FIRAT VADISI'NE ELVEDA

Nermin Bayçin

Firat'in simgesi haline gelen mozaik kent Zeugma'nin bir bölümü, bu satirlar okunurken belki de çoktan Birecik Baraji'nin sularina gömülmüs olacak. Ancak yalnizca iki bin yillik Zeugma degil, insanoglunun uygarlik serüvenini adim adim bize sunabilecek zenginlikteki 100 bin yillik geçmis de suya verilmis olacak. Suyun baskisiyla alelacele ve son derece sInIrli paralarla yapilmis kazilar, Anadolu'daki ilk kentlerin, ilk devletlerin olusumlarini simgeleyen alti bin yil öncesine ait Horum ve Tilbes höyükleri, hiç dokunulamayan Till Musa ve daha yüzlercesi... Firat'in yarattigi bereketli topraklarda, yüzyillardir ince ince islenmis, yasayan bir kültür de suyla birlikte yok olacak. Halfeti, Rumkale, Kalemeydani ve nice irili ufakli yerlesimler... Firat'in muhtesem dogasiyla bütünlesmis efsane kentler... Ortaçagdan bu yana kimligini korumus, bu yöreye has tas konaklar, bag evleri, magara mekânlari, cenneti andiran meyve ve yemis agaçlariyla dolu bahçeler ve baglar içindeki yasamlarla birlikte suya verilecek.

Bölgeyi muhtesem bir mozaik tabloya benzeten arkeologlar için Zeugma bu tablonun tek bir tasi yalnizca; 60-70 yilda ömrünü tamamlayacagi söylenen barajlara feda edilmeyecek denli paha biçilmez bir tablo. Bu mozaigi bütünlestiren parçalar, birkaçi disinda -ki bunlar bile bölgenin 100 bin yillik geçmisine isik tutabilecek nitelikte bulgular içeriyordu- belgelenemedi. Oysa Güneydogu Anadolu Kalkinma Projesi kapsaminda Birecik Baraji'nin yapilacagi 30 yili askin bir süredir biliniyordu, Zeugma'nın önemi de. 1970'li yillarin basinda doçentlik tezini Zeugma üzerine veren Alman arkeolog J. Wagner, bu antik kentin son derece zengin buluntular verdigi, bu yüzden de kazi yapilmasi gerektigi yönünde dönemin Kültür ve Turizm Bakanligi'na girisimde bulunmus, ancak bir sonuç alamamisti. Ama kaçakçilar durumu kavramisti! Parça parça sökülerek kaçirilan mozaikler basta ABD olmak üzere dünyanin çesitli müzelerine dagildi, bu 30 yil boyunca. 1992 yilindan beri de, gerek parasal, gerekse bürokratik, çesitli sIkIntilar içinde Rıfat Ergeç tarafindan yürütülmeye çalisilan bilimsel kazilarla zar zor nefes alan Zeugma'yi suyun bogmasi elbette daha kolaydi. Barajlara milyarlarca dolar aktarilirken, son dakikaya sigdirilan 3-4 kurtarma kazisina gülünç rakamlarla ifade edilen ödenekler ayrilmasi böylesine mutsuz bir sonu kaçinilmaz kildi.

Arkeologlar, Firat'in bittigini vurgularken, önlem alinmadigi takdirde benzer sonu kaçinilmaz kilacak baska felaketlere dikkat çekiyorlar : Yapimi devam eden çok sayida baraj ve onun tehdit ettigi yüzlerce yerlesim! Aralarinda yine, ama bu kez Dicle'nin simgesi olan Hasankeyf de var. Onunla birlikte 200'ün üzerinde antik kent, Ilisu Baraji'nin baskisi altinda ve arkeologlar, ayni trajedinin yasanmamasi adina ciddi planlamalar yapilmasi gerektigini düsünüyorlar. Öncelikle de barajlarin gerekliligi ve yerleri konusunda.

