre felaketiyle karsilasmis gibi bir yikima
ugramis, her taraf çoraklasmisti. Binlerce hektarlik alan, Firat boyunca uzayip
giden o doga, bizzat onu yeserten, onun içinde var olan insanlar tarafindan
kiyilmaya zorlanmisti. Ilk su panigi ile birlikte insanlar gözyaslari içinde,
ellerinde motorlu testereler, asirlik çinarlari, o nefis kestane agaçlarini,
dogada birlikte yetismiş ne varsa, fistik, nar, incir, ceviz, dut, emekle
büyüttükleri on binlerce agaci kesip geri çekiliyorlardi. Dallarda ürün, kus
yuvalarinda ise binlerce yavru vardi. Hepsi telef oldu, oluyor.
Yasanan
dram yalnizca bahçeler üzerinde degil sanirim...
Insanlara
en agir gelen şey geçmislerini birakmak. Kimilerinin 200-300 yillik aile
mezarlari var. Atalarinin, dedelerinin, ya da yeni yitirdikleri yakinlarinin
mezarlarini aglaya aglaya açip nakletmeye çalisiyorlar. Çocuklar köylerini terk
ederken evlerinin duvarlarina notlar yazmislar, ''Seni çok seviyorum evim,
köyüm'' gibi, sanki hiç sular altinda kalmayacak, hep okunacakmis gibi...
Özenle
kesilmiş, ince ince işlenmis yüzlerce yillik gelenegi yansitan, kendine özgü o
eyvanli tas konaklarin, bag evlerinin, kerpiç yapilarin çerçevelerini,
kapilarinı, camlarini söken acili yüzler... Kendi elleriyle yaptiklarini,
ektiklerini yikmak zorunda kalanlar... Güllerini tenekelere alip kurtarmaya
çalisanlar... Kendilerine has, dogaya dönük zengin kültürlerinin bir parçasidir
güller orada. Özellikle de siyah gül. Halfeti'nin yakininda oturan Gül Lale,
gelin geldigi bahçede öyle güller yetistirmis ki orayi bir cennete çevirmis.
Onu son gördügümde güllerini saksilara yerlestirmeye çalisiyordu, bir üst koda
ekebilir miyim diye. Ona bütün Firat'in yükselecegini ve bu yasamin bitecegini
söyleyemedim.
Insanlar
yasadiklari yerlerin su altinda kalacagini kabullenememis gibi...
Insan
çocuguna kiyabilir mi? Tirnaklariyla yarattigi, büyüttügü bir varlik.
Diyorsunuz ki, simdi senin bahçen su altinda kalacak, git kes. Dedesinin,
babasinin ya da kendisinin diktigi agaç. Ne yazik ki baska seçenekleri de yok.
Kereste olarak degerlendirmek ya da satabilmek, biraz olsun kayiplarini
karsilayabilmek için bunu yapmak zorundalar, üstelik süratle. Çünkü su günde
1.5 m. yükseliyor. Birdenbire degil, ama sabahtan aksama bahçeler suya gömülmüs
oluyor. Bir hafta sonra da bütün yasam alanlarini basmaya basliyor. Buna ragmen
kiminin eli kesmeye varmamis, birakmis agaçlarini suyun insafina. Kimileri de
dokunamamis, baskalarina kestirtmis. Ancak yaslilarin durumu çok daha trajik.
Çogunlugu inanmak istemiyor.
Gençler
nasil bakiyor?
Daha
agresifler. Orada dogmus, büyümüs. Evlense oradaki bir tarla satilacakti belki,
ya da bahçe geliriyle okuyacakti. Bakin, hepimiz için toprak, dikili agaç,
bahçe, ev bir güvencedir. Ama burada çok daha farkli, insan yasaminin içinde
biçimlendigi muhtesem bir dogal çevre var. Firat boyunda doga ve insan öylesine
bütünlesmis, öylesine dengelenmistir ki birini çekip alirsaniz hepsi çökecekmis
gibi görünür. Binlerce yildan bu yana sürdürülen tarim gelenekleriyle,
kayalarla bütünlesmis ya da yesillikler arasinda koybolmus yöreye özgü
inanilmaz incelik ve güzellikte yapilmis tas evler ve onlarin avlularinda
özenle yetistirilmis çiçekleriyle, bahçe kültürüyle bizim hiç de alisIk
olmadigimiz bir yasam düzenine sahiptirler. Onlar Firat'la barisIktirlar ve
binlerce yillik deneyimlerle olusmus gelenekler tüm canliligi ile ortadadir.
Simdi yasama alani yok oluyor. Dolayisiyla kendisinin de yok olacagini
düsünüyor.
Insanlarin
tasinmasi konusunda da büyük sorunlarin yasandigi söyleniyor. Siz neler
gözlemlediniz?
O
ayri bir facia. Insanlar araba lastikleri üstüne tahta parçalarini koymuslar,
zar zor yüzerekten tasinmaya çalisiyorlar. Özellikle Kalemeydani ve Rumkale
üstündeki yerlesim yerlerinde bu tür zorluklar yasaniyor. Orasi çok sarp bir
alan. Ulasim yalnizca tek bir yoldan yapilabiliyor. Bu kiyi yolu da birdenbire
su altinda kalinca insanlara sallarla gitmekten baska bir çare kalmamis.
GAP
idaresi ya da ilgili kurumlarin bu yönde bir destegi yok mu?
Gördügüm
kadariyla yok. Herkes kendi basinin çaresine bakmaya çalisiyordu. Ama baraj
idaresi ya da DSI, en azindan Birecik ya da üst taraftan çalisabilecek büyük
tekneleri devreye soksa büyük hizmet olurdu.