Firat boyunda belgeleme çalismalari yapan Arkeoloji ve Sanat Yayinlari sahibi ve editörü Nezih Basgelen, Firat'in yok olusunu 25 yildan bu yana adim adim izliyor. Bu taniklik, özellikle son üç yildir yogunlastigi Birecik Baraji alaninda yasanan insani dramlar, onu pes ettirmis. Mayis basinda suyun tutulmaya baslanmasi üzerine apar topar bölgeye dönen Basgelen, ürünlerini toplamaya hazirlanan yöre insaninin yasadigi panik ve yikimlara bakarak isyan ediyor. "Yalnizca tarihsel varliklar degil, onunla harmanlanan insan ve doga yasami da yok oluyor" diyor ve çocuklarin köylerini terk etmeden önce evlerinin duvarlarina yazdiklari, yitirilen umutlari yansitan notlari gösteriyor. ''Nasil da kiydilar bize, seni çok özleyecegim küçük köy...", "Seninle geçen güzel günlerimiz haftaya sona eriyor. Elveda Findikli..."

Basgelen'le, Birecik'te gördükleri ve Elazig'dan Suriye sinirina dek barajlarla zapt edilmeye baslanan Firat Nehri ve Vadisi'nin yok olusu üzerine konustuk:

Öncelikle, Zeugma'nin önemini kisaca özetleyebilir misiniz?

Zeugma'da su altinda kalacak tüm alani açabilseydik, buradan çikan eserlerle dünyanin en büyük mozaik müzesini kurabilirdik. Bu firsati kaçirdik. Zeugma, Samsat ile birlikte Firat Nehri'nin en kolay geçit verdigi iki noktadan birisi. Zaten kentin adi da ''köprübasi'' ya da "geçit yeri'' gibi bir anlam tasiyor. Kaynaklara göre, Pers seferine giden Büyük Iskender, Firat'i buradan geçmis. Daha sonra Iskender'in komutanlarindan Selefkos Nikator, M.Ö. 4-3. yüzyilda kenti kurmus. Hellenistik dönemden sonra da MÖ 1. yüzyilda kurulan Kommagene Kralligi'nin dört önemli kentinden biri olmus ve bu dönemdeki konumundan dolayi önemli ölçüde gelismis. Bölgenin Roma hâkimiyetine girmesinden sonra Anadolulu askerlerden olustugu için önce ''Iskit Lejyonu'', daha sonra da IV. Lejyon adini alan askeri garnizonla birlikte kentin önemi kat kat artmis. Roma Imparatorlugu'nun çesitli yerlerinden gelen, farkli kültürlere sahip askerler yerlesmis. Karsi kiyida gelisen Apameia kenti (köprübasini tutan son derece önemli bir Hellenistik ve Roma yerlesimi) araciligiyla Dogu-Bati yönünde önemli merkezlere baglanmis. Bu ulasim ve iletisim kolayliklari hareketli bir ticaretin yani sira, Zeugma'ya sanatsal zenginlik, kültürel bir karakter kazandirmis. Kentteki villalarin görkemi ve ortaya çikarilan mozaikler bu zenginligin bir göstergesi. Simdi açiga çikarilamayan daha asagi kotta, ayni seviyede ve ayni zenginlikte 30-35 villanin varligindan söz ediliyor, düsünün neler kaybettigimizi. Bizans döneminde ise Zeugma giderek önemini yitirmis. Anadolu'ya gelen Türkler, bu görkemli yikintilari Saba Melikesi Belkis'in ülkesine benzetmisler. Bu yikintilarin yanina kurduklari köye de Belkis adini vermisler. Çikarilan buluntular Roma dönemine ait. Ancak tam anlamiyla kazilamadigi için hangi dönemlere kadar gittigini bilmiyoruz. Belki de 3-4 bin yil öncesine kadar gidiyordu.

Birecik Baraji'nin sularindan etkilenecek arkeolojik yerlesimler ve diger kültür varliklarinin belgelenmesi yönünde oldukça yetersiz kalinmis...

Birakin belgelenmesini, biz neyi kaybettigimizi bile bilmiyoruz. Dogru dürüst yüzey taramasi bile yapilamadi. Bölgenin arkeolojik envanteri yok elimizde. Bildigim, Hacettepe Üniversitesi'nden Aynur Durukan'in baskanligindaki bir ekibin Birecik-Halfeti'de yaptigi sanat tarihi çalismalari. Arkeoloji ve Sanat Yayinlari olarak biz bir belgeleme çalismasi yürütüyoruz. Bunu da TOFAS'in verdigi destekle gerçeklestiriyoruz. Dr. G. Algaze'nin 80'li yillarda yaptigi yüzey arastirmasina göre 90'a yakin arkeolojik yerlesme saptanmis. Ancak, bölgeye yaptigimiz son iki gezimizde bile bu arastirmalarda belgelenmemis nice yeni yerler gördük. Anadolu ve Mezopotamya kültürlerinin kesistigi bu noktada, belgeleme yapilamadigindan insanoglunun uygarlik tarihinden bir halka hep eksik kalacak. Evet Zeugma önemli ama burasi tüm degerleriyle bir mozaik tablo gibi. Zeugma da bu tablonun bir tasi. Tarihsel açidan böylesi zengin bir alanda ne yazik ki yalnizca bes yerde kurtarma kazisi yapilabildi, Horum Höyügü, Apameia gibi. Firat'in iki yakasi da magaralarla dolu. Çogunun ne plani, ne de bilgisi var. Ayni sekilde yakin döneme ait tarihi yapilar da dogru dürüst belgelenemedi. Içlerinde unik olan tas konaklar var. Firat havzasinin bitki katalogu, flora ve fauna katalogunu bile yapamamisiz. Oysa bir dizi endemik türün Firat Vadisi'nde yasamini sürdürdügü biliniyordu. Su anda onlarin da gelecegi meçhul. Bunun yapilamamis olmasi bilim kurumlarimiz için ne büyük ayip. Burada kötü bir imtihan verildi. Birecik'te yitirdiklerimiz yerine konmayacak degerlerdi. Simdi önümüzde Dicle var. Ayni hatalari tekrarlamazsak Hasankeyf'i kurtarma sansi dogabilir.

Yok olan kültür varliklarinin hukuksal boyutu ne olacak?

Burada hem eski eserlerin hem de insan haklarinin ihlali söz konusu. Bir taraftan yasa vatandasa diyor ki, eski eserler devlet malidir, korunmasi gerekir. Uymadigi takdirde her türlü yasal yaptirim var. Örnegin vatandas tescilli evinde kendi yasami için izinsiz ufak bir tadilat yapsa mahkemede yargilanir. Köylü, höyügün önüne set çekse agir cezalar yer. Dosyalar, mahkemeler, müzeler, bürokrasi arasinda perisan olur. Ama bu 2863 sayili Kültür ve Tabiat Varliklarini Koruma Yasasi barajlara kadar geçerli. Birdenbire ne oluyorsa, hepsini rahatlikla su altinda birakabiliyoruz. Devlet bir birimiyle koruyor, bir birimiyle yok ediyor. O zaman vatandasin suçu ne? Suyun ayri bir hukuku mu var Türkiye'de? Bir yasa her sey için vardir, DSI için de. Birecik Baraji'ni yapanlar biliyorlar ki insanlar telef oluyor, biliyorlar ki doga yok oluyor, biliyorlar ki Zeugma yok oluyor. Bile bile suç isliyorlar. Bunun Türk hukuk sistemi içinde tartisilmaya açilmasi gerekiyor.

10 bin yillik bir tarih ve doga zenginliginin barajlara feda edilmesi zorunlu mu?

Her seyden önce Firat'i görmek gerekiyor. Uygarligi doguran bu nehir, burada inanilmaz derecede bereketli kiyi ekim sahasi yaratmis. Özellikle Birecik Baraji'nin yok ettigi alan, getirdigi alüvyonlar sayesinde Firat'in en verimli seridini olusturuyor. Son derece zengin fauna ve florasiyla adeta bir laboratuvar gibi. Kelaynak kuslari burada, Birecik'te bulusur. Bu olaganüstü dogada biçimlenen kültür degerleri, tarihsel zenginligi ise bence sulara verilmeyecek denli kiymetli. Hele Firat kültürü en karakteristik olarak burada kalmis ise. Mesela Kalemeydani, Firat boyundaki bir yerlesim modeli olarak bence çok önemli. Ortada kocaman bir höyük üstünde birkaç yüzyillik mezarlik, eteginde nefis konaklar, arkada bütün bag evleri ve magaralarla inanilmaz bir yerlesim dokusu. Yöreye has çizgileri olan bag evi niteliginde, çok genis bir bahçe içinde yer alan kimi iki katli, kimi büyük konak tarzinda tas evler. Biz bu degerleri hiç düsünmeden paldir küldür yapmisiz baraji. Hadi bunlari dikkate almadik, baraji vadinin en genis yerine yapmanin yarari nerede? Ayrica 35 m. koda ulasacak ilk yükselmede Firat'in alüvyonlu alani su altinda kaliyor. Geri kalan alanlar kiraç. Agaç, bitki yok; cascavlak bir alan. Jeomorfologlarin yaptiklari arastirmaya göre, geriye kalan topraklar kalkerli, yani ne kadar sulasan fayda etmeyecek. Ayrica yasanacak büyük bir erozyonla, baraj 60-70 yilda tekrar dolacak. Bunu Atatürk Baraji'nda gördük.