Insanlar
suyun yükselecegini bilmiyor muydu?
Su
gelecek söylentisi baska, insanin o suya ayagi degdiği zaman hissettikleri
baska. Bizim insanimiz basina gelmeden isin ciddiyetini kavrayamiyor. Ama bu psikolojiyi
anlamak gerekir. Adamin bütün hayati, bahçesi, bagi, ekili alanlari... Son ana
kadar bekliyor acaba üstündeki ürün olgunlasir mi diye. Ayrica kirsal yasamin
mali mülkü çoktur. Bir yasam toprakla bütünlestigi zaman onu çok çabuk
nakledemezsiniz. Hayvanlari, onlarin bakim yerleri, arklari, vs. topladiginiz
zaman bayagi bir yük olusturur. Sadece yatak yorgan meselesi degil ki, o baglik
yasaminin tümünü derleyip götürmesi lazim. Ama simdi hayvanlarini da
firsatçilara ölü esek fiyatina satmak zorunda kaliyorlar.
Sonuçta
yetkililer isin ciddiyetini biliyorlar, uyarmak, yönlendirmek ya da yardim
etmek konusunda bir çaba var mi?
Gördügüm
kadariyla hayir. Suyun gelecegi ve Firat boylarindaki yollarin da daha ilk
yükselmede kod altinda kalacagi biliniyorsa ki, biliniyor, sunu sormak lazim:
Bu insanlar ulasimi nasıl saglayacak? Birakin bu yöndeki bir çabayi, hiç
kimsenin su takviminden dogru düzgün haberi bile yok. Su ne zaman, nereye
gelecek, nerede duracak, kimse bu konuda net bilgi sahibi degil. Zaten bu
bilgilerin de anlayamadigimiz nedenlerle, özellikle verilmek istenmedigini
bölgede kurtarma kazisi yapan arkeolog arkadaslarimizin açiklamasindan
ögrendik. Onlar bile su kodlarini dogru düzgün alamadiysa, gizli sakli
verildiyse oradaki vatandas ne yapsin?
Suyun
birakilma tarihi olarak dallarda meyve ve yumurta zamaninin seçilmesini ise hiç
anlamiyorum.
Insanlarin
büyük maddi kayiplara ugradigi belirtiliyor...
Bölge
ekonomisinin can diregi olan fistigin ekiminden itibaren hasadinin yapildigi,
agaçlarin mayis ve haziran aylarinda da meyveye yöneldigi herkesin bildigi bir
olgu. Simdi siz göz göre göre bu ekonomiyi suya veriyorsunuz. Insanlar hiç
olmazsa 1-2 ay daha zaman istiyorlar, ürünlerini toplamak için. Her agaç yasken
bile toplandiginda 65-70 milyon gelir getiriyormus. Istimlak bedellerini de
dogru düzgün alamamislar. Ödemeler ederlerinden düsük ya da geç yapilmis.
Bahçesi istimlak kapsamina alinmis, içindeki agaçlar ya da ev yok sayilmis. Pek
çok hukuk davasi kapida. Çogunun avukatlara ödeyecek parasi da yok.
Birecik
Baraji projesinin Güney Anadolu Kalkinma Plani kapsaminda yasama geçirilecegi
yaklasIk 25 yildir biliniyor. Buna ragmen, pek çok faktörün yeterince
hesaplanmadigi, irdelenmedigi görülüyor. Bu neden kaynaklaniyor?
Sanirim
bu barajin farkli statüde, yap-islet-devret modeliyle yapilmasindan
kaynaklaniyor. Barajin yapimini üstlenen uluslararasi konsorsiyumun gözettigi
sey, 30 milyon dolarlik hak edisini almak. Onlara, bir program dahilinde
insanlari haberdar edeceksin gibi birtakim yükümlülükler getirilmedigi de
belli. Insanlarin tasinmasiymis, ürünlerini toplamasiymis, kus yavrularinin,
kaplumbagalarin bogulmasiymis ya da Zeugma'nin kazisiymis falan, aldirilmadigi
ortada. Daha da vahimi, sirketin statüsünden dolayi mi bilmiyorum, ne DSI ne de
baska biri, tam olarak yetkili bir kurum bulamiyorsunuz. Kimse sahiplenmiyor
orayi.
Baska
ne sorunlar bekliyor insanlari?
Yeni
yerlesim yerleri tepelerin kiraç düzlüklerinde. Ne ot var ne su. Hayvanlarimiza
nasil bakacagiz diye soruyorlar dogal olarak. Halfeti'nin üstündeki
Karaotlak'ta, hiç alisIk olmadikları beton binalara sigismislar. Yazin kizar,
kisin buz gibi olur. Kendilerine yer bulamayanlar ise göç edecek. Yine ayni
sorun, metropollerde yeni varoslar, yeni gecekondular, 30 yildir hep ayni öykü.
Keban, Karakaya, Atatürk'te bunlari bizzat yasadik. Çevre illere göç oldu,
nüfuslari artti. Bu plansizliga, kaosa artik son vermek gerekiyor. Barajlar
karsisinda yitirecegimiz seyleri çok iyi tartmamiz lazim. Su gelecek diye
insani yok sayamayiz ki. Benim arazim risk altinda kalacaksa yasamamin ne
anlami var? Oturdugum ev, diktigim agaç, besledigim hayvan, nefes aldigim hava,
kisacasi yasadigim çevre bir anda anlamsiz oluyorsa... Tüm bunlari düsünmemiz
lazim.
Cumhuriyet Pazar Dergi, 18 Haziran 2000, Sayi: 743, Sayfa: 1-16-19
Öneri, katki ve elestiri
Yakamoz
Anasayfa