Barajlarla olusturulan bu göllerin, dogal çevreye ve iklime etkileri ne olacak?

Iklim dogal olarak degisiyor. Biz bunu Asagi Firat'ta yasadik. Rutubet, buharlasma artiyor. Bundan her türlü meyve agaci etkileniyor. Su dengeleri bozuluyor, Harran Ovasi'nda oldugu gibi tuz yüzeye çikmaya basliyor. Büyük tahribatlara yol açacak milyonlarca kilometrekarelik sulama projeleri ise ayri bir sorun. Suyun belli bir egimde akabilmesi için topografya degistiriliyor. Sulamayla birlikte alan biriminin verim degeri yükseldigi için mekanize tarim yogunlasiyor ve her türlü çikinti, höyükler dahil engel teskil ettiginden yok ediliyor. Harran Ovasi'ndaki höyükler bu baglamda büyük tehdit altinda. Çevreye ve insana duyarli isek, barajin getirisini ve götürüsünü iyice hesaplamak lazim.

Güneydogu Anadolu Bölgesi'nde suyla birlikte yasanan degisimlere uzun süredir tanik olmaniza karsin Birecik'te gördükleriniz sizi oldukça sasirtmis görünüyor.

Hayatimin en dramatik haftalarini yasadim diyebilirim. Bölgeyi 4 ay önce tüm hatlariyla dolasmistik. Su tutma haberi gelince apar topar gittik. Mayisin ortalari, her gün su parça parça geliyor. Ilk etapta bütün köyler bosalmisti. Erenköy'de bir basina kalan kedilerin birbirlerini yedigini gördüm. Korkunçtu. Apameia, tamamen sular altinda kalmisti. Halfeti'ye geçtigimde ise çok daha kötü oldum. Bu denli bir yok olusu hayal edememistim. Sanki kiyamet kopmus, o ünlü cennet bahçeler, baglar, büyük bir çevre felaketiyle karsilasmis gibi bir yikima ugramis, her taraf çoraklasmisti. Binlerce hektarlik alan, Firat boyunca uzayip giden o doga, bizzat onu yeserten, onun içinde var olan insanlar tarafindan kiyilmaya zorlanmisti. Ilk su panigi ile birlikte insanlar gözyaslari içinde, ellerinde motorlu testereler, asirlik çinarlari, o nefis kestane agaçlarini, dogada birlikte yetismiş ne varsa, fistik, nar, incir, ceviz, dut, emekle büyüttükleri on binlerce agaci kesip geri çekiliyorlardi. Dallarda ürün, kus yuvalarinda ise binlerce yavru vardi. Hepsi telef oldu, oluyor.

Yasanan dram yalnizca bahçeler üzerinde degil sanirim...

Insanlara en agir gelen şey geçmislerini birakmak. Kimilerinin 200-300 yillik aile mezarlari var. Atalarinin, dedelerinin, ya da yeni yitirdikleri yakinlarinin mezarlarini aglaya aglaya açip nakletmeye çalisiyorlar. Çocuklar köylerini terk ederken evlerinin duvarlarina notlar yazmislar, ''Seni çok seviyorum evim, köyüm'' gibi, sanki hiç sular altinda kalmayacak, hep okunacakmis gibi...

Özenle kesilmiş, ince ince işlenmis yüzlerce yillik gelenegi yansitan, kendine özgü o eyvanli tas konaklarin, bag evlerinin, kerpiç yapilarin çerçevelerini, kapilarinı, camlarini söken acili yüzler... Kendi elleriyle yaptiklarini, ektiklerini yikmak zorunda kalanlar... Güllerini tenekelere alip kurtarmaya çalisanlar... Kendilerine has, dogaya dönük zengin kültürlerinin bir parçasidir güller orada. Özellikle de siyah gül. Halfeti'nin yakininda oturan Gül Lale, gelin geldigi bahçede öyle güller yetistirmis ki orayi bir cennete çevirmis. Onu son gördügümde güllerini saksilara yerlestirmeye çalisiyordu, bir üst koda ekebilir miyim diye. Ona bütün Firat'in yükselecegini ve bu yasamin bitecegini söyleyemedim.

Insanlar yasadiklari yerlerin su altinda kalacagini kabullenememis gibi...

Insan çocuguna kiyabilir mi? Tirnaklariyla yarattigi, büyüttügü bir varlik. Diyorsunuz ki, simdi senin bahçen su altinda kalacak, git kes. Dedesinin, babasinin ya da kendisinin diktigi agaç. Ne yazik ki baska seçenekleri de yok. Kereste olarak degerlendirmek ya da satabilmek, biraz olsun kayiplarini karsilayabilmek için bunu yapmak zorundalar, üstelik süratle. Çünkü su günde 1.5 m. yükseliyor. Birdenbire degil, ama sabahtan aksama bahçeler suya gömülmüs oluyor. Bir hafta sonra da bütün yasam alanlarini basmaya basliyor. Buna ragmen kiminin eli kesmeye varmamis, birakmis agaçlarini suyun insafina. Kimileri de dokunamamis, baskalarina kestirtmis. Ancak yaslilarin durumu çok daha trajik. Çogunlugu inanmak istemiyor.

Gençler nasil bakiyor?

Daha agresifler. Orada dogmus, büyümüs. Evlense oradaki bir tarla satilacakti belki, ya da bahçe geliriyle okuyacakti. Bakin, hepimiz için toprak, dikili agaç, bahçe, ev bir güvencedir. Ama burada çok daha farkli, insan yasaminin içinde biçimlendigi muhtesem bir dogal çevre var. Firat boyunda doga ve insan öylesine bütünlesmis, öylesine dengelenmistir ki birini çekip alirsaniz hepsi çökecekmis gibi görünür. Binlerce yildan bu yana sürdürülen tarim gelenekleriyle, kayalarla bütünlesmis ya da yesillikler arasinda koybolmus yöreye özgü inanilmaz incelik ve güzellikte yapilmis tas evler ve onlarin avlularinda özenle yetistirilmis çiçekleriyle, bahçe kültürüyle bizim hiç de alisIk olmadigimiz bir yasam düzenine sahiptirler. Onlar Firat'la barisIktirlar ve binlerce yillik deneyimlerle olusmus gelenekler tüm canliligi ile ortadadir. Simdi yasama alani yok oluyor. Dolayisiyla kendisinin de yok olacagini düsünüyor.

Insanlarin tasinmasi konusunda da büyük sorunlarin yasandigi söyleniyor. Siz neler gözlemlediniz?

O ayri bir facia. Insanlar araba lastikleri üstüne tahta parçalarini koymuslar, zar zor yüzerekten tasinmaya çalisiyorlar. Özellikle Kalemeydani ve Rumkale üstündeki yerlesim yerlerinde bu tür zorluklar yasaniyor. Orasi çok sarp bir alan. Ulasim yalnizca tek bir yoldan yapilabiliyor. Bu kiyi yolu da birdenbire su altinda kalinca insanlara sallarla gitmekten baska bir çare kalmamis.

GAP idaresi ya da ilgili kurumlarin bu yönde bir destegi yok mu?

Gördügüm kadariyla yok. Herkes kendi basinin çaresine bakmaya çalisiyordu. Ama baraj idaresi ya da DSI, en azindan Birecik ya da üst taraftan çalisabilecek büyük tekneleri devreye soksa büyük hizmet olurdu.

Insanlar suyun yükselecegini bilmiyor muydu?

Su gelecek söylentisi baska, insanin o suya ayagi degdiği zaman hissettikleri baska. Bizim insanimiz basina gelmeden isin ciddiyetini kavrayamiyor. Ama bu psikolojiyi anlamak gerekir. Adamin bütün hayati, bahçesi, bagi, ekili alanlari... Son ana kadar bekliyor acaba üstündeki ürün olgunlasir mi diye. Ayrica kirsal yasamin mali mülkü çoktur. Bir yasam toprakla bütünlestigi zaman onu çok çabuk nakledemezsiniz. Hayvanlari, onlarin bakim yerleri, arklari, vs. topladiginiz zaman bayagi bir yük olusturur. Sadece yatak yorgan meselesi degil ki, o baglik yasaminin tümünü derleyip götürmesi lazim. Ama simdi hayvanlarini da firsatçilara ölü esek fiyatina satmak zorunda kaliyorlar.

Sonuçta yetkililer isin ciddiyetini biliyorlar, uyarmak, yönlendirmek ya da yardim etmek konusunda bir çaba var mi?

Gördügüm kadariyla hayir. Suyun gelecegi ve Firat boylarindaki yollarin da daha ilk yükselmede kod altinda kalacagi biliniyorsa ki, biliniyor, sunu sormak lazim: Bu insanlar ulasimi nasıl saglayacak? Birakin bu yöndeki bir çabayi, hiç kimsenin su takviminden dogru düzgün haberi bile yok. Su ne zaman, nereye gelecek, nerede duracak, kimse bu konuda net bilgi sahibi degil. Zaten bu bilgilerin de anlayamadigimiz nedenlerle, özellikle verilmek istenmedigini bölgede kurtarma kazisi yapan arkeolog arkadaslarimizin açiklamasindan ögrendik. Onlar bile su kodlarini dogru düzgün alamadiysa, gizli sakli verildiyse oradaki vatandas ne yapsin?

Suyun birakilma tarihi olarak dallarda meyve ve yumurta zamaninin seçilmesini ise hiç anlamiyorum.

Insanlarin büyük maddi kayiplara ugradigi belirtiliyor...

Bölge ekonomisinin can diregi olan fistigin ekiminden itibaren hasadinin yapildigi, agaçlarin mayis ve haziran aylarinda da meyveye yöneldigi herkesin bildigi bir olgu. Simdi siz göz göre göre bu ekonomiyi suya veriyorsunuz. Insanlar hiç olmazsa 1-2 ay daha zaman istiyorlar, ürünlerini toplamak için. Her agaç yasken bile toplandiginda 65-70 milyon gelir getiriyormus. Istimlak bedellerini de dogru düzgün alamamislar. Ödemeler ederlerinden düsük ya da geç yapilmis. Bahçesi istimlak kapsamina alinmis, içindeki agaçlar ya da ev yok sayilmis. Pek çok hukuk davasi kapida. Çogunun avukatlara ödeyecek parasi da yok.

Birecik Baraji projesinin Güney Anadolu Kalkinma Plani kapsaminda yasama geçirilecegi yaklasIk 25 yildir biliniyor. Buna ragmen, pek çok faktörün yeterince hesaplanmadigi, irdelenmedigi görülüyor. Bu neden kaynaklaniyor?

Sanirim bu barajin farkli statüde, yap-islet-devret modeliyle yapilmasindan kaynaklaniyor. Barajin yapimini üstlenen uluslararasi konsorsiyumun gözettigi sey, 30 milyon dolarlik hak edisini almak. Onlara, bir program dahilinde insanlari haberdar edeceksin gibi birtakim yükümlülükler getirilmedigi de belli. Insanlarin tasinmasiymis, ürünlerini toplamasiymis, kus yavrularinin, kaplumbagalarin bogulmasiymis ya da Zeugma'nin kazisiymis falan, aldirilmadigi ortada. Daha da vahimi, sirketin statüsünden dolayi mi bilmiyorum, ne DSI ne de baska biri, tam olarak yetkili bir kurum bulamiyorsunuz. Kimse sahiplenmiyor orayi.

Baska ne sorunlar bekliyor insanlari?

Yeni yerlesim yerleri tepelerin kiraç düzlüklerinde. Ne ot var ne su. Hayvanlarimiza nasil bakacagiz diye soruyorlar dogal olarak. Halfeti'nin üstündeki Karaotlak'ta, hiç alisIk olmadikları beton binalara sigismislar. Yazin kizar, kisin buz gibi olur. Kendilerine yer bulamayanlar ise göç edecek. Yine ayni sorun, metropollerde yeni varoslar, yeni gecekondular, 30 yildir hep ayni öykü. Keban, Karakaya, Atatürk'te bunlari bizzat yasadik. Çevre illere göç oldu, nüfuslari artti. Bu plansizliga, kaosa artik son vermek gerekiyor. Barajlar karsisinda yitirecegimiz seyleri çok iyi tartmamiz lazim. Su gelecek diye insani yok sayamayiz ki. Benim arazim risk altinda kalacaksa yasamamin ne anlami var? Oturdugum ev, diktigim agaç, besledigim hayvan, nefes aldigim hava, kisacasi yasadigim çevre bir anda anlamsiz oluyorsa... Tüm bunlari düsünmemiz lazim.

Cumhuriyet Pazar Dergi, 18 Haziran 2000, Sayi: 743, Sayfa: 1-16-19

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